13 Ekim 2015 Salı

CEMAATİN EN BÜYÜK HAYAL KIRIKLIĞI!

Bu yazı 17 Ağustos 2015 tarihinde Yeniyön.tv de yayınlanan köşe yazısıdır.


‘’Cesur Yürek Cemaat’’ başlıklı yazıda özetlemeye çalıştığım gibi Cemaat ve askerî vesayetlerden kurtulmak isteyen kesimler sivil anayasa ümidi ile AK Partiye destek vermişlerdi ancak AK Parti liderliği tarafından yarı yolda bırakıldılar ve ihanete uğradılar. Hatta 2010 referandumundan henüz beş yıl geçmiş olmasına rağmen bugün Erdoğan’ın ‘sivil darbesini’ konuşuyor Türkiye. Bununla da kalmayıp Ergenekon davalarının öcü AKP eliyle Cemaatten alınmaya başlandı. 17-25 Aralık süreci AKP açısından artık mızrağın çuvala sığmayıp açtığı delikti sadece.

Geçen bahsettim: Toba Beta ‘’ihânete uğradığında hayal kırıklığını hemen at; böylece acının kök salmasına izin verme’’ demişti. Cemaat de uğradığı ihânetin oluşturduğu hayal kırıklığını çok hızlı bir şekilde üzerinden attı ve acının orada kök salmasına müsâade etmedi. Kimbilir belki de aynı sebeple Fethullah Gülen, ‘’olumsuzluğu yalnızlaştırmak lazım’’ demiş (19 Mayıs 2015) ve ‘’ [insanları] affetmeye hazır olun!’’ tenbîhinde bulunmuştu.

Cemaat bunu dik durarak başardı. Sert rüzgârlar ağaçları eğerken sanki onlara benliğini hissettirir; bir bakıma bîat isterler, kesilince de ağacın salınım yaparken devrilmesini ümit ederler. Erdoğan’ın tüm gücü ve kendine güveni ile estirdiği öfke fırtınası da henüz yeni filizlenmiş olan Cemaat’i biraz bükse de hiç beklemediği bir mukavemet ile karşılaştı. Tıpkı Fetih suresinde bahsedilen ekinler gibi; ‘’Onlar filiz vermiş, gitgide güçlenmiş, kalınlaşmış, nihâyet gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzer ki, ekincilerin pek hoşuna gider. Onlarla Allah kâfirleri böylece öfkelendirir.’’

İhânet acısının kök salmaması için gerekli dirâyet ve niyet gösterilmişti. Şikâyet edilmiyordu, sadece şaşırma duygusu vardı. Böyle olmalıydı! Çünkü acı, şekva toprağında kök saldıkça ondan ümitsizlik ağacı çıkar. Onun meyvesi öfke, tadı pişmanlık, çekirdeği de hüsrandır; yani hüzün ve daha çok acıdır. Musîbet daha ilk vurduğu anda; acı, sabır toprağına düşmeli, orada kök salmalı ki ondan ümit ağacı çıksın. İşte onun meyvesi bilgelik, tadı şükür duygusu, çekirdeği de itminân duygusu; yani güvenle huzura erme ve mutluluktur.

Sabır ve itminân yörüngeli duruşlarına karşın mağduriyete uğramış bu insanların içlerinde hâlâ bir burukluk yok değildi. AKP liderliğinin, işlediği suçları örtme adına zaman kazanma ve ortalığı bulandırma gayretlerine belki tahammül edilebilirdi. Ancak, o ihânetten daha büyük bir hayal kırıklığı var ise şayet; o da genel anlamda halktan, özel anlamda ise, her bir bireyin kendi öz akrabalarından gördüğü acımasız ve haksız muamelelerdi.

Meşhur Yıldız Savaşları (Star Wars) filminde bilge Yoda’nın beni çok etkileyen bir sözü vardı. ‘’Korku öfkeye; öfke nefrete; nefret ise acıya yol açar’’ diyordu. Erdoğan’ın siyasi illüzyonları, politik manipülasyonları, fakirlik, gelecek endişesi ve vazgeçilmezlik aşıları ile korkuttuğu halk, karşısına bir günah keçisi olarak konan kesimlere karşı âni bir öfke duygusu geliştirmiş, sonra bu öfke nefrete dönüşmüş ve toplumsal bir acı oluşturmuştu.

Yukarıda resmettiğim gibi; onlar sınavı kaybetmiş, acının şekva toprağında kök salmasına izin vermişlerdi. O yüzden de öfke meyvesi yiyorlar, kendileri gibi düşünmeyen herkese karşı (akrabaları, babaları, kızları vb. dâhil) tarifsiz bir öfke girdabına yakalanıyorlardı. Artık onlara göre herkes hatalı, hâin, ajan, ve hattâ (bazılarınca) kâfirdi. Bilmiyorlardı ki; ağızlarındaki öfke meyvesi yakın bir zamanda pişmanlık tadı verecek, yere tükürdükleri çekirdek de yeni hüsranlar bitirecekti. Üstelik bu ‘yakın’ zaman aslında Gülen’in ‘’affetmeye hazır olun!’’ dediği kadar da yakındı.

Evet! Hizmete gönül vermiş insanlar için artık kendi akrabaları, kuzenleri, teyzeleri, (hatta bazıları için), eşleri ve babaları ile aynı ortamda oturmak imkansız bir hâle gelmişti. Yapılan propagandalar nasıl bir öfke nöbeti, nasıl bir nefret atmosferi oluşturmuştu ki, AKP’li bir aileden gelen eşi, Cemaatten diye kendisinden boşanıyor, babası evlatlıktan reddedecek kerteye geliyor, birlikte doğup büyüdüğü hatta hep ellerinden tuttuğu kuzenleri kendisine ve kendisi gibi temiz insanlara hâin, ajan, terörist gibi benzetmeleri insafsızca yakıştırabiliyordu. Acaba medya havuzundan nasıl bir cerâhat akıyordu ki insanlar bunu içince âdetâ cinnet geçiriyorlar ve kendi öz akrabalarına ve muhâlif her sese saldırıyorlardı.

AKP liderliğinin yaşattığı acılar belki dile getiriliyordu bir nebze de olsa; ancak bu en büyük hayal kırıklığı nedense pek dile getirilmiyordu. Belki de Romalı filozof Seneca, ‘’hafif acılar konuşabilir; ama derin acılar dilsizdir’’ derken haklıydı. Bu herşeyden daha büyük bir acıydı şüphesiz. İspanyol şair G. Lorca’nın dediği gibi; ‘’içiniz kor gibi yanarken susmak, acıların en beteridir.

İbrahim’in (a.s.) içine atıldığı ateşin büyüklüğünden ve Nemrut’un fitnesine esir olmuş herkesin o ateşi daha da büyütme hırsıyla odun taşıdıklarından bahsedilir ya, şimdiki Nemrutların tutuşturdukları; kardeşi kardeşe düşman eden bu büyük nefret (fitne) ateşinin büyüklüğü karşısında ben de hep o anı düşünürüm. O ateşin ve çıldırmışçasına o fitneye odun taşıyanların öfkesinin büyüklüğünden olsa gerek; ateşi söndürmek için gagasıyla su taşıyan ve ‘tarafım belli olsun!’ diyen kuşun fedâkârlığı bu yüzden çok büyük ve değerlidir. Kimbilir belki bizler de yazdığımız bu küçük yazılar ile hep o kuş gibi olabilme arzusundayızdır. İnşallah bizim önümüzdeki fitne ateşi de ülkemizi yakmaz; söner ve ortalık sütliman olur, tıpkı İbrahim’e olduğu gibi.