24 Aralık 2008 Çarşamba

BİR PROFESÖR'ÜN AKADEMİK İNTİHARI

Bu yazı 25 Aralık 2008 tarihli IV. Kuvvet Medya Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

Prof. Dr. Binnaz Toprak ile ilk olarak Florida Üniversitesi’nde düzenlenen bir toplantı vesilesi ile tanışmıştım. Sanırım 2005 yılının bir sonbahar ayı idi. Bahsettiğim o toplantıdan kısa bir süre önce samimi oduğum Bosnalı bir bayan profesörden davet mektubu almıştım. Sanırım Binnaz Hanım bu bayan ile öğrencilik yıllarında aynı odayı paylaşmışlar ve o gün bugündür samimiyetlerini hiç kaybetmemişler. Bu bayan mesajında ‘’Boğaziçi Üniversitesi’nden çok samimi bir arkadaşımı davet ettim. Türkiye’de İslam ve Demokrasi konusunda konuşacak, sen de gel’’ demişti bana. Bu davete icabet edince, 10-15 kişilik ufak bir grup ile birlikte samimi bir atmosferde tanışmış olduk Binnaz Hanımla.

Hakkında edindiğim ilk izlenim olumlu idi. Görüşleri her ne kadar ‘laik’ gündemin tesiri altında kaldığını göstersede genel olarak objektif idi. Daha sonra takip ettiğim bir kaç çalışması da genel hatları ile objektifti denilebilir.

Takip etmişsinizdir. Ülkemiz son günlerde Binnaz Hanım’ın da isminin karıştığı tartışmalı bir çalışma ile çalkalanıyor. Bazı gazetecilerin de katılımı ile gerçekleşen bu çalışmanın, ‘’faaliyetleri tartışmalı’’ Soros Vakfı tarafından desteklendiğini Ali Bulaç Bey’in Zaman’daki yazısından öğrendim (Zaman, 22 Aralık 2008) geçenlerde. Bildiğiniz gibi eski Sovyet bloku ülkelerinden bazılarında gerçekleşen ‘kadife’ devrimlerin ve ayaklanmaların ardındaki finansör de yine aynı vakıftı.

Uzmanlık alanım bilimsel çalışmalarda ölçme ve değerlendirme olduğu halde, bu yazıda mezkur çalışmanın yöntemi ve ‘’bilimselliği’’ konularına değinmeyeceğim. Zira çalışmanın bu yönlerinin ne kadar hatarlı ve kusurlu olduğu medyanın bir çok kalemi tarafından dile getirildi. Bu bağlamda aynı tezleri dile getirmek ancak malum-u ilam olur.

Raporun kamuoyu tarafından sert bir dille eleştirilen iki yönünden birisi bilimsel yoksunluğu iken diğer yönü de niteliği ve maksadı idi. Ben bu yönde yazılan yazılara bir katkıda bulunacağım.

Ülkemizde ciddi bir Alevi-Sünni çatışması çıkarılmak istendiği böyle bir dönemde marjinal bazı solcu, Kemalist ve Alevi derneklere gidip yanlı bir takım sorular sormak suretiyle önemli bir dini cemaati hedef göstermek hangi amaca hizmet eder? Ülkemizde bir çok şey gibi Alevi-Sünni ilişkileri de olumlu yönde gelişmeler gösteriyor. Belli çevrelerin Ergenekon soruşturması süreci ile yara aldığı bu kritik dönemde sorunların çözümü yönünde atılan adımlar hız kazandı. Yaşanan gelişmelere Alevi kardeşlerimizin geneli sıcak bakıyor. Gelişmelerden rahatsız olanlar az önce de ifade ettiğim gibi azınlıkta olan, marjinalleşmiş, Alevi olmadığı halde Alevi’ler adına konuşmayı kendisine iş bellemiş, daha çok Ali’siz Alevilik hatta din dışı Alevilik anlayışını hakim kılmaya çalışan kemalist, laikçi (laik değil) çevreler. Bu son çalışmada da sanki bu gruplara ulaşılarak Fethullah Gülen Cemaati zan altında bırakılmaya ve hedef gösterilmeye çalışılmış. ‘Bulgular’ öyle bir yorumlanmışki adeta tüm Alevi çevrelere; ‘bakın bu cemaat ve AKP sizinle diyalog kurmaya çalışıyor; ama aslında üzerinizde ‘’mahallle baskısı’’ kuruyorlar’ demeye getiriliyor. Bunu da aşarak ‘böyle bir mahalle baskısını çoktan tesis etmişler ve uyguluyorlar’ mesajı çıkartılmak isteniyor. Kime dayanarak: Özenle seçilmiş 400 kişiye sorarak. Üstelik mekan olarakta Fethullah Gülen’in memleketi olan Erzurum’a yüklenilmiş nedense.

Zaman Gazetesi’nde (24 Aralık 2008) okuduğum konu ile alakalı bir haber mevzuyu daha da ilginç hale getiriyor. Habere göre, çalışmaya Cumhuriyet Gazetesi Temsilcisi Recep Kapucu da isyan etmiş. Bahsettiğine göre kendisine, 'Erzurum'da Aleviler kendilerini ifade edemiyorlarmış, doğru mu?' diye sorulmuş. O da; 'yok böyle bir şey’ diyerek, yanında çalışan Zülfikar kolyeli arkadaşını işaret etmiş ve ‘’bu şehirde asla böyle şey yok’’ demiş. Anlaşılan o ki, bazı görüşler istedikleri gibi çıkmasada amacına uygun bir şekle sokularak sunulmuş kamuoyuna. Bizzat görüş bildirenlerin bile sonradan katılmadığı; hatta çalışmayı bizzat örgütlemiş bazı kişilerin bile bilimselliğini irdelediği bir rapor ile karşı karşıyayız. Serdar Turgut’un çok güzel ifade ettiği gibi ‘bir kaç gazetecinin gidip seçilmiş bir kaç kişiye soru sorarak gerçekleştirebilecekleri bir muhabirlik çalışması’’ maalesef bu şekilde bir bilimsellik kılıfına sarılmaya ve belirli çevrelerin hedefi vurulmaya çalışılmış. Çok yazık…

Bütün bunlar bir yana, beni en çok üzen husus; mezunu olduğum Boğaziçi Üniversitesi’nin ve objektifliğine inandığım bir profesörün adlarının ve bilimsel kimliklerinin böyle yanlı bir propagandaya ‘’bilimsellik’’ adı altında alet olmuş olmaları. Ülkemiz böyle kritik bir dönemden geçerken yapılan bu ‘’yanlışı’’ ilgili hocamızın ve Üniversite’nin (aynı üniversiteden başka bir profesör de bu hatanın tarafı oldu maalesef) akademik intiharı olarak görüyorum. Zira çalışma için bizzat görüş bildirenlerin bile eleştirdiği böyle yanlı bir propagandanın halk nezdinde kaybettireceği intiba zor tamir edilir. Binnaz Hanım bundan sonraki çalışmalarının objektifliğini topluma nasıl kabul ettirir bilemem. Beni daha çok düşündüren husus bu elim akademik intiharı arkadaşı olan o Bosnalı profesöre nasıl takdim edeceğim.

Konu ile dolaylı olarak irtibatlı olsa da bahsetmeden geçemeyeceğim. Binnaz Hanım’la tanıştığım Florida’daki o toplantıya Bosna, Makedonya ve Arnavutluk üzerine uzman Arnavut kökenli bir siyaset bilimci daha katılmıştı. Kendisine Gülen camiasının oralardaki faaliyetleri sorulduğunda profesör olumlu bir yaklaşım sergilemiş; cemaatin oralarda Vahhabi etkisini kesen önemli bir etken olduğundan; ayrıca diyaloğa açık, uzlaşmacı, olumlu bir çizgi olduğundan bahsetmişti. Binnaz Hanım da o gün orada hiç bir itiraz seslendirmemişti bu görüşlere karşılık olarak.

Umarım bu sözde 'bilimsel’, özde toplumu bölücü rapor; bizleri birbirimize hedef tahtası olarak göstermekten başka bir amaca hizmet etmeyecek olan bir ‘bilimsel kılıklı raporlar’ döneminin öncü deprem sarsıntısı değil, münferit bir hatadır. 24 Aralik 2008