13 Ekim 2015 Salı

AK PARTİ YARGILANIR MI?

Bu yazı 30 Temmuz 2015 tarihinde Yeniyön.tv de yayınlanan köşe yazısıdır.

Bu başlığı bundan birkaç yıl sonra okuyan bir insan olduğunuzu düşünün. Sizin için pek bir anlam ifâde etmeyecektir. Çünkü o zaman Türk siyasî tarihinde yaşanan bir volkanik patlamanın külleri arasında dolaşıyor olacaksınız. Bu yanardağ patlar mı sorusundan ziyâde bu patlamanın yaraları nasıl sarılır düşüncesi ile hemhâl oluyor olacaksınız; milletinin dertleri ile dertlenen bir insansanız tabi.

Ama unutmayın! Bizler bu soruyu karanlığın en zifiri noktasında iken soruyoruz. Dağın eteklerinde sarsıntıların henüz başladığı, küllerin gökyüzüne yeni fışkırdığı bir anda… Zifiri karanlıktayız. Işığın geleceğini biliyoruz; vâd edilmiş bir nur o zîrâ; ancak göremiyoruz onu. Önümüz sanki bir karadelik ile çevrelenmiş gibi; umudumuz olacak her ışığı yutuyor âdetâ. Ümitsizlik mi peki bize bu soruyu sorduran? Hayır! Ne ümitsizlik, ne de çâresizlik. En azından benim etrafımdaki dostlarım ümitsiz ve çâresiz değiller. Asr suresinde belirtildiği gibi; insanların hüsran içinde olduğu böyle bir fitne zamanında birbirlerine sabrı tavsiye ederlerken diğer yandan hakkı da tavsiye etmeye devam ediyorlar. O güzel insanlardan biri olan Abdullah Aymaz, dağın etekleri 17-25 Aralık depremi ile ilk sarsıldığında; ‘’işimiz var, müşteriler bekliyor!’’ demişti; ‘ışık süvarilerinden’ bir yardım eli bekleyen ve Kimse Yok Mu? diyen dünyanın dört bir yanındaki yüz binlerce mağdur ve mahsun gönlü kasdederek…

Ufak bir soru daha soralım: Hak kime tavsiye edilir? Fitneye, zulme sebep olan yoldan çıkmış bir muhatabınız varsa elbette onadır çağrınız. Şefkatinizin gereğidir bu. Ama zaman olur; muhatabınızın kini, kibri ve hırsı öyle derin, öyle kesiftir ki; ne deseniz kâr etmez. Düşman bellemiştir sizi. Varlığınız onun günaha bulaşmış ruhunu rahatsız etmekte, siz onun körelmiş vicdanını iyi niyetle bilemeye çalışırken onun ağzından sadece öfke gıcırtıları duyulmakta… duruşunuz belki de ona Allah’ı ve âhiret hesabını hatırlattığı için ‘’onlara su bile yok!’’ dedirtecek derecede basîretini bağlamaktadır. Anlayacağınız; suç deryasına batmış, kendi menfaatleri uğruna vatanı Gulyabanîlere teslim etmiş, sonra da onların biçtiği rolleri kabullenip oynamak zorunda kalmış ve karşılarına çıkan herkesi bertaraf etmek zorunda bırakılan aciz, ahmak; ama bir o kadar da sinsi, yalancı, acımasız, ‘omurgasız’, dönek, müfteri ve çıkarcı insanların hâkim olduğu günlerin içerisindesinizdir. Yezid’in karşısındaki Hüseyin, ağabeylerine güvenip yola çıkmış ama kendisini kuyuda bulmuş Yusuf, Kızıldeniz ile Fir’avun’un ordusu arasında sıkışmış Musa, zırhı ve gücü ile mağrur Calut’un karşısında elinde sapanla bekleyen, bıyıkları henüz terlemiş Davut olduğunuz günlerdesinizdir.

İnsanların belki de son bir umut diyerek; hitabetlerine, ellerindeki Kur’an’a ve simgeleri kullanmadaki ustalıklarına güvenerek destek verdiği liderler zamanla güç zehirlenmesi yaşamış, kendilerine kurulan tuzakların esiri olmuş, nâsihlere kulaklarını tıkamakla kalmayıp; onların varlığından rahatsızlık duyan hırsızların, arsızların, teröristlerin, çıkarcıların ve bilmem daha hangi iç ve dış mihrakların telkinleriyle o nasihatçileri terörist, paralel, örgüt, hain ilan etmiş… Bunlarla da yetinmeyip o insanların dünyanın dört bir yanında oluşturdukları ‘sulh adacıklarını’ yok etmeye çalışmış…

Aslında tüm bu saldırılar; kendini bir daha seçtirip iktidarını koruma, kendini güvenceye alma, yargılamalardan kurtulma adına zaman kazanma ve kazanılan süreçte bir daha yargılanmamak amacıyla ne yapılması gerekiyorsa onu yapma hamleleridir. Görevlerinden alınan veya atılan binlerce polis, hâkim, savcı ve asker, yargıya yapılan müdahaleler ve mühendislik çalışmaları, Havuz medyası ile iğfâl edilen yığınlar… Bir yandan KCK, PKK ve İŞİD gibi terör odaklarına verilen destekler, aklanan kara paralar, rüşvetler, yolsuzluklar, fesat karıştırılan ihâleler ve elde edilen milyar dolarlar… ve tüm bunlar sayesinde kazanılan inanılması zor bir güç ve o gücün verdiği kibir ve hırs sarhoşluğu altında ezilen, idrakleri felç edilmiş, illüzyon mağduru bir toplum…

Peki geçer mi bu günler? Dağılır mı etrafımızı kuşatan ve ışığımızı yutan karadelikler. Def olur mu toplumun nabzına sürekli korku, fitne ve nefret tohumları saçan münâfık Gulyabanîler? Kısacası yargılanır mı bir gün AK Parti denen ve artık bizi insanlığımızdan utandıran yapı?

Benim hiç şüphem yok bundan! O yüzden ‘müşterilerim’ ile ilgileniyorum ben; şimdiki ve gelecekteki müşterilerimle… Planlar yapıyor, projeler geliştiriyorum onların gelecekleri adına. Çünkü biliyorum ki; herşey bittiğinde ve AK Parti adâlet lavlarının altında eridiğinde yanardağın külleri arasında dolaşan insanlar ümütsizce bakınacaklar etraflarına. Zâlim Tiranlara inanıp nasihatçılara ettikleri küfürlerin mahcûbiyeti vuracak suratlarına. Olsun önemli değil! İşimiz şefkat bizim. Küllerin arasında durup onların ellerinden tutacak ve birlikte Zümrüdü Anka kuşu gibi küllerimizden tekrar doğacağız; aşkla ve şevkle!

Öyle bir yargılanacak ki AKP, bu ülkede belki elli sene boyunca kimse; bir daha halkın duyguları ile hoyratça oynamaya, devlet imkanlarını kullanarak çalmaya, rüşvet almaya, adâleti baltalamaya ve dini duyguları bir paçavra gibi atmaya cesâret edemeyecek!