13 Ekim 2015 Salı

BAŞKANLIK YOLUNDA TÜRKİYE...

Bu yazı 22 Ağustos 2015 tarihinde Yeniyön.tv de yayınlanan köşe yazısıdır.


İçinden geçtiğimiz şu zaman diliminde toplumun geleceğini ilgilendiren konuları sağlıklı bir şekilde tartışamıyoruz. Siyasî ve politik sistemimizi derinden etkileyecek mevzûlar da buna dâhil. AK Partinin sürekli olarak gündemde tuttuğu başkanlık meselesi de tartışamadığımız konular arasında. Tayyip Erdoğan ve AKP, başkanlık sisteminin bizler için en ideâl yöntem olduğuna karar vermişler ve buna karşı çıkan herkes ‘milli irâde düşmanı’ ve ‘hâin’ ilân ediliyor!

Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olduğu halde tarafsızlık ilkesine aykırı hareket ederek düzenlediği seçim öncesi konuşmaların birinde sarfettiği; ‘’400 milletvekilini verin ve bu iş huzûr içinde çözülsün” sözü çok konuşuldu. 7 Haziran seçimleri sonrasında aniden patlayan terör olayları ile birlikte bu söz tekrar hatırlandı ve bu söze değişik anlamlar yüklendi. Birçok kişi bu söz ile terör olayları arasında bağlantı kuruyor. Burhan Kuzu’nun seçim mağlûbiyeti ardından kullandığı; ‘’millet kaosu seçti!’’ sözü aslında gelecek günlerin habercisi gibiydi. Zâten Bakan Müezzinoğlu da ‘’başkan seçseydik bu kaos olmayacaktı’’ diyerek resmi tamamladı. Seçimin ardından PKK ile yürütülen ‘Çözüm’ süreci bir anda bitti ve neredeyse hergün şehit haberleri duymaya başladık.

Bu durum karşısında Bülent Korucu haklı olarak şöyle soruyordu: ‘’Demirel, Evren’e sormuştu: ‘11 Eylülde akan kan 12 Eylülde nasıl durdu?’ Biz de soralım: 6 haziranda akmayan kan 8‘inde neden akmaya başladı.’’ Twitter’ın takip edilen isimlerinden Bumerang17_25, ‘’Erdoğan kararını vermiş; ne pahasına olursa olsun parlementer sistemi kilitleyip, seçmene başkanlıktan başka çareniz yok diyecek’’ cümlesiyle aslında bir gerçeği özetliyordu. Seçim 7 Haziran’da olduğu halde Ağustos ayı sonu itibariyle hâlâ bir hükümetimiz yok ve Erdoğan dışında kimse de ne olacağını bilmiyor. Bu oyalamaya dönük belirsizlik stratejisi, toplum tarafından; ‘başkanlık yolunun taşları döşeniyor’ şeklinde yorumlanıyor.

Zâten Ağustos ayı içerisinde Erdoğan, yaptığı bir konuşmada; cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle yeni bir döneme girildiğini söyledi ve ‘’artık ülkede sembolik değil, fiili gücü olan bir cumhurbaşkanı var… ister kabul edilsin ister edilmesin. Türkiye’nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması gereken, bu fiili durumun Anayasal olarak kesinleştirilmesidir” diyerek anayasal dairenin dışına çıktı ve niyetini açıkça ifşa etti.

Erdoğan’ın hükümetin kurulamaması noktasındaki müdâhaleleri; bir anda patlak veren terör olayları ve ‘’millet kaosu seçti’’ sözleri eşliğinde okununca toplumda şüpheler iyice arttı. Yeniyön’den Emre Uslu, AKP’nin çözüm sürecinde PKK’yı nasıl güçlendirdiğini ele alırken ve Cemal Meray, gayri hukukî işlere bulaşmış ve kendisini kurtarmak için iktidarda kalmaktan başka seçeneği olmayan idarenin paramiliter yapılar yoluyla toplumsal çatışmayı tetikleyerek, varlığını korumak isteyebileceğine işaret ederek konuya iki farklı açıdan daha bakmamızı sağladılar. Faruk Arslan ise hükümetin IŞID’e verdiği desteklerden de örnekler vererek yapılan yanlışların ulaştığı boyutları daha iyi anlamamıza yardım etti. IŞID’e desteği alenî olan bir hükümetin benzer bir simbiyotik ilişkiyi PKK ile de kurmaması için hiçbir sebep yok.

Terörün, hükümetlerin çıkarları uğruna kullanılabilen bir araç olması yeni bir olgu değil. Birçok ülke bunu zaten kullanıyor. Fransa, ABD, Türkiye ve daha birçok ülke bu konuda sabıkalı. İngiliz doğumlu Amerikalı yazar ve gazeteci Christopher Hitchens, terörizmin [bir araç olarak kullanılmasının, U.T.] diktatörlükler veya diktatör olma yolundaki kişiler için ihtilâllerden daha iyi bir taktik olduğunu söyler. Zâten Hitler de meclisi yaktırmak suretiyle sistemi kilitleyerek iktidarı ele geçirmiş ve diktatoryasının temellerini o sâyede atmıştı.

Hâlihazırda şehit yakınları oynanan oyunları görmüş durumdalar. Her şehit cenazesinden hükümete ve Erdoğan’a karşı bir tepki seli yükseliyor. Bu gidişat öngörülememiş olacak ki; ilk şehit haberlerinin ardından AKP cenâhından bazı isimler, ölümlerin AKP’nin oylarını arttırdığına dâir yapılan anletlerden söz ediyor ve bunu ‘başarılı!’ bir gelişme olarak sunuyorlardı. Geldiğimiz süreçte artık şehit cenazelerine yalnızca Anadolu Ajansı ve TRT’nin alınacağı söyleniyor ve imamlardan halkı hükümete karşı temkinli olmaya çağırmaları isteniyor. AKP iktidarı döneminde sayıları 160’ı bulan yayın yasağı varken, pek yakında şehit haberlerine de yayın yaşağı konulursa hiç şaşırmam; hele erken seçim planları yapılma aşamasındayken…

Başkanlık yolunda yaşadığımız bu tür tehlikeli gelişmeleri endişe ile izlerken şehitlerimize rahmet, yakınlarına sabr-ı cemil diliyoruz!