2 Mart 2012 Cuma

HİLAL KAPLAN'IN KEMAL BURKAY'A MEKTUBUNA FARKLI BİR BAKIŞ

Bu yazı 2 Mart 2012 tarihli IV. Kuvvet Medya Gazetesinde yayınlanmıştır.


Geçenlerde Yeni Şafak’tan Hilal Kaplan, Kemal Burkay’a ‘’açık’’ bir mektup yazarak ana hatları ile kendisine şu konularda serzenişte bulunuyordu:

1.Burkay’ın, anadil, federasyon vb. konulardaki radikal görüşlerine rağmen kendisini baş üstünde tutan ve karşılayan bir devlet ve medya varken kendisinin neden hala bu imkânların büyük kısmını ‘PKK'yı devlet kurdu’ tezini “on farklı biçimde” anlatmakta kullanıyor olduğu.

2. Öcalan'ın devletten aldığı maaş bordrosu da gösterilse, yine de ona bağlı kalmaya devam edecek, bunun bir tür komplo olduğuna inanacak milyonların olduğu ve Burkay’ın (muhtemelen) bunun farkında olarak 93 yılında Öcalan ile görüştüğü ve bugün 93 yılına nazaran neyin değiştiği...
ve bu bağlamda dile getirdiği; ‘’Eğer dün barışın ve çözümün inşası için fedakârlıklar yapılıp baltalar gömülebildiyse bugün de olması gereken bu değil midir?’’ sorusu.

3. Burkay’ın Öcalan-Devlet veya PKK-Devlet ilişkisi gibi konular yerine bizlere anadilde eğitim, federasyon düşüncesi ve çözümün yollarını anlatması gerektiği. Bu bağlamda dile getirdiği; ‘’PKK'nın ne olduğunu şiddet sarmalı bittikten sonra da çözebiliriz ama bu süreçte kaybedeceğimiz bir gencimizin bile yaşamını geri getiremeyiz’’ sözü.

4. Özellikle 1980 öncesi diğer barışçıl Kürt grupları sindirilirken devletin PKK'ya destek verdiğine kendinin de inandığı ama "konunun bu olmadığı".

Bu hatları ile özetlenebilecek olan yazıya Burkay’dan cevap geldi doğal olarak. Kaplan yazıyı ilk olarak twitter’a koyduğunda kendisine kısa bir yanıt göndermiştim. Tam da tahmin ettiğim gibi, benim yorumum Burkay’ın cevabı ile ciddi şekilde paralellik arz ediyordu. Zira aklın yolu birdi. Kaplan’ın mektubundaki temel psikolojik hava, içerisinde hakikatten izler barındırsa da büyük resme dair bazı parçaları kaçırıyordu. Benzer bakış açısı maalesef Yenişafak’ta ve diğer bazı hükümet tandanslı medya organlarında yazan bazı kalemlerde; hatta bazı hükümet mensuplarında da var olduğu için ciddiye alınıp irdelenmeli.

Zira bu bakış açısı, uzun süredir PKK-Devlet-Ergenekon-Paşaların tutuklanması ilişkileri noktasında ve son olarak ta KCK operasyonları, MİT krizi-KCK-MİT-Öcalan bağlantıları gibi konularda yumuşak ve aşırı temkinli bir şekilde hareket ediyor. Buna karşın, bu konularda daha şahin bir yaklaşımı benimseyen Cemaat meyilli kesimlerin, CHP-MHP muhalefetinin, liberal bazı yazarların, hatta ‘’emniyetin’’ (bu sonuncusu, Ergenekoncu çevreler ile ortak olarak benimsedikleri bir zâviye) karşısında ise şahin kesiliyorlar. Zaten bu yazıyı kaleme almaya beni teşvik eden de Kaplan’ın yukarıda özetlediğim noktalar üzerinden Burkay’a da aynı refleks ile serzenişte bulunmuş olması..

Gelelim sadede...

Burkay'ın bulunduğu konumu bir sürecin başlangıcı olarak görmek daha yerinde olur. Kürtler yıllarca derin devlet-PKK-BDP-KCK-Öcalan ilişkisi üzerinden kandırıldılar. Ne Örgüt ne de BDP çevreleri gerçek manada Kürt halkının ihtiyaçlarından farklı motivasyonlar ile hareket ettiler. Bunun tıkandığı noktada da gene derin devlet eliyle ve Öcalan marifetiyle KCK palazlandırıldı (Bugün, 27 Şubat 2012). Aralarından bir aydının çıkıp; ‘’ey ahali kandırılıyorsunuz!’’ demesi şu anki süreçte önemli. Kendisinden bu zulmü değil de sadece dil, federasyon, çözüm önerisi gibi şeyleri anlatmasını beklemek, zulümden değil edebiyattan, çiçeklerden, aşktan bahsetmesini istemek gibi birşey olur. Öcalan-Ergenekon-KCK vb. ilişkiler Kürt halkına anlatılmadan yalnızca teferruata ait mevzularda at koşturulması zaman ve enerji israfı olur. Bu noktalarda da herkes Burkay gibi düşünmese de ana hatları ile çözümler zaten belli! Öncelikli olarak, Kürt kökenli kardeşlerimizin bağımsız düşünebilmesinin yolu açılmalı. Akabinde çözümler peşi sıra gelecek zaten. Burkay’da ‘’böyle bir durumda derin devletin PKK içindeki eli ve etkisi son bulmadan onu doğru yola çekmek mümkün mü?’’ diye sorarken bu noktaya işaret ediyor ve ‘’bu gerçek dile getirilmeden, PKK ve onu yönetenler teşhir edilmeden şiddet sarmalından çıkmak, barışçı bir çözüm bulmak mümkün mü?’’ diyerek konuya derinlik kazandırıyor. Ardından da haklı olarak soruyor: ‘’Eğer Kürt halkına karşı kurulan, zamanla aynı zamanda Türk halkının da içine düştüğü söz konusu tuzağa karşı Kürt ve Türk aydınları, siyasetçileri gerekli uyarı görevlerini yapsalardı, benim bu işe bunca zaman ayırmama gerek kalır mıydı? Ama söz konusu aydınlar ve siyasetçiler ya bu tuzağı bir türlü göremediler (bu vahim bir durumdur) ya da gördükleri halde şu veya bu nedenle sustular (bu daha da vahim bir durumdur).’’

Evet! Kürt kökenli kardeşlerimizin bağımsız düşünebilmesinin yolu açılmalı önce. Peki bu ‘bağımsız düşünebilme ortamını’nın tesisi sadece Kürt kardeşlerimiz için mi gerekli? Elbette hayır! Ülkenin geri kalanı da zaten ortadaki fitnenin üst yapısı konumunda olan Ergenekon Terörü üzerinden maniple edildiği için yargı-emniyet-ordu ve hükümet (hepsi olmasa da önemli bir kısmı) iş birliği ile yürütülen Ergenekon yargılanma süreci bu nedenle ayrı bir önem kazanıyor.

Bu yargılanma süreci Türk-Kürt ekseninde ve toplumun algılamalarında çok derin tesirler icra etti. Bazıları komplo teorisi replikleri ile geçiştirmeye ve eksen kaydırmaya çalıssalarda bu gelişmeler toplumda önemli bir paradigma değişmesine yol açtı.

Yukarıda işaret ettiğim noktanın ehemmiyeti bir kenara bırakılırsa, Kürt kökenli vatandaşlarımızın temel ihtiyaçlarının (din, dil, eğitim, maddi imkanlar, vs.) ilk derecede önem arz etmediğini söylemiyorum. Zira bir eğitimci olarak önemli bir eğitim sosyoloğu olan Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi Kuramı’ndan haberdarım. Bu kurama göre; insanların faklı ihtiyaçları arasında piramit şeklinde yükselen hiyerarşik bir ilişki öngörülür. En alt tabakadan piramidin tepesine doğru çıkıldıkça beş tabakadan oluşan insan ihtiyaçları; Fizyolojik ihtiyaçlar, güvenlik ihtiyaçları, sevgi ve aidiyet ihtiyacı, saygı ihtiyacı, kendini gerçekleştirme ihtiyacı şeklinde dizilirler. Kuram’a göre, bir alttaki ihtiyaçları karşılanan bir insanın bir üst tabakaya kolayca geçebildiği varsayılmıştır.

Bu bağlamda özelde Kürt kökenli vatandaşlarımızın ve genelde de (beyaz Türkler dışında kalan) Anadolu halkının daha en temelde ki fizyolojik ve güvenlik ihtiyaçlarının karşılanmadığı görülecektir (zayıf ve hantal adalet sistemi, terör, JİTEM, darbeler, 28 Şubat, vb. etkenler neticesinde). Örnek olması açısından; bu kuramın en üstündeki kendini gerçekleştirme (self-actualization) noktasına çıkan insan sayısı çok azdır. Mesela mankenlerin nü resimlerini yapan Kenan Evren ile bir kışlaya baskın yapılırken dahi golf oynayan komutanlar bu noktadadırlar.

Şimdi de (benim anlayışım nokta-i nazarından) bu kuram hakkındaki önemli bir kavram yanılgısına gelelim. Piramidin hiyerarşisi lineer değildir. Kuram, birey bazında bir çok ilişkiyi izaha yardımcı olsa da, özellikle toplumsal ilişkiler gibi çok kompleks konularda topoğrafik bir mahiyet kazanır. Hiyerarşik yapının katmanları arasında organik iniş-çıkışlar yaşanır. Konumuza dönersek; Kürt halkı (tıpkı diğer Anadolu halkı gibi, ama daha çok oranda) henüz temel fizyolojik ve güvenlik ihtiyaçları karşılanmadan ve dikkate alınmadan bir üst tabaka olan sevgi ve aidiyet ihtiyacı noktasından, KCK, Öcalan, PKK, BDP vb. fasit dairesinde bir yapay ‘’sevgi ve aidiyet’’ hissi ile kıskaca alınmış, kandırılmış ve zihinsel köle haline getirilmiştir.

Uzun lafın kısası, bu kardeşlerimiz bir üst ihtiyaç eksikliği noktasından yakalanarak fizyolojik ve güvenlik ihtiyaçlarının içerisine hapsedilmiş ve buradan çıkmaları, hem kendilerini savunan! kesimler (KCK, Öcalan, PKK, BDP vs.) hem de JİTEM-Ergenekon-Medya-Derin Devlet ilişkileri arasında çözümsüzlüğe hapsedilmiştir. Her iki taraf el birliği yaparak Güneydoğu bölgesine maddi ve ekonomik yatırımların-yardımların gitmesine engel olmuş; hem de aynı iş birliği ile halkın güvensizlik duygularını sürekli sarsıp durmuşlardır. Zira bu çevreler çok iyi bilmektedirler ki, Kürt halkının kendileri dışında bir kaynaktan bu iki temel ihtiyaçlarının karşılanması durumunda bir üst ihtiyaç katmanı olan sevgi ve aidiyet hisleri devlet-vatan-din birliği noktasına kayacak, aidiyet hislerinin maniple edilmesi zorlaşacaktır.

İşte tüm bu değerlendirmeler ışığında denilebilir ki, Burkay’ın ve Derin Devlet-Öcalan-JİTEM-KCK ortaklığı gibi ilişkileri irdeleyen kesimlerin ve onların gerçekleştirdikleri yargısal, psikolojik ve medyatik operasyonların şu an için hedefine koyduğu amaç budur. Bunlara paralel olarak zaten, fizyolojik ve güvenlik ihtiyaçların temini konusunda son zamanlarda Hükümet-Cemaat (buna bazı ülkücü, Kürt ve liberal kesimlerden de önemli bir destek vardır) ekseni bu noktayı da eksik bırakmamaktadırlar. Bu, zaten rahmetli Özal ile başlayan bir süreçtir. Şu aralar sadece biraz sekteye uğramıştır. AKP’deki kafa karışıklığı geçince de tüm hızıyla devam edecektir.

Tekrar başa dönersek, işaret ettiğim bu hususlar zaviyesinden meseleye bakılınca Kaplan’ın (ve onun gibi düşünenlerin) Burkay’a olan serzenişleri felsefi ve sosyal-psikolojik anlamda eksik bir bakış açısıdır (yanlış demiyorum). Bu yazı Cemaat-AKP ilişkisinin son MİT krizi açısından değerlendirilmesi konusunda yazmayı düşündüğüm yazıyı da böylece vacip hale getirmiştir.