20 Temmuz 2008 Pazar

YAĞMURDAN SONRA

Yazı yazmayı hobi olarak değerlendiren bir insanım; ancak itiraf etmeliyim ki, günlük köşe yazıları yazan yazarlara hep imrenmişimdir. Yazma duygusu içinize bir işlemeye görsün, artık her baktığınız nesne, her duyduğunuz hadise yeni bir yazının ilk düşünce mürekkeplerini işlemeye başlar zihninizde. Her an yazmak, yazabilmek istersiniz gönlünüzde.

Hayal aleminde mürekkebini harmanladığım, yazmayı arzu ettiğim bir takım konular vardı. Ne yazık ki doktora tezimi tamamlamak zorunda olduğumdan dolayı uzun zamandır zihnimde çok mürekkep kurutmak zorunda kaldım. Bunlardan birisi AKP’nin kapatılma mevzusu ile alakalı idi. Diğeri ise, yukarıda okuduğunuz başlığa ilham olan bir deneyim hakkında idi.

Başlıkta kullandığım ifadeyi Samanyolu TV’nin geçtiğimiz yıllarda yayınlanan o güzel dizisinden almadım. Fakat ne yalan söyleyeyim, yaşadığım o deneyimin ardından kafamda şekillenen yazının başlığını kurduğumda, yaptığı çağrışımlardan dolayı bu diziyi hatırlamadan da edemedim. Şimdi o olaya gelelim…

Nisan ayında idik. Amerika’nın güney eyaletlerinden birinde, sıcak ve nemli bir akşamın bağrında bir arkadaş toplantısındayız. Gurbette, sıcak bir muhabbetin ardından çay faslına geçiyoruz. Herkes ikili-üçerli ufak gruplar oluşturup farklı konuların akıntısına kaptırıyor kendisini. Bir arkadaşım, ben ve Türkiye’de herkesin yakından tanıdığı, eserlerini ve konuşmalarını ilgiyle takip ettiği çok ünlü bir profesör ile birlikte bir palmiye ağacının altındaki ufak bir beton zeminin üzerine çörekleniyoruz. Hoca, prosunu yakıyor ve derin muhabbetebimiz başlıyor. Ülke meselelerine ve Ergenekon’a dalıyoruz bir anda. Hoca dışında o gün orada bulunan her doktora öğrencisi, Ergenekon’un bir terör örgütü olduğunu düşünüyor. Hatta düşünmeden de öte, biliyor. Hoca, Ergenekon davası bağlamında yakalanan yada tutuklanan insanların bir kısmı ile tanışıklığı bulunduğundan dolayı konuya duygusal yaklaşıyor. Prosunun dumanını palmiye ağacının üzerimize sarkan dallarına doğru gönderirken bazı Ergenekoncuları kastederek, ‘’vatanını seven bir kaç kişi vardı, onları da tutukluyorlar’’ şeklinde bir düşünce serdediyor. Bu çok ünlü ve şahsende çok sevdiğimiz insanı kırmamak için muhalefet etmiyoruz. Kendisiyle bakışlarla anlaşıyoruz adeta. Hoca zeki bir insan. Oradaki her bir doktora öğrencisinin aksini düşündüğünü biliyor. Bazı Ergenekonculara karşı içinde bir sempati beslese de bu gençleri de Türkiye’nin geleceği olarak gördüğünden olsa gerek içinde oluşan duygu boşluğunun gözlerine yansıyışını önleyemiyor.

Bu belirsizliği dağıtmak için yakalanan Ergenekonculardan çok meşhur bir ismin Avrasya hareketine dikkat çekiyorum. Türkiye’de Cumhuriyet ve Doğan Medya okuyan azınlık bir kesim bu hareketin fikir babası olarak bu kişiyi görüyor. Kendisine bu hareketin fikir babasının Rus kafatasçısı bir Rus bilim adamı olduğunu ve Türkleri yok etmek gibi açıkça dile getirilmiş bir söylemi bile olduğunu belirtiyorum. Arife tarif gerekmezmiş ya hani… Ergenekon terör örgütü mensuplarının ancak şimdilerde ispatlanan ve dış güçlerle, misyoner bazı kliselerle olan gizli bağlantılarını hiç ele almama gerek kalmıyor. Kitaplarında Apo’yu öven, Atatürk’e hakaret eden bir adamın televizyonlarda nasıl Türkçülük ve Atatürkçülük tasladığına ise hiç girmeme gerek kalmıyor. Hocanın elbette bu terör örgütü ile hiç bir bağlantısı yok. Örgütün propaganda ağına yakalanan bir çokları gibi o da milli duyguları ile oynanmış, Atatürkçülük, vatan-millet sevgisi istismar edilmiş birisi.

Bu önemli mesajlaşma karşılıklı bakışlar altında devam ederken bir anda hocanın ayağının altında beliren ani bir hareketlenme dikkatlerimizi dağıtıyor. Nereden ve ne zaman geldiğini anlayamadığımız bir tarzda oturduğumuz beton zemin üzerinde sağa sola kıvranmakta olan bir solucan görüyoruz. Bir kaç saat evvel yağan yağmurun etkisi ile olsa gerek, kendisini dışarı atmış bir solucan bu. Hoca bu ani hareketlenmeyi ilk anda kestiremeyip korku ile irkiliyor. Sadece bir solucan diyorum kendisine. Sonra elime ufak bir dal parçası alıp toprağa sallıyorum solucanı. Ardından ise; ‘’senin yerin orası, burada kalırsan ölürsün’’ diyorum. Hoca kendisini toparlıyor ve prosundan derin bir nefes daha çekiyor. Evet! diyerek sözlerine devam ediyor: ‘’Bunlar böyle yağmurdan sonra nefes almak için dışarı çıkarlar, ancak bir süre sonra toprağa ulaşamazlarsa kuruyup ölürler’’ diyerek beni tasdik ediyor.

Bir anda konu değişiyor. Arkadaşım ve hoca yeni bir konunun altını ateşe vermek üzerelerken benim zihnimde bu yazının düşünce mürekkepleri akmaya başlıyor. Bir iki dakika gibi kısa bir sürede konunun ana hatları zihnimde oluşurken, sıra hemen başlığa geliyor. Bir solucanı bir de Ergenekon terör örgütünü düşünüyorum beynimin bir köşesinde. İşte bu düşünceler arasında gelip giderken bir anda ‘’yağmurdan sonra’’ diyorum kendi kendime. Evet! Yazının başlığı bu olmalı…

Arif okuyucuya tarif gerekmez ya, ben kendim için bir sağlamasını yapayım bu başlığın. Bizim Ergenekoncular da şimdi detaylarına girmeyeceğim bir yağmura aldanıp nefes alabilme psikozuna soktular kendilerini ve toprağın üzerine çıktılar. Aklıselim sahiplerinin o güzel tespitleri ile ifade ettikleri gibi… Anadolu’nun yükselen yeni sesi olayları hep sabırla takip etti. Kendi kendisine korku ve gelecek endişesi aşılayan ve içine düştüğü panik girdabının etkisi ile ‘nefes’ almak üzere kendisini ve ilişkide bulunduğu mensuplarının bir kısmını toprağın üstüne salan örgüt, kendisini bir anda Emniyet, Bürokrasi, Yargı ve Ordu’nun kendini terör örgütlenmelerinden arındırmak isteyen yüzü karşısında buldu. Her ne kadar örgüt o muhteşem propaganda gücünü kullanıp üzerine gelenleri Amerikan uşağı gibi göstermeye çalışsada aslında kendi liderliği boğazına kadar dış güç bağlantısına batmış durumda. Tutuklanan Tolon Paşa'nın ''bu bir okyanus ise ben bir damlayım'' şeklindeki beyanına bu gözle de bakmak yanlış olmaz zaten. Ufak bir seçim yağmurundan bile endişeye kapılıp kendisini yok olmanın kucağına atan örgüt aslında bizlere karnının ne kadar yumuşak olduğunu da göstermiş oldu böylece.

Yeri gelmişken Tolon Paşa'ya buradan en güzel cevabı gönderelim. Bu millet çok yol aldı Paşam. Okyanusları da aşmayı becerecektir elbet.

AKP'nin kapatılma meselesine de ufakça değineyim. Daha önceki bir yazıda da ifade etmiştim. Ortalığı bulandırmak isteyen birilerinin iddia ettiği gibi, AKP ve Ergenekon çekişmesi yaşamıyoruz Türkiye'de. Bunu elin The Economist dergisi bile anladı. Yaşanan mücadele devletin Anadolu'laşmış yeni yüzü ile Ergenekon terör örgütü, gayr-ı milli unsurlar ve dış güç destekli benzer oluşumlar arasındadır. AKP kendisini bu çekişmenin ortasında bulmuş, devletin yeni yüzünün harekete geçmesi için uygun bir zeminin oluşmasına katkıda bulunmuştur o kadar. Kapatılma davası açıldığından itibaren arkadaşlarımı asla ikna edemediğim bir konu bu. Ben sürekli olarak AKP kapatılmayacak diyorum. Onlar ise yayılan propagandadan etkilenip kesin kapatılır şeklinde düşünüyorlar. AKP, yapay propagandalardan ürküp, devletin yeni yüzünün kulağına çaldığı tavsiyelere kulağını tıkamasa ve gerekli demokratik düzenleme ve ekonomik atılımlara devam etse yetecek. AKP, ürkek kalmaya devam eder ve yapılan içi şişirilmiş propagandalara aldanıp yapması gerekenleri yapmazsa ancak işte o zaman kapatılma süreci kendini gerçekleyen kehanet şekline dönüşebilecektir. Çünkü bu ürkeklik devletin yeni yüzünün siyasi tedbirler bağlamında elinin Ergenekon terör örgütü karşısında zayıflamasına yol açacaktır ve AKP ancak o zaman kapatılabilecektir. Mevcut gidişat göz önüne alındığında AKP'nin kesinlikle kapatılamayacağını düşünüyorum. Kapatılsa bile bu Ergenekon adına geçici bir başarı sayılacak, hatta örgütün henüz toprak üstüne çıkmamış bazı mensuplarının yeni seçim yağmuru arefesinde ortaya çıkmasına yarayacaktır. Orta derecede kalan bir grup halen ortaya çıkmaya devam etmekteler zaten. Ergenekon hakkında; görmezden gelme, yok sayma, avukatlık üstlenme gibi taklalar atanlara dikkat ediniz. AKP'nin kapatılmaması durumunda zaten hali hazırdaki hukuki süreç devam edecek, örgütün içinde yaşanan çözülmeler ve birbirini satmalar devam edecektir. Örgütün milliyetçilik ve vatan kurtarma şeklinde cereyan eden sinsi ve yalancı propagandası altında hipnotize edilmiş bulunan bazı kesimlerin, ortaya çıkan suç delillerini görüp hipnozdan uyanmasıyla da örgüte en ciddi darbelerden birisi daha vurulacaktır.

Anlayacağınız yağmur halen yağmaya devam ediyor... Boşuna dememişler: ''Yağmur Rahmettir!'' diye.

20 Temmuz 2008

Not: Ben bu yazıyı yazdıktan bir kaç gün sonra kapatma davası neticelendi. Davanın açıldığı andan itibaren hep red kararı çıkacağını düşünmüştüm. Bu karar yukarıdaki yazının içeriğini daha anlamlı kılıyor. Kararın bu şekilde çıkması hem ülke içi hem de ülke dışı bazı dinamiklerin nasıl değişmeye yüz tuttuğunu gösteriyor. Yoksa biizdeki bazı faşist, hasta zihinli, okumuş cahil laikçilikçilerin adam olmaya başladığını, insafa geldiğini göstermiyor. İnlerine çekildiler ve topluma yeni bir bölücülük ısırığı atmak için fırsat kolluyorlar. AKP kendisine önerilen ekonomik ve kanuni düzenlemeleri yapmazsa bu süreç devam edecek. Yaparsa, devletin değişen yeni yüzüne yardım etmiş olacak ve böylece sorunun köklü çözümüne giden yol daha bir güvenle aşılabilecektir. AKP, uzun vadeli plan eksikliği ve belli kritik dönemlerde sergilediği çekingenliklerin bedelini ödemek üzere iken, devletin yeni yüzünün desteğini buldu arkasında. Şimdi geri ödeme zamanı. Zaten kendi sloganları da millete hizmet etmek değil mi? Artık kapatma vesair mazeretler de kalmadı. Bundan sonra ekonomi, sosyal refah ve demokrasi alanında atılmayan her adım oy ve prestij kaybı demek AKP için. 4 Ağustos 2008