12 Temmuz 2009 Pazar

AYŞE ARMAN'IN PSİKOLOJİSİ

Bu yazı 14 Temmuz 2009 tarihli IV.Kuvvet Medya Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

Önce Özkök duyurdu Arman'ın tesettür giyerek bizlere bir sürpriz hazırladığını. Bu haberi duyunca ilk tepkim, "acaba nasıl bir kışkırtmanın peşindeler" şeklinde oldu; hem de cümlede geçen çoğul ekini bilinçli bir şekilde seçerek... İkinci bölümü bugün yayınlanan yazı maalesef bu endişemde haklı olduğumu hissettiriyor bana. Zira, Arman'ın yazısının ardından 'karşı kesimin' bazı yazarlarının belli tarzda yazılar kaleme alarak mevzuyu daha farklı bir boyuta taşıyacaklarını ve tartışma konuları hiç eksik olmayan ülkemizde yeni bir tartışma konusu başlatacaklarını kestirmek hiç de zor değil. Baksanıza Ahmet Hakan bugünkü yazısında (13 Temmuz 2009) aynı konuyu kaşıyıp hiç gecikmeden 'Arman ajitasyonuna' malzeme sağlamış bile.

Hazırladığı yazı serisinin ilk ikisi yayınlandı henüz; ancak bu sefer çok kötü faka basmış Arman. Tesettüre girerek yaşadığı 'sıkıntıları' anlatırken kendisinin ve belirli bir kesimin iç hastalıklarını ve önyargılı dünyasını iyice deşifre etmiş. Ruhsal bir manik depresif psikoz yaşadığının bilincinde değil. Bu tür hastalarda kendine aşırı güven ve riskli işlere girişme istek ve arzusu doğar. Manik halde iken aşırı ve nedensiz gülme hali, depresif fazda ise sinirlilik hali hüküm sürer. Dikkat dağılır. Bir konu üzerine yoğunlaşma yeteneği zedelenmeye başlar. Karşı cinse de istek artar...

Arman'ın karşı cins yerine 'tesettürlü kadınlara' karşı olan saplantısı iyice dışa vurmuş ve kendisine böyle riskli bir işe girme ruh haleti kazandırmış. Her iki yazısını da okursanız yazıların genel karakterinin ''sinirimiz bozuldu...'', ''gülüyoruz'' kısır döngüsü ve haleti ruhiyesi altında yazıldığını hemen farkedeceksiniz. Arman'ın yazısındaki belirsiz ve ikilemli üslup bize şunu da gösteriyor: Bazı insanların yaptkları işin yanlışlığı vicdanlarının derinliklerinden yansırken zihinlerinin ön yargılı kalıplarına çarpar ve kendilerini; ''hayır hayır doğru olanı yapıyorsun devam et'' şeklindeki bir ruhsal ikilemin içine atarlar. Bu ikilemin oluşturduğu kısır döngü zaten manik-depresif döngüye girmiş bir bünyede böyle bir 'Arman sendromu' oluşturabilir.Oluşturmuşta...

Daha önce Amerika'da bu tür 'tebdil-i kıyafet' hatta 'tebdil-i mekan' yaparak belli bir grubun içinde yaşayan, sonra da bu tecrübelerini başkaları ile paylaşan çalışmalar, yazılar okumuştum. Arman'ınki bu okuduklarımdan son derece farklı. Çünkü o kişiler bu işi ellerinden geldiğince profesyönel bir tarzda yapmaya çalışmışlar ve bir takım araştırma teknikleri kullanmışlardı. Bu tür işler Arman gibi, başıma başörtüsünü geçirip 'bizim mahallede' bir dolaşayımda hem mahalle baskısı yapmadığımızı cümle aleme ispatlayayım! hem de şu başörtüsünün ne kadar ''huzursuzluk ve rahatsızlık'' veren bir bez parçası olduğunu tesettürlülerin suratına çarpayım önyargısı ile yapılmaz. Hürriyet gazeteciliği bu ise ona sözüm yok zaten.

Her iki yazısını da tamamen bu kavrayış ile yazmış ve gidip dolaştığı her yere bu önyargılar ile gitmiş kendisi. Arman'ın bilmediği bir gerçek de bu zaten. Batılı akranları bu tür işler içine girerken içine karıştığı grubu anlamak, tanımak; hatta bazen empati yapabilmek için girerler. Gazetecilik nasıl, neden, niçin, kim gibi soruların üzerine yoğunlaşan bir meslekse, o gazeteciler de bu tür sorular zihinlerinde olarak girerler bu tür çalışmaların içine. Oysa Arman'ın paragrafları içinde ''mahalle baskısı yok'' cümlesi çok sıklıkla kullanılıyor. Tesettürlü insanları bir şekilde anlamaya çalışmak şöyle dursun, aksine aşağılama üslubu hakim yazısında. Şu ifadelere bir göz atalım: ''Ninja kaplumbağa... Zulmün adı haşema... Karşı mahallenin kadınları... hiç yüzmüyorlar... Örtü gözünü değil, burnunu ortaya çıkarıyor... Kafamı cendereye sokulmuş gibi hissediyorum... Öyle bir baskı, sıkışıklık, rahatsızlık... Dünyayı 180 derece algılayamıyorum...Bir enerjim vardı, hayat akardı içimden, geçerdi, hissederdiniz, hissederdim. O şimdi yok. Ben sanki matlaştım. Kimse, benimle göz göze gelmek istemiyor. Yokum sanki...'' Bu ne tür bir nefrettir, ne çeşit bir öfke ve kin halidir anlamak mümkün değil.

Meğer tesettürlü iken 'kendi mahallesinin' lüks mekanlarına gidince hiç 'baskı!' olmamış kendisine karşı. Oysa satırları arasında bazı yerlerde nasıl yadırgandıklarını hatta Reina'ya zengin Arap taklidi yaptıkları halde nasıl alınmadıklarını anlatmak zorunda kalmış. Buna rağmen mahalle baskısı yok tezini gene vurgulamış ve Reina'ya alınmamalarını yadırgamak yerine ''arabamıza gidip güldük'' repliği ile geçirtirmiş. Adını da 'Reina'da Ayrımcılık' yerine ''Reina Komedisi'' koyarak üstüne toprak atmış bu mevzunun.

Arman ajitasyonu bunlarla da yetinmemiş. Ee! maksat ''bizim mahallede baskı yok-onların mahallede var'' önyargısını ispatlamak! olunca Fatih semtine hiç uğramamak olur mu? Uğramışlar tabi ki, hem de mini eteklerini giyerek. Yazısının bu bölümlerini sıksanız üslubundan, şimdi birisi çıkıp bize tokatı basacak beklentisi şırıl şırıl damlıyor. Ancak kimse çıkıpta 'ulan kafir, al şu tokadı' dememiş olmalı ki, bu bölümde okuruna aşılamak istediği önyargıyı da, ''bir tesettürlü'' bayandan yaptığı alıntı ile kapatmış Arman. Alıntı şöyle: ''Bir arkadaşımızı tokatlayarak sersem ettiler... Siz hiç durmayın, hızlı adımlarla caddeyi baştan başa yürüyün. Bir şey olursa koşabilirsiniz değil mi?" Meğer Fatih semtine kaçmayı bilmeyen giremezmiş. Bu tavsiyeyi de öğreniyoruz Arman ablamızın araştırmacı! kişiliğinden...

En başta belirttiğim gibi, Ahmet Hakan'ın ''tesettürlü kadınlara AKP'li erkek zulmü'' içerikli yazısı ile Arman'ın tesettürlü kadınları hem aşağılayan hem de erkekleriniz gül gibi yaşarken siz, bu hem size hiç yakışmayan hem de sıkıntı veren ninja kıyafetleri altında işkence çekiyorsunuz... tandanslı yazı dizisini yan yana koyunca midem bulanıyor. Girişte arzettiğim, yeni bir lüzumsuz; ama bilinçli bir tartışma konusunun nasıl fırına verildiğini üzüntü içerisinde izliyorum. Bu tür niyetler ile yazılan yazılar insanlarımızı bölmekten ve birbirilerine karşı olan önyargılarını kemikleştirmkten öte bir amaca hizmet etmez. Eğer amaç bu değilse, bu tür kısır döngülerin içinden çıkması lazım gazetecinin. Gazeteci birleştiri olmalı; bölücü değil. Toplumu aşağılamaya değil; anlamaya çalışan kişi olmalı. Gerçi Arman'dan çok şey beklememek lazım. ''Ben gazetemde başörtülü çalıştırmam'' diyen ayrımcı bir yayın yönetmeninin altında çalışıyor kendisi. Anlayacağınız Hürriyet gazeteciliği ülkemizi aydınlatmaya ve batılılaştırmaya! devam ediyor vesselam...

Not: Eğer hakiki bir hukuk devleti olsa idik Arman'ın yazısında ortaya çıkan Reina'nın ayrımcılık yaptığına dair delilin ve az önce alıntıladığım Hürriyet ayrımcılığının Cumhuriyet savcılarının ilgi alanına takılması gerekirdi. Henüz gerçek bir hukuk devleti olamadığımız için savcıları göreve çağırmıyorum tabii olarak. 13 Temmuz 2009