21 Haziran 2009 Pazar

Erbakan Ne Demek İstedi?

Bu yazı 22 Haziran 2009 tarihli IV.Kuvvet Medya Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

''AKP ve Gülen'e Tuzak'' konulu belge son D-8 toplantısı sonunda Erbakan'a da sorulmuş. Erbakan'ın bu soruya verdiği yanıt ise oldukça ilginç: "Bu konu hakkında hiçbir bilgimiz yok. Bilgimiz olmayan hususlarda herhangi bir şey düşünmemiz ve bir şey söylememiz mümkün değil" (Zaman, 21 Haziran 2009). İlk bakışta normal görünen bu cevap aslında o kadar da masum değil. Erbakan'ın pozisyonundaki bir insanın bu konuda "yeterli bilgim yok" demesi normal karşılansada, "hiçbir bilgim yok" ifadesini tercih etmesi kabul edilemez. Zira, darbeci ve muhtemelen Ergenekon sempatizanı kadroların koltuğundan ettiği eski bir Başbakan kendisi.

Gazeteci bu, rahat durur mu? Erbakan'ın bu muğlak ve kaçamak cevabından tatmin olmayınca aynı soruya cevap alabilmek için ısrarcı olmuş. Erbakan ise meseleyi ustaca bir 'Demirel manevrası' ile savuşturma yolunu denemiş. Eminim başarılı da olmuştur ve birazdan alıntılayacağım o ifadenin ardından o gazeteci bir daha üsteleyememiştir. Erbakan'ın cevabı şu: "İmam-ı Şafi, olmamış hadiseler hakkında fetva vermezdi." Erbakan ve Demirel'in nedense aynı tornadan çıktıklarını düşünmüşümdür hep. Bu cevabı okuyanların zihinlerini eskilere taşıyıp o klasikleşmiş Demirelvari üslup manevralarına bir göz attıklarını görür gibiyim.

Şimdi Erbakan'ın cevapları ile devam edelim. Gazetecinin ısrarı aslında işe yaramış. Çünkü, Demiralvari üslup, sadece 'geçiştirici', 'hakikatı unutturup dikkatleri dağıtıcı' fonksiyon eda etmez. Onun kendine has, üslubun ve kullanılan betimlemenin içine sinmiş bir hakikat payı da vardır; hakikatten, içteki asıl niyeti gösteren düşünceden kopmayan, kopamayan bir yanı da vardır. Çünkü kullanılan ifade ile bir yerlere mesaj gönderme ihtiyacı olur belli dönemlerde. Dikkat ederseniz bu ikinci cevap ilk cevabın masumluğunu ortadan kaldırıyor ve onu, 'hakkında hiçbir şey bilmediğim bir konuda konuşamam' ekseninden, 'ben aslen böyle bir belgenin ve imzanın varlığını kabul etmiyorum yada etmek istemiyorum' noktasına kaydırıyor. Arzu eden az önceki alıntıyı tekrar okuyabilir.

Aslında kimsenin kendisinden bu son gelişme konusunda "fetva" beklediği yok. Açıkçası ne düşündüğünün merak bile edildiğini düşünmüyorum. Tıpkı Demirel'in içinde bulunduğu durum gibi. Çünkü her ikisinin de artık hiçbir inandırıcılığı kalmadı insanların gözünde. Az önce de bahsettiğim gibi, mevzubahis darbeci çevreler bu iki ismin önlerine kaç kere taş döşediler; hatta bununla da kalmayıp alaşağı ettiler. O meşhur 28 Şubat döneminin izleri zihinlerimizde hala capcanlı duruyor. Nasıl bir 'modern' darbe ile başbakanlık koltuğundan edildiğini, o dönemde ne tür açık ve gizli tehditler, sıkıştırmalar yaşandığını bugün tek tek öğreniyoruz. Bu yüzden hapis cezası bile aldı Erbakan, ta ki Cumhurbaşkanımız Gül kendisini bu durumdan kurtarana kadar. Bu yaşananları kendisine gerçekten dert edinen bir siyasetçi, böyle bir soru karşısında kahramanca ortaya atılıp, bir kısım akl-ı selim sahibi insanın dediği gibi, 'mutlaka araştırılsın', 'konu sivil yargıya intikal etsin ve soruşturulsun', 'gerçekse gereken yapılsın ve sorumlular cezalandırılsın' diyebilirdi. Zikrettiğim sıkıntıları yaşamış bir "dava" adamı ve liderden de bu beklenirdi. Muğlak ve kaçamak ifadeler yerine bu tür bir üslup ile meseleye yaklaşsa idi, kimse de tutup kendisine 'ispatlanmadı, bilmeden ne konuşuyorsun' demezdi. O nedenle; kendisinin, ''bilmeden konuşamam'' şeklindeki yaklaşımı sadece bir kaçamaklık ve saptırma örneği. Başka türlü bir açıklaması yok bunun.

Hem, kendisi AKP ile ilgili konularda ve İsrail ile ilgili her hangi bir mevzuda şahin kesilirken; en ateşli, sert ve kesin yargılarla konuşurken, konu darbeciler, Ergenekoncular, 28 Şubatçılar, Batı Çalışma Grupçular olunca neden hep sessiz ve pısırık kalıyor. Bu hala çözülememiş bir muammadır. Bu son kaçamak cevapları verdiği ve organizatörlüğünü yaptığı D-8 zirvesinde söylediği bir başka söze göz atalım mesela. Zaman Gazetesi'nin haberine göre (21 Haziran 2009) Erbakan, konuşmasında, "dünya düzeninin yıkılması ve adil düzenin kurulması gerektiğini" söylemiş ve "bugünkü dünyanın Siyonizm'in eseri olduğunu" anlatmış. Sözlerine şöyle devam etmiş: "Siyonizm bir timsah gibi. Üst çenesi Amerika'dır. Alt çenesi Avrupa Birliği'dir. Kuyruğu İsrail'dir. Gövdesi, birtakım Müslüman ülkelerin yöneticileri, medyacıları, işadamları, işbirlikçileridir." İşte gördüğünüz gibi, ne kadar kesin ve net ifadeler. Sanki, bu iddiaların hepsi ispatlanmışta, Erbakan hoca bunları bilip haykırıyor. Müslüman ülkelerde kim İsrail'e hizmet ediyor tek tek biliyor. Oysa, her nedense her fırsatta kendisine çatmayı bir vazife bildiği İsrail'in ve o "timsah" siyonist rejimin 28 Şubat döneminde ordumuz ile yaptığı tatbikat, işbirliği, eğitim birliği, silah ve teknoloji alım satımı konularında hiç bir şey söylemiyor. Üstelik o dönemde kendisi Başbakandı ve koalisyon ortağıydı. Buna rağmen kendisini alaşağı etti o çevreler. O gün bu gündür, varsa yoksa hala İsrail'e çatıp duruyor. Bu darbeci çevreleri İsrail kadar yerden yere vursa, bildiklerini; hatta sadece yaşadıklarını anlatsa, millete daha çok hizmet etmiş olurdu kendisi.

Erbakan'a yöneltmek istediğim bir kaç soru ve bir uyarı ile bitireyim. Sayın Erbakan: Neden susuyor ve konu ordu olunca bu kadar pısırık oluyorsunuz? Sizi takip edenleri 'her şey Siyonistler'in başının altından çıkıyor' söylemleri ile galeyana getirmekten ne zaman vazgeçeceksiniz? Bunun gerçekten bir faydası olduğunu düşünüyor musunuz? Müslümanların asıl sorununun kendi kusurlarında olduğunu, çözümün de yine kendilerine çeki düzen vermekte yattığını ne zaman göreceksiniz? Halihazırdaki 'çözüm üretmeden düşman üreten' tavrınızın Yahudi avı dışında bir işe yaramayacağını göremiyor musunuz. Bu hatayı Hitler yapmıştı zaten. İsrail'in gücünü neden bu kadar büyütüyorsunuz? Bu insanları galeyana getirmekten ve size oy verdirtmekten başka ne işe yarayacak? Diyelim ki oy verdiler ve başa getirdiler? Dikkatlerimizi üzerine çektiğiniz bu 'siyonist tehlikeden' bizi kurtarmak için somut olarak ne yapacaksınız? İktidara da geldiniz. O zaman bu konuda neler yaptınız? Mesela, az önce altını çizdiğim gibi, sizin döneminizde 'Siyonist İsrail' ile yapılan işbirliği ve anlaşmalara neden göz yumdunuz? Ya da önceden yapılanlara çomak sokmaya ve siyonist rejim ile mücadeleye hiç giriştiniz mi? Ya da sizden önce yapılan bu yöndeki bazı 'hataları' tesbit edip düzelttiniz mi? AKP için meydanlarda; bunlar "Bizans'ın torunları" şeklinde çok kesin "bilgilerle" konuşabildiniz de, darbeci komutanlar hakkında hala neden konuşa mıyorsunuz? Demirelvari üsluplara ve 'siyonist' karşıtı söylemlere karnımız tok artık. Ama inanın, şuracıkta bir kalemde aklıma gelip sıraladığım soruların cevaplarına açız. Bizi doyurur musunuz lütfen? Ve bir düzeltme... "Olmamış hadiseler" konusunda sadece İmam Şafi değil hiç bir imam fetva vermezdi. Meselenin dindeki fıkhi boyutunu suistimal etmekle kalmayıp, kusura bakmayın ama, iyi bir laf-ı güzaf etmişsiniz; gazeteciyi geçiştirmek ve gerekli yerlere mesajınızı iletmek için. 21 Haziran 2009