Bu yazı 14 Temmuz 2015 tarihinde Yeniyön.tv de yayınlanan köşe yazısıdır.
Mevcut siyasî, hukukî ve ekonomik şartlar, siyasî atmosferimizin
oluşturduğu kısır döngüler ve sosyo-politik gerçekliklerimiz göz önüne
alındığında AK Parti için bir gelecek görmekte zorlanıyorum. Yaklaşık 13
yıla yaklaşan iktidarı döneminde halk AK Partiye diğer partilere nasip
olmayan ölçülerde, Turgut Özal’dan bile daha çok, ikramlarda bulundu:
Koalisyonsuz hükümetler, Cumhurbaşkanlığı, sivil anayasa için referandum
desteği… En önemlisi de; halk, AKP’ye değişim adına güvenmiş, umut
bağlamıştı. Buna Kürtler, Aleviler, liberaller ve Cemaat de dahildi.
İlk olarak liberallerle ayrıldı yollar, ardından da Aleviler, Kürtler ve
Cemaat. Velhasıl toplumla kaynaşılamadı. Devlet yardımı alan
milyonlarca insanın göbek bağı, belirli vaadlerle ‘biat’ ettirilen dinî
kesimler, fırsatlardan istifade eden yüzbinlerce partili ve şiddetli bir
medya propagandası olmasa 7 Hazirandaki seçim hezimetinden çok daha
önce tökezleyebilirdi AKP gemisi.
Toplumun sunduğu altın fırsatları doğru okuyamadı yada okumak
istemedi AKP. Bu nokta sosyologların ve politik analizcilerin yakın
gelecekte en çok üzerinde duracakları husus olacaktır. AKP’nin
İslâmcılığı tartışması bile bu bağlamda değerlendirilmelidir.
Halkımız AKP’ye politika tarihimizde görülmemiş şekilde, askeri
vesayetin bitirilmesi adına, Ergenekon operasyonu üzerinden destek
verdi; savcısıyla, polisiyle, istihbaratçısıyla hatta askeriyle.
Kendisine önemli bir hareket alanı açtı. Kalbe giden tıkanmış bir damarı
açma operasyonu idi bu âdeta. Demokrasi bünyesinde kan dolaşımı normale
dönecek; tüm dolaşım sistemi (yasama, yürütme, yargı) uzun bir aradan
sonra ilk defa ahenk içinde çalışabilecekti. Normal çalışabilen devlet
bünyesi ontolojik kimliğine dönebilecek; aslına rucû edecek ve aslî
sorumlulukları olan demokrasi, ‘adâlet’ ve ‘kalkınma’ gibi değerler
üretebilecekti.
Okyanusta gemisine bindiği kaptanın pusula bilgisine ve vizyonuna
güvenmişti millet; ancak kaptanın, pusulasına değil de etrafındaki
korsanlara ve rüzgarın hiç kesilmeyeceğine olan inancına güvendiğini
17-25 Aralık vesilesiyle anlayacaktı. Meğer maksat sahile ulaşıp
medeniyete kavuşmak değil; define avcılığıymış!
AKP yanlış tercihlerin ve lider hırsının kurbanı oldu. Toplumsal
enerjiyi fayda üreten bir harekete değil, ihtirasının öngördüğü
şekillerde dönüştürmeye harcadı. Bunun böyle olduğu 17-25 Aralık
sürecinde gün yüzüne çıktı; adalet sistemine müdahale, karalama
kampanyaları, gazeteci tutuklamaları, İnternet yasakları, yalan ve
iftira haberleri ile susturulmaya çalışılan muhalefet, cadı avı… Tüm
bunların batmak üzere olan Titanik’in çıkardığı son sesler olduğu
yakında görülecek. Titanik buz dağına çarptığında eğer dursaydı ya
batmaz ya da çok daha yavaş batardı diyen uzmanlar vardır. Onlara göre,
durulmadığı ve kaptan yanlış manevra yaptığı için geminin alt
güvertelerinin daha hızlı su alması sağlanmış oldu. 17-25 Aralık sonrası
AKP’nin Erdoğan kaptanlığında yaptığı hızlı ve değişken manevraları
böyle okumak lazım.
Nihayetinde 7 Haziran seçimlerinde de görüldüğü gibi mevcut toplum
desteği kaybedilmeye başlandı. Birçok AKP’li bile kaybın nedenini
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olduğu halde sisteme müdahalesine, Reza’nın
desteklenmesine ve yapılan yanlışlara bağladı. Bunca yıllık iktidarın
ardından ülkeyi dönüştürme adına bir çok fırsat kaçtığı gibi, ülke çok
büyük enerji ve itibar kaybına uğradı. Sadece içindeki insanlarla değil,
o büyük cüssesine güvenen kibri ile de batmıştı ‘’Batmaz’’ denilen Titanik; tarihe öyle mâl olmuştu.
Yakında bu gemi de batar; kurtulabilenler kaçar. Ayrıca,
batmak üzere olan bir geminin kaptanını değiştirerek gemiyi batmaktan
kurtaramazsınız. Havuz medyası mı? Merak etmeyin! Titanik batmak
üzereyken gemideki müzisyenler hâlâ çalmaya devam ediyorladı.