19 Aralık 2007 Çarşamba

'KÖYLÜ MİLLETİN EFENDİSİDİR' SÖZÜ KİME AİT?

Bu yazı 24 Aralık 2007 tarihli IV. Kuvvet Medya Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

Beyler!, Efendiler!... Bir mevzu, öfke girdaplarının helezonik dalgalarına kapılarak tartışılınca başlar döner, düşünceler bulanır ve virtigo duygusu oluşur. Bu, gerçek ile algılama şekli (ve algılanan şey) arasında hasıl olan bir nevi uyumsuzluktan kaynaklanan bir düşünme (baş) dönmesi halidir. Böyle bir halet-i ruhiye içerisinde tartıştıklarını yada analiz (yorum) yaptıklarını sanarken ciddi hatalar yapanlar görülür; zira hakikat zannedilen görüntü artık muntamıs (belirsiz) bir hal almıştır.

Pek değerli piyanistimiz Fazıl Say'ın talihsiz beyanlarının hasıl etmiş olduğu böyle bir girdap, birileri açısından cezbedici bir mahiyete sahip olduğundan olsa gerek, benzer bir virtigo etkisi doğurdu. Zaten basınımız ekseriyeti itibari ile buna çok müsait. Say'ın sanatçı kişiliği de bu beyanda yorum yapanları iyice cesaretlendiriyor olmalı. Oysa bırakın Say'a destek olmaya çalışan yazıları, onu anlamaya çalışan yazılarda bile ciddi düşünce bulanmalarının izleri görülmekte. Bu tür yorumlara imza atan kişilerin bazı ifadelerinde ufak tefek hakikat kırıntıları bulunsada, meselenin en temel noktasında gözlerinden kaçan bir ayrıntı var. O da; Fazıl Say'ın söylediklerini haklı gösterecek hiç bir temel dayanağı olmaması gerçeği ve hakikatten uzak, mesnedsiz tahlilleri!

İşte bir kısım yazarlar Say'a destek vereyim derken, ya da tam yeri gelmişken bir AKP eleştirisi daha geçeyim şeklinde hareket ederken böyle bir yanlıştan yola çıkıyorlar ve bir hakikat arayışına girişiyorlar. Oysa bir yanlışın kendisinden değil, anti-tezinden hakikat tekevvün eder. Bu bağlamda ben de birtakım anti-tezler üretip, Fazıl Say hadisesine o zaviyeden bakmaya çalışacağım.

Fazıl Say'ın ifadelerinde mündemiç (bulunan) yanlışların tahlilini sunmak, meseleye açıklık getirmek açısından önemli. Sözlerinin arasında; ''Ortaçağ karanlığı, bütün aydınlarımız gibi beni de kaygılandırıyor'', ''İslamcılar zaten kazandı, biz yüzde 30 onlar ise yüzde 70; biz artık azınlıkta kaldık, dışlanıyoruz''... şeklinde beyanları var Say'ın.

Bu sözleri duyduğunda hemencecik yukarıda altını çizdiğim virtigo etkisinin (düşünce bulanıklığının) girdabına kapılanlar var. Kimse kusura bakmasın; ancak bu 'aydın' piyanistimizin mezkur değerlendirmelerinin, söylediklerini haklı gösterecek hiç bir temel dayanağı yok; hakikatten ve gerçekten uzak; birtakım mesnedsiz tahliller barındırdığı da aşikar.

Bir kere, AKP'nin yüksek oranda bir oy almış olması (o da yüzde 47; 70 değil), velev ki yüzde 90 bile olsa, gerçek bir tehlikeye işaret etmiyor. Zira, herkes iyi biliyor ki (endişe izhar eden efendiler bile) bu oyların yekünu ''İslamcı'' bir kesimin oyları değildir. AKP, kabul etsenizde etmesenizde çok farklı dünya görüşlerine sahip ve özgür iradeli bireylerin oylarını alabilmeyi başarabilmiş bir partidir. Haddizatında ülkemizde, belki yüzde ikileri geçmeyecek bir azınlık dışında, ''İslamcı'' olarak nitelendirilebilecek bir çoğunluk da yoktur. Adı geçen tabirin kullanımı bile yanlıştır. Batı'nın dar; bizdeki aydın geçinenlerin ise daha geniş bir dairede, ''İslamcı'' tabirinin içine dahil etmeye çalıştıkları manalar hakikat planında İslam'ın kendisinin red ettiği, özünde taşımadığı, o nedenle bünyesine asla kabul etmeyip, ilk fırsatta kusacağı bir takım anlayışlardır. Bunun detayları başka bir yazının konusu...

Bu nedenle, Say'ın işaret ettiği tehlike aslında sanal olan, belli bir paranoyaya dayanan, sağlıksız, gerçek dışı, abartılmış, tehlike olmadığı halde zorla o şekilde kabul ettirilmeye çalışılan bir olgudur. Meselenin özelde AKP kadrolarına, genelde bu ülkenin dindarlarına bakan yönü ise bir grup insanın, ne yaparsa yapsın mutlaka kötü niyetli olduğu savına ve paranoyasına hapsedilmesi ile alakalıdır; 'niyet okuma' hastalığının tezahürleridir. Ne Türkiye'de, ne de dünya genelinde öyle 'öcü' kılıklı, art niyetli, yok edici, dışlayıcı, bağnaz bir ''İslamcı'' gelişme yoktur. Belli Müslüman ülkelerde (nedense çoğunun başında da Batı'nın atadığı nesiller başta) statik bazı yerel, kültürel, maddi ve politik sorunlar hakimdir o kadar. Ortada sadece, etrafına örülmüş zorbalık kabuğunu kırıp hayat bulmaya çalışan İslami değerler vardır. Ladin, Taliban, El Kaide gibi olgular bir gelişme değillerdir; bir dayatmanın kısa sürecek olan neticeleridirler o kadar. İslam'ın doğasına ait bir gelişme ise asla değillerdir. Toplumlara 'öcü' tasvirleri pompalayan bir takım elitlerin asıl korktukları şey, işte bu İslam'ın öz mahiyeti ve önlemeyen yükselişidir. Yoksa, Ladin, Taliban ve benzerleri gibi gulyabanilerden en çok Müslümanlar rahatsızlar bugün. Gerçekten samimi iseler normal Müslümanlara onları kültürle, eğitimle yok etme imkanı versinler bakalım, verecekler mi? İhaleyi almaya hazırım...

Fazıl Say hadisesi ile devam edelim...

Ülkemizde sadece AKP iktidarına atfedilemeyecek bir gelişme ve zenginleşme var. Sadece maddi imkanlar değil, düşünceler de evrimleşiyor. İnsanlar daha açık fikirli ve eğitimliler. Dışa açık bir hale gelmeye başladılar. Birbirlerine karşı bile eskisi gibi düşmanca duygular beslemiyorlar, bütünleşmeden, kardeşlikten yanalar (Sünni, Alevi, Türk, Kürt, vs.). Bu senelerin ürünü olan, tabandan gelen bir dönüşüm. AKP halkın bu dönüşümünü kısmi de olsa başarı ile okuyabilmiş bir partidir o kadar. Belli konularda tercihini bir takım politik statükolardan değil, halktan yana kullandı ve kazandı AKP. Son seçimlerin hemen akabinde bir DTP'li yetkilinin bile ''biz, halktan kopuk yaşadığımız için kaybettik'' şeklindeki itirafları bunun bir göstergesi idi adeta. Bazı aydınlarımızın demokrasi mevzubahis olunca anlayamadıkları bir husus var: O da, demokrasilerde partilerin değil, her zaman halkın kazanacağı gerçeğidir. Halkın tercihlerini bir gün AKP de dinlememeye başlarsa yüzde 15 oy bile alamayabilir. Eğer, bugün AKP'nin temsil ettiği dönüşüm CHP tarafından temsil edilebilmiş olsaydı benzer oranda oy alabilirdi bu partimiz de. O zaman, sanal bir ''İslamcılık'' tehlikesinden bahsetmiyor olurdu oligarşik elitlerimiz.

Peki benim bile meseleyi izah ederken kıyısına sığındığım ''dönüşüm'' ifadesi ne anlama geliyor? Söyleyeyim: Bu, ''İslamcı'', dini bir tehlikeye değil; halk bazlı bir değişime tekabül ediyor. Elimizde; aldığı eğitim sayesinde ve gelişen dünya şartlarının cenderesinde kabuğunu kırmayı başarmış, hayattan ve mevcut devlet yönetimi anlayışından daha farklı beklentiler içerisine girmiş, yetersiz ekonomik uygulamalardan bıkmış, değişiklik arayışı içerisinde olan bir halk kitlemiz var artık. Bir takım aydınlarımızın ve sanatçılarımızın göremediği gerçek işte budur. Muhafazakarlaşma eğilimi bu değişen kitleyi tanımlayan husuiyetlerden sadece bir tanesi; onu tek başına tanımlayan bir kabiliyet değil; sadece itici bir güç. Bu sadece ülkemize ve İslamiyet'e ait olmayıp, tüm dünyada hızla yayılan bir olgudur. Belli kesimler bu süreçte iki korku ürettiler kendilerine. Şu an bu gücü en ön cephede İslam temsil ediyor. İki korku nedeninin birincisi işte bu. Diğeri ise, halkın ''köylülükten'' sıyrılıp, ''efendiliğe''; hizmetçilikten terfi alıp, ev sahipliği konumuna yükselme istek ve gayreti... Cumhurbaşkanımız Gül, '' Cumhurbaşkanı olmam sınıfların kırıldığının göstergesidir'' derken bu hakikate işaret ediyordu.

Yeri gelmişken şu ''Ortaçağ karanlığı'' konusunu da araya sıkıştırıvereyim hemen. Dünyanın hiçbir yerinde hiç bir kimsenin bir yerleri ''Ortaçağ karanlığına döndürdüğü'' yok. Yapamazlarda... Çünkü eskiye ait olan bu dönemin temel dinamiklerini nasıl hayata geçireceklerini bile bilmezler. Onu bir kere başaran oldu: O da Batı'nın kendisi idi. Sonrası ise gördükleri kabuslardan ibaret o kadar. Mesele zaten, gerçek bir Ortaçağa dönme eğilimi değil; az önce resmettiğim gibi, dünya genelinde ''köylünün'', ''halkın'' artık dönüşüyor olması meselesidir. Asıl sorun, Türkiye'de olduğu gibi dünya genelinde de bir takım oligarşik elitlerin bu gelişmelerden büyük rahathızlık duyuyor olmalarında ve bunu hazmedemeyip hır gür çıkarıyor olmalarındadır. Bu bağlamda Say hangi ülkeye gitse, benzer bir çekişme kendisini orada da takip edecektir.

Fazıl Say'ın ''alıp başımı gideceğim'' şeklindeki resti ile bunun bağlantısını nasıl mı kuruyorum? Elbette kendi ifadelerinin tahlilinden ve destek veriyorum derken bilerek yada farkında olmayarak bu noktalara değinen bazı yazarların ifadelerinden...

Bahane ile meseleyi AKP'nin üzerine yıkmaya çalışan Ahmet Hakan bile yukarıda izah ettiğim gerçeği itiraf etmiş; ''sorun, 'din kaynaklı bir hareketin ülkeyi ele geçirmesi' sorunu falan değildir...'' derken... Ancak yazısının devamında bakın neler diyor: ''Köylülük sinsi bir şekilde ülkeyi zaptediyor... Sevgili Fazıl... 'Köylülük' adını verdiğimiz olgu, 'halkın değerleri' kisvesine bürünüp, sinsi bir şekilde ülkenin bütün alanlarını zapt ediyor. Ve sen aslında buna isyan ediyorsun... Hemen söyleyeyim dostum, teşhisinde olmasa bile isyanında sonuna kadar haklısın... Yani... Sevgili dostum... Teşhisi, 'İslamcılar geldi! Eyvah' diye ortaya koymak yerine... 'Köylüler geldi! Eyvah' diye ortaya koymaya ne dersin?''.

Bu sözlerde yer alan itiraflar ne anlatmaya çalıştığımı sanırım özetliyordur. Hakan, gene yanlış bir tahlile dayanarak, ''köylülük'' ile ''halkın değerleri'' kavramlarını birbirinden ayrı şeylermiş gibi göstererek, yazısının başka bir yerinde AKP'yi bu değerleri kullanmak ile itham ediyor. Yani, halk arasında gerçekte var olan ve yukarıda izahını yaptığım doğal gelişmeleri göremeyip, ya da (ona değişmeyi layık bulmayarak) aşağılayarak meseleyi 'halkı kandıran AKP' ve 'sinsi köylülük anlayışı' (her ne demekse) belirsizliklerine indirgemeye çalışıyor. Köylülük ne zamandan beridir sinsi ve tehlikeli bir güç oldu. Bu nasıl bir anlayıştır ki, düşmanı olduğun AKP'yi ''İslamcılık'' gibi kendi üretiminiz bir korkuya değilde; Atatürk'ün övdüğü bir olguya layık görüyorsunuz. Yoksa, ''köylü bu milletin efendisidir'' sözü Atatürk'e ait değil mi?

Hiçbir zaman anlayamadığım bir mevzudur bu. Bizim elitler son derece Atatürkçü geçindikleri halde, onun efendilik makamına layık gördüğü insanları neden aşağılarlar ve nihayetinde onları ülkeyi ele geçirmeye çalışan ''sinsi bir tehlike'' olarak nitelendirirler? Sizi bilemem; ama bana bu elitlerin ve aydın nüsvettelerinin gerçek manada Atatürkçü olmadıklarını bir olgu ile kat'i bir şekilde ispat et deseler; işte onlardaki bu halk korkusunu, köylü korkusunu gösteririm. Yakın tarihimizde bir siyasi önderin bir grup insana (askere) söylediği, ''sizin gerçek düşmanınız halktır'' şeklindeki sözlerini hatırlayınız. Bu tesbitlerimi değerlendirme işini geleceğin sosyologlarının hakemliğine bırakıp devam edeyim.

Sevgili Fazıl ve onun gibi düşünen azınlık!...

Ertuğrul Özkök, her ne kadar ''kesin tavrını'' açıklayıp ''ben Fazıl Say'ı anlamaya çalışacağım'' desede, asıl anlamaya çalışmanız gereken kesim halkın kendisidir. Şimdiye kadar itilen, horlanan, aşağılanan, dışlanan, tercihleri görmezden gelinenler hep ''halk'' oldu, ''köylüler'' oldu. Bu insanların başı örtülü kızları, verdikleri oylar ve yaşam şekilleri oldu. Oy verip AKP'yi seçtiler: ''Ahmaklar'' dediniz. Onların özgür bir irade sergileyemeyecek kadar yetersiz bir yığın olduğunu kabul ederek, oyunu bir kuruşa sattı dediniz. Bu da yetmedi onu, ''Göbeğini kaşıyan adam'' diyerek tahkir ettiniz. Değer verdikleri İslam'ın, ilme, gelişmeye karşı bir din olduğunu söylediniz... kızlarınızı o nedenle okutmuyorsunuz dediniz; o kızlar üniversite kapılarına gelince de, ''eyvah meğer başları örtülü imiş'' telaşına kapıldınız... ve önceden (gayr-ı samimi bir tarzda) davet ettiğiniz kapılardan onları geri çevirdiniz... Sizler, kendi kendinize ürettiğiniz sanal bir tehlikeden korkup ''çeker giderim'' derken, o kızların binlercesi gerçek bir korku ile tanışmışlar ve okumak uğruna ülkelerini çoktan terketmeye zorlanmışlardı bile... Sizlerdiniz, ''illa din istiyorlarsa, solculuk istiyorlarsa'' onları da biz getiririz diyenler ve onlara bir düşünme yetisini bile çok görenler... Kılık kıyafetlerine bakarak onları sınıflandıranlar ve dışlayanlar sizlerdiniz... ama nedense ''bir gelirlerse bizim kılık kıyafetimize karışırlar'' diyenler de sizlersiniz... Sonra, onları Sünni, Alevi, Kürt, Türk, sağcı, solcu şeklinde kamplara ayıranlar da sizler oldunuz hep. ''Biz yüzde 30, onlar yüzde 70...'' derken de yanılıyorsun dostum. Siz asla yüzde otuz olamadınız. Bir gün yarattığınız sahte korkular perdesi dağıldığında bir çok insan şimdiye dek nasıl kandırıldıklarını anlayacak ve diğer yüzde 70'in yanında saf tutacaklar. Sizler yüzde ikilerle bile zor temsil ediliyor hale geleceksiniz bu ülkede.

İçinizde hasıl olan kaçma dürtüsünün asıl nedeni aslında; ''acaba bizim yaptıklarımız karşısında bizden öc alırlar mı?'' korkusundan kaynaklanıyor... bilirim... öyle ''laiklik elden gitti'' masallarına sığınmanıza gerek yok. Ama korkmayın! Bu halk, bu köylü, sizler gibi dışlayıcı, hayatı zindan edici değildir. Onlar Yunus Emrelerin, Mevlanaların, Hacı Bektaşların torunlarıdırlar. Başka ülkelere kaçmanıza gerek yok. Kabuğunu kırıp kendi olarak dışarı çıktıklarında bile sizleri insan olduğunuz için sevmesini bilir onlar, yürekleri geniştir, bağışlayıcıdırlar. Ve o halk, asla sizin sandığınız gibi ''İslamcı'' ve sanal bir öcü değil; Sünni'siyle, Alevi'siyle, Laz'ıyla, Çerkez'iyle, Türk'üyle, Kürt'üyle, başı açığıyla, kapalısıyla, halk olan halk, ''efendi'' olan köylüdür. Değerleri bütünlüktür, birliktir, kardeşliktir, özgürlüktür, saygıdır, hoşgörüdür, rahat ve huzurlu yaşamdır. Artık bu değerlerin baskı ile zapt-u rapt altına alınamayacağı dönemlere, bu halkın kendisi ile alay ettirmeyeceği dönemlere yaklaşıyoruz. Korktuğunuz değişim aslında budur. Ülkeyi terketme kabusları görmenize, korkmanıza gerek yok. Korkması gereken birisi varsa o da; bunca korkunun ardından ülkenin yularını tekrar ele almanız durumunda, size yaşattıkları o kısa korkudan dolayı, sergileyeceğiniz daha büyük baskılardan ve zulümlerden çekme ihtimali olan bu halkın ve köylünün kendisidir.

Fazıl Say'ın bu çıkışı münferit bir hadise mi yoksa birilerinin gazına mı geldi bunu şimdiden kestirmek güç. Say'ın sonradan yaptığı ''tam da öyle demek istememiştim'' tarzı dönüş beni böyle bir belirsizliğin içine itiyor. Münferit bir hadise bile olsa belli çevreler mevzuyu ısıtıp ısıtıp, kendi dar çerçevelerinden bizlere sunmaya, onu kaşımaya devam edeceklerdir. Düşünsenize... ''Müzik ve sanat düşmanı AKP'' propagandası bile yürütebilirler bu hadise üzerinden. Yani bir Talibanlaştırma propagandası... Neyse, her iki durumda da Say özür dilemeyecek nasıl olsa... 19 Aralık 2007