Bu yazı 21 Temmuz 2015 tarihinde Yeniyön.tv de yayınlanan köşe yazısıdır.
Adalet, ‘’toplumdaki ve insandaki umumi ahenk ve dengeyi sağlayacak
değerler bütünüdür’’ (Fethullah Gülen). Toplumu ve insanın mâhiyetini
dengede tutar; onları ifrat ve tefritlerden korur. Toplum içinde
karşılıklı güven, sadakat, itaat ve birlikte yaşama duygularını besler.
Mâide suresinde (5/8) belirtildiği gibi; ‘’takvâya en çok yakın olan’’
şeydir adalet. Aynı takvâ; yine Kur’ân’ın işaretiyle (Hucurat, 13) Allah
katında insanların derecesini, konumunu belirleyen bir kabiliyettir.
Adalet gibi bir değerler bütününe sahip olabilen insanlar nasıl
üstünlüğün belirleyicisi olan takvâya en yakın konumda iseler, adalet
ile yönetilen devletler de diğerlerine göre daha üstün ve Hakk’a en
yakın konumda olanlardır. Adalet öyle önemlidir ki, Gülen’in yorumu ile,
Nahl suresinde (16/90) insana ‘’ilk önce adalet emredilir, sonra ihsan
gelir.’’ İhsan ki; insanın Allah’ı görüyor gibi kulluk yapması, ibadet
etmesidir. Kendi içinde bir ahenk ve denge yakalayamamış ve gerekli
adalet duygusunu geliştirememiş bir insan Allah’a yakınlaşma adına da
sıkıntılar yaşayacaktır. Aynısı toplumlar için de geçerlidir.
Ülke olarak adalet duygusundan hızla uzaklaştığımız bir dönemden
geçiyoruz. İç dengelerimiz sarsıldı. Adalet sahasında savrulma
yaşamadığımız bir gün geçmiyor adeta. Adaletin gücünü temsil eden
‘Adalet Kılıcını’ kendi eline alıp etrafa tehditler saçan liderlerimiz
var bizim. Tehditle de kalmayıp adalet sisteminin işleyişine
müdahalelerde bulunuyor; hatta sistem mühendisliğine soyunuyorlar.
‘Adalet mülkün temelidir.’ Mülk ise; devlet, mal, can vb. sahip
olduğumuz her değerin, hakkın ve güvencenin adıdır. AK Parti ile yaşanan
süreç; birilerinin hükümet olma imkanlarını kullanarak elde ettikleri
gücün ve maddi imkanların yani kendi mülklerinin korunabilmesi refleksi;
adalet sisteminin ona kalkan yapılmak istenmesidir. Adalet bir şekilde
kendi mal ve güçlerinin, menfaatlerinin temeli, dayanağı ve koruyucusu
olma konumuna getirilmiştir.
17-25 Aralık hadiseleri bir yanardağın patlamadan evvel oluşturduğu
sarsıntılar ve etrafa saçtığı küller mâhiyetindeydi. Ülkede bir çok
şeyin yolunda gitmediği zaten görebilenler tarafından biliniyordu. Halk
nezdinde bunların anlaşılması ancak böyle bir sarsıntı ile mümkün
olabildi. Hükümet hakkındaki rüşvet, yolsuzluk, karapara aklama gibi
iddialar ve sızan tapeler kafaları karıştırdı. AK Partinin aklanmak
yerine ‘darbe’ ve ‘paralel’ söylemleri geliştirmesi ve vakit kaybetmeden
tüm yargı sistemini felç etmesiyle herşey netlik kazandı.
Geldiğimiz noktada binlerce polis, savcı ve hakim mağdur edildi,
görev yerleri değiştirildi yada görevden uzaklaştırıldı. Sulh Ceza
Mahkemeleri tesis edildi ve HSYK bir kaos merkezi haline dönüştürüldü.
Verilen bazı kararlar Erdoğan tarafından ‘kabul edilmedi.’ Hukuksuzluk
zemini için gerekli mekanizmalar ve baskı araçları tesis edildi. Adalet
sistemimiz; ulaştığı gücü yitirmemek için onu felce uğratan bir lider
kadronun kum torbası haline getirildi. Adalet ve hukukun bu derece
içinin boşaltıldığı; bir paçavra haline getirildiği ve ona olan güvenin
tarumâr edildiği bir başka dönem sanırım olmamıştır. Terör uzmanı
polisler ya hapiste yada dağıtıldı. Ülkede bombalar patlamaya başladı.
Bu süreçte milletimizin adalet anlayışı ve ona olan sadâkati de test
edilmiştir ve sonuç şimdilik pek iç açıcı görülmemektedir. En acısı da,
bu yangına odun taşıyan hakim ve savcıların varlığı ve diğer birçok
hukuk insanının yaşananlar karşısında suskun kalmalarıdır.
Martin Luther King, ‘’her şeyin sonunda düşmanlarımızın sözlerini
değil, dostlarımızın sessizliğini hatırlayacağız’’ der. Sanırım AKP
gemisi battığında bizler de hukuku katleden cüretkârlardan çok;
toplumun, bir avuç insan dışında, bu katliam karşısındaki
suskunluklarını konuşacağız.
AKP ve adalet konusuna devam edeceğiz…