22 Temmuz 2007 Pazar

BİR SEÇİM ÖNCESİ DEĞERLENDİRMESİ

Nihayet seçim zamanı geldi ve kapımıza dayandı. Ben bu satırları yazarken; bir kaç saat sonra Türkiye'deki insanlar gözlerini yeni bir güne açacakler ve oylarını kullanmak üzere yollara dökülecekler. Umarım bu seçim, bazı demokrasi kasaplarının beklentilerinin aksine sonuçlar doğurur; milletimiz yeni bir sabaha uyanırken, ülkemiz de demokrasi yolunda daha güzel bir geleceğe kucak açar. Yazıya böyle genel bir beklenti havası içerisinde girmemin, bu seçim açısından önemli nedenleri var. Benim gibi düşünen bir çok insanın da benimle benzer beklentiler içerisinde olduğunu biliyorum. Hatta, bu seçime öncekilerden daha farklı bir önem atfettiklerini de müşahade ettim çoğu zaman. Bunun önemli nedenleri var elbette. Şimdi bu nedenlere şöyle bir göz atalım.

AKP'nin geçen seçimlerde elde ettiği önemli başarının bazı kesimlerce hiç hazzedilememiş olduğundan daha önce de bahsetmiştim. Demokrasi kültürünü içine sindirebilmiş bir toplumda, milletin yapmış olduğu tercihin  toplumun her ferdi tarafından saygıyla karşılanması beklenir. Maalesef, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde bu konuda ciddi eksiklikler gözlemliyoruz zaman zaman. Hatta, durumun gelişmiş olan ülkelerde de çok iç açıcı olmadığı söylenebilir. Amerika'da hala iki partinin alternatifinin olmaması, toplumun bazı kesimleri açısından temsil sorunu oluştururken, Avrupa'nın en önemli ülkelerinden Avustralya'da aşırı milliyetçi bir partinin iktidarı halkın tercihine rağmen engellenebiliyor. Türkiye ise, üç ihtilal atlatmış, üzerine de 28 Şubat talihsizliği yaşamış bir ülke. Son öğrendiğimiz bilgilere göre; 2003 senesinde bazı kuvvet komutanlarının planladığı iki ihtilal hazırlığını da kıl payı atlatmışız. Yeri gelmişken belirteyim: Ordu içerisinde hala darbe zihniyetli bazı üst düzey komutanların olabileceğini söylediğimde ısrarla bunun artık geçerli olmadığını, ordunun değiştiğini savunan, bizleri analiz edememe kabiliyetsizliği ile suçlayan bir arkadaşım vardı. Bu son gelişmeleri okuduğunda neler hissettiğini çok merak ediyorum.

Konumuza devam edelim. Türkiye'de AKP'nin elde ettiği başarı önemli bir kesimi sevindirirken; belli bir kesimin rahatsızlığını
ise artırdı. Bu ikinci kesimi kimlerin oluşturduğu konunun selahiyeti açısından son derece önemli. Normal halk tabakası diye tarif edeceğim kesim içerisinde olan ve AKP dışındaki partilere ve o partilerin temsil ettikleri siyasi görüşlere gönül vermiş olan insanlarımız bu kesimin büyük bir kısmını oluşturuyor. Buraya kadar herşey normal ve demokrasi kültürünün doğal bir parçası. Ayrıca, bu insanların çoğu normal şartlar altında AKP iktidarına nötr tepkilerle yaklaşıyor. Yani, paragrafın başında ifade ettiğim ''rahatsızlık duyma'' belirtisi tekrar ederek söyleyeyim ''normal şartlar altında'' yok bu kişiler arasında. ''Normal şartlar altında'' ifadesini tercih etmemin önemli bir nedeni var: Kimya dilinde çok kullanılan bir ifadedir. Bu ifadeyi kullanarak, mesela bir gazın; şartları değiştirilmemiş oda sıcaklığında veyahut deniz seviyesindeki açık hava basıncında nasıl davrandığını ifade etmeye çalışırsınız. Bilirsiniz ki, bu normal şartlarda gazların belirli bir davranış biçimi vardır. Bu şartları zorladığınızda (yani manipüle edip değiştirdiğinizde) gazın davranış biçimi de değişecektir.

İşte yukarıda tarif ettiğim bu ikinci kesim halkımız, ülke siyasetinin normal sıcaklığı ve seçim atmosferinin normal basıncı altında (biz buna demokrasi kültürü diyoruz) AKP'ye gayet normal bir bakış açısı ile yaklaştı. Bu, Anadolu insanının o anlayışlı ve itaatkar; olayları izlemeyi seven uyumlu tavrından da kaynaklanıyor elbet. Buraya kadar herşey normal. Peki ''rahatsızlık duyan'' ve ikinci kesimden olan azınlık kimlerden oluşuyor şimdi ona bir göz atalım: Bu kesim halihazırda ''Ulusalcı'' bir örgütlenmenin (kimilerine göre hareket!) çatısı altında kendisini öne çıkardı. Benim düşünceme göre; tarihimizde ilk defa bu kadar açık bir şekilde siyaset sahnesinde boy göstermek zorunda kaldılar. Ayrıca, şimdiye kadar siyaset yelpazesinin farklı kutuplarında siyaset yapma yolunu en uygun siyaset anlayışı olarak benimsemişken, görülen ihtiyaç ve aciliyet gereği aynı saflarda toplanmaya karar kılmak zorunda kaldılar. Bu konuyu sonra daha detaylı inceleriz.

İşte bu kesim, bu seçimin en önemli siyasi aktörleri konumunda. Bu yazıya temel olan ve yukarıda altını çizdiğim endişelerimin (demokrasinin geleceği adına) kaynağı da yine bu kesim. Bu kesimi önemli kılan bir özelliği var. O da şu: Yukarıda tarifini yaptığım demokrasinin normal koşullarını zorlayacak, manipüle edecek ve AKP seçmeni dışındaki normal halk tabakasının demokrasi anlayışında mutasyonlara (genetik bozukluklar, sapmalar) neden olabilecek en önemli gurup ta bu gurup. AKP'nin bu seçimde de önemli bir zafer elde edecek olması bu gurubun en korkulu rüyası. Halka rağmen siyaset yapmayı seven, gerçekte halka dayalı bir demokrasi anlayışı yerine kendi iktidarlarının devamını garanti edecek bir seçim sonucunu tercih eden bir kesim bu kesim. O nedenle, her seçim döneminde toplum mühendisliği yapmak ve halkın oylarını yönlendirmek bu grup için son derece önemli. Bu uğurda ellerinde olan sermaye, medya ve liderlik pozisyonlarını son noktasına kadar ve akıllıca kullanmak hayati bir önem taşıyor onlar için. En rahat manipüle edebilecekleri ve kısa sürede sonuç alabilecekleri yöntem ise farklılıkları öne çıkarmak, kendilerine en yakın görüşte olan toplum tabakasının zihin yapısına sirayet etmek ve onlara ''öteki'' bilinci aşılamak. Bunu başardıktan sonrası ise gayet kolay: ''Öteki'' olarak tanımladığınız kesimi düşman gösterecek her türlü argümanı kullanmak, gerekirse bu argümanları kendisi oluşturmak ve peşlerine taktıkları kesimin hassasiyetlerini okşayarak toplumu kutuplara ayırmak. Sizler de şahit oldunuz. Bu seçim, meydanlarda parti politikalarının ve ekonomik yatırım hedeflerinin en az dile getirildiği seçim olarak tarihe geçecek. Bİr çok insan, Ali Bulaç'ın (Zaman, 20 Temmuz 2007) yerinde tesbitiyle, ''takım tutma'' psikolojisi ile hareket ederek tercihlerini belirler hale geldi. Partiler, özellikler muhalefet partileri, mitinglerinde bu tür hedefleri dile getirmemekte hiçbir beis görmediler ve oy kaygısı duymadılar.

Siyaset sahnemizde defaatlerce kez oynanmış olan bu kutuplaştırma oyunu şimdilerde çok daha yoğun bir şekilde uygulanmaya çalışılıyor. Bunun en önemli nedeni de AKP'nin geçmiş ve gelecek başarısının bu gurubun çıkarlarını ve oligarşik örgütlenmesini tehdit ediyor olması. Sadece AKP değil aslında bu gurubun endişesi. Rahatsızlıklarının kaynağını oluşturan asıl etken daha büyük bir gelişmeden kaynaklanıyor. AKP, bu gelişmenin sadece taraflarından birisi. Bu grubun asıl endişesi; şimdiye kadar hep küçümsedikleri, demokrasiyi kendilerine çok gördükleri, cahil halk tabakasının artık kabuğundan çıkıyor olması. Bu metamorfik değişim, asıl onları endişelendiren. Çünkü (onlar açısından) tırtıl gibi yerlerde sürünen halkın artık içine hapsolduğu kozalaktan kelebek olarak çıkıyor olduğunu farketmeye başladılar. Aynı halkın, şimdiye kadar kendilerinin kurmuş oldukları ve hiç sorgulanmayan çıkar ağlarını tehdit edeceğini çok iyi biliyorlar. Az önce de belirttiğim gibi, AKP böyle bir değişimin kaynağı ve temsilcisi değil; sadece bir sonucu ve taraftarı ve bu uyanış aysberginin sadece su üzerindeki görünen kısımlarından birisi. Bu uyanış, toplumun dindar kesimleri tarafından temsil edilmiyor sadece. Her görüşün temsil edildiği o normal halk tabakasının çoğunluğunu ihata eden bir gelişme bu. Nitekim, artık Alevi kardeşlerimizin bile artık bu gurubun oyunlarına eskisi gibi alet olmuyor oluşu bunun önemli bir göstergesi. Bir gün CHP ve diğer sol tabandan insanlarımız kendilerine farklı bir yol çizme yolunu tercih edecek olsalar, gene bu gurubun karşı atak hamlelerine muhatap olacaklardır. Buna hiç şüphem yok.

Tüm bunlar dikkate alındığında, bu grup üyelerinin ve maşalarının neden her zamankinden daha büyük bir panik havasına kapıldığını sanırım anlıyorsunuzdur. Artık eskisi gibi daha gizli ve ayrı kulvarlarda hareket etmek yerine ''ulusalcı'' bir şemsiye altında; daha aşikar ve farklılıklarını bir kenara bırakarak hareket ediyorlar. Kanaatimce hareket etmek zorunda kalıyorlar... Zira şimdiye kadar daha arka planda ve değişik şemsiyeler altında hareket etmek çıkarlarına daha uygun geliyordu. Sezer-İlhan Selçuk-Cumhuriyet Gazetesi-Ulucalcılar-MHP-Kuvvacılar-Bazı medya patronları-Emekli bazı subaylar hatta kısmen ordu bu önemli kesimin önde görünen bazı temsilcileri. Sadece son bir yılın gazete haberlerini incelemek bile, bu kişiler arasındaki ilişkiyi ve çabalarını anlamak için yeterli olabilir.

Sizi bilmem ama ben bu grubun başarısını hayranlıkla ve imrenerek izliyorum. Bu seçim arefesinde de son derece akıllıca ve başarılı bir şekilde hareket ettiler. İnsanların zihinlerini bulandırıp ''öteki'' korkusu oluşturmada, ardından da insanları iki farklı kutuba ayırmada son derece mahir hamleler yaptılar: Her zaman arkalarında olan Neo-Con desteğini de arkalarına alarak tabiki (bu grubun içerisinde çok aktif bazı ABD düşmanları! olması zihninizi bulandırmasın sakın. Bir gün bu konuya da değiniriz...). Öncelikli olarak, her zaman çok iyi kullandıkları gibi ''laiklik tehlikede'' ve bunun mümessili de AKP tekerlemelerini ezberlettiler bizlere. Oy tercihlerini, daha çok siyasi görüşleri dolayısıyla, AKP dışında yapmış olan ve bu tekerlemeleri en hızlı şekilde azımsayacak olan kesimin üzerine çalıştılar. AKP'nin geçen seçimlerde yüzde 30'un altında oy aldığını göz önüne alırsak bu kesimin çokluğu bu ilk taktiği son derece önemli kılıyor. Bu eski taktiği uygulamaya devam ederken, önce sağda birlik (Demirel'in de içinde olduğu bir grup) sonrada solda birlik (Rahşan Ecevit'in çabalarını hatırlayın) denemeleri yapıldı. Tüm hedef AKP'nin karşısında durabilecek bir hatta iki pakt oluşturmaktı. Bu gayretler devam ederken nehir suyunun biraz bulandırılması ve balıkların görüş alanlarının azamiye indirilmesi gerektiğinden; Demirel'in de katkılarıyla ''Cumhurbaşkanı'nın eşi türbanlı mı olacak?'' tartışması zihinlerimize sokuldu. Bu arada, 'Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan Son Ulusalcı' (benim tanımlamam) olan Sezer, veto rekorları kırarak AKP'ye adım attırmama ve kadrolaştırmama! görevini ifa ediyordu; İlhan Selçuk'un fikir babalığı altında elbette... Nitekim, iş yeni Cumhurbaşkanını seçme noktasına geldiğinde bu grup -CHP'nin çığırtkanlıkları, Yargıtay ve bazı medyanın da desteğiyle- AKP'ye yeni Cumhurbaşkanını seçtirmemeyi; en azından bu işin seçim sonrasına ertlenmesini başardı.

Bu büyük başarının hazırlıkları devam ederken bir başka başarıya daha imza attı bu ekip. Önce; ANAP ve DYP'yi tek bir çatı altında toplamaya çalıştılar ve her ikisinin üzerlerinde baskı kurarak (hatta tehdit ederek) Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı sürecini baltaladılar. Bu noktada iki teori etkili. Bu gurup, ya gerçekten bu iki partiyi bir merkez sağ partisi olarak birleştirmeye çalıştı ya da bu iki partiyi yarışta saf dışı bırakarak CHP ve MHP'nin önünü açacak bir oyun oynadı. Bunların hangisinin doğru olduğu çok önemli değil. Önemli olan; bu gurubun şu anda CHP-MHP etrafında çok etkin bir mücadele içerisine girdiğinin açık olması ve bunun başarılı olup olamayacağı. Bildiğiniz gibi; halihazırda İlhan Selçuk ve Devlet Bahçeli arasında karşılıklı bir sevgi gösterisi düeti izliyoruz. Bu düet CHP, ve MHP'nin diğer bazı temsilcileri tarafından da etkin bir şekilde sahneleniyor. Ulusalcı ve Kuvvacı bir kanal olan Kanaltürk (hani şu Sezer'in ve CHP'nin destek parası akıttıkları kanal) uzun süreden beri ''oyunuzu ya CHP'ye ya da MHP'ye verin'' yayınları yapmıyor mu? (Yazık; Erkan Mumcu ve Mehmet Ağar sadece bu kanala göz atsalar nasıl bir oyunun içine çekildiklerini anlayabilirlerdi). Bazı anket şirketleri MHP'nin oy yüzdesini olduğundan daha yüksek gösterme gayreti içerisinde ayrıca. Hürriyet ve Miiliyet gazeteleri ve onlara bağlı olan diğer medya kuruluşları da bu yönde yayınlar yapıyorlar. Tüm bunlar cereyan ederken, ülkede birden terör olayları arttı ve bazı ülkücüler şehit cenazelerini istismar ederek oy yüzdelerini artırma gayreti içerisine girdiler. Artan bu terör eylemleri bile bize terörün kaynağı konusunda bazı fikirler veriyor aslında... Neyse, tüm bu gelişmeler MHP'yi seçim sıkalasında yukarılara taşırken bir yandan da DTP oylarının yüksek olacağı ve ülkeyi nasıl tehdit edeceği konuşulmaya başlandı. Daha dün Leyla Zana'nın; ''Türkiye'nin artık eyaletlere ayrılma vakti geldi''  açıklaması da bu gelişmelere eklendi.  Bu talihsiz açıklamanın, Zana'nın kendi davasına katkısı bile tartışılabilir. Hatta ben, seçimden iki gün önceki bu açıklamanın bile, oyları MHP yönüne kanalize etme çabası olabileceğini düşünüyorum. Olmaz demeyin. Bence bazı Kürt kardeşlerim, kimlerin peşinden gittiklerini bu gelişmelere bakarak bir daha düşünmeli...

İste tüm bu gayretlerin ve gelişmelerin ardından 22 Temmuza geldik. Bir gün sonra, tüm bu toplum mühendisliği çabalarının işe yarayıp yaramadığını yada ne kadar yarayacağını hep birlikte göreceğiz. Şahsım adına MHP'nin meclise milletvekili sokma ihtimalini talihsiz bir gelişme olarak algılayacağım. Bunun tek nedeni; MHP'nin böyle bir başarısının, demokrasinin ''normal şartları altında'' ve halkın normal tercihleri doğrultusunda gelişmemiş olmasını biliyor olmam... MHP'nin bazı milletvekilleri dışında bir çok adayının demokrasinin geleceği adına değil de, yukarıda tarif ettiğim klik'in amaçları doğrultusunda hareket edeceğine inanıyor olmam... Bu milletvekillerinin çoğunun; son zamanlarda devletin güvenlik birimlerinden çok ağır darbeler yemiş olan, kuvvacı! ve vatansever! mafya ve çetelere rahat bir nefes aldıracaklarını düşünüyor olmam... Benim tahminim, tüm anketlerin aksine, MHP'nin barajı aşamayağı yönünde. Eğer aşarsa, umarım yukarıdaki endişelerimde yanılırım ve MHP, bahsettiğim oligarşinin bekletilerinin aksine, demokrasi yolunda gayretler sergiler. Allah seçim sonuçlarını memleketimiz, demokrasimiz, Cumhuriyetimiz ve geleceğimiz adına hayırlara vesile kılsın. Umarım bu seçim milletimiz adına bir sıçrama taşı; darbeci zihinliler, demokrasi düşmanları, çıkarcı oligarşik azınlıklar, vatansever görünen vatan haini çete ve hareketler adına da sonun başlangıcı olur. 21 Temmuz 2007