8 Temmuz 2007 Pazar

2007 YILI VE BİZİM DALTONLAR

2007 senesinin siyasi açıdan oldukça hareketli geçeceğini herkes tahmin ediyordu. Malum; Genel Kurmay atamaları ile başlayan bu süreç, Cumhurbaşkanlığı seçimi ile ani bir parlama yaşadı. Şimdi de genel seçim sürecinden geçiyoruz. Şeçimin kendisi bu hareketliliğe katkıda bulunsada, mitingleri itibariyle aynı şeyi söylemek zor. Meydanlarda eski seçimlerde gördüğümüz türden bir hareketlilik yok. Bunda muhakkak AKP'nin yüksek oy alacak olmasının herkes tarafından bilinmesinin etkisi büyük. CHP geçen seçimde elde ettiği yüzde 17-19'luk barajı aşamayacağının bilincinde. Bundan daha da önemlisi; hiç bir seçim hazırlığı yapmasada AKP'nin varlığına tahammül edemediği için oylarını CHP'ye verecek böyle bir grubun varlığından haberdar CHP yönetimi. Cem Uzan geçen seçimlerdeki performansını sergileyemiyor. Uzan ailesinin kurduğu yolsuzluk ağının devletin birimleri tarafından ortaya çıkarılmış olması bunun en önemli nedeni. Millet uyanmış oldu o süreçte. Bu seçimde Genç Parti'nin alacağı oy oranı (bence yüzde dört çıkacak) hala uyanamamış kesimin oranını gösterecek sadece. Öte yandan MHP'nin, urgan fırlatma dışında farklı ve önemli bir mitinge ev sahipliği yapamayacağı çok açık. Çok iddialı oldukları Konya mitingi bile bunun bir göstergesi idi adeta. Perinçek'in, mazot 1 YTL olacak vaadi ve diğer bazı partilerin de bu vaadi ciddiye alıp aynı vaadi tekrarlayarak Periçek düzeyinde siyasete muhtaç kalmış olmaları, yukarıda bahsettiğim durgunluğa ayrı bir katkıda bulunuyor.

Biz bu durgunluktan gözümüzü kaydırıp 2007 hareketliliğine geri dönelim. Seçimin bu harekeliliğe kattığı geçici durgunluğun hemen ardından Cumhurbaşkanlığı seçimi süreci harareti tekrar artıracağa benziyor. Gül tekrar aday olacak mı?, Cumhurbaşkanını halk seçebilecek mi? bunu göreceğiz. Bu konuda şimdiden bir yorumda bulunmak için çok erken. Şu kadarını söylemekle iktifa edelim. Fehmi Koru dünkü yazısında (Yenişafak, 8 Temmuz 2007) Ertuğrul Özkök'ten alıntı yaparak seçim sonrası
bizi bekleyen hareketliliğe dair önemli bir ipucu verdi. Hürriyet yazarı, dindar bir Cumhurbaşkanı seçilmesi ihtimalini kastederek; ''bu, çok ama çok tehlikeli bir gelişmeyi başlatır” diyor. Darbe gulyabaniliği yapıyor anlayacağınız. Gulyabani kelimesini özellikle seçiyorum. Gulyabani ifadesini zihnimize kazıyan o eski Türk filmini hatırlarsınız. Gulyabani gerçek bir 'öcü' olmayıp ev ahalisini korkutmak ve hizada tutmak için kullanılan bir korku figüranıdır sadece. Türkiyede artık darbe filan olacağı yok. Ama belirli bir zümre darbe olabilir korkusu salarak insanların karar mekanizmasını etki altına almak istiyor. Bu gulbayani hareketinin en önemli propaganda aracı da Hürriyet Gazetesi. (Bir ara aynı gazetenin Irak'a girmemiz için nasıl haber manipulasyonu yaptığına da değiniriz). Milliyet Gazetesinin hakkını da yemeyelim tabiki...

Bütün bu hareketlilik bir yana, kanaatimce, 2007 yılının üzerinde durulması gereken ve yukarıdaki süreçte adı zikredilmemiş olan en önemli konusu ''ulusalcılık!'' ve ''vatansever!'' hareketler. Yani bizim vahşi batının modern Daltonları.

Her iki hareket de bir anda bir mantar gibi ortaya çıkmadılar elbette. Temelleri itibari ile bazılarını İttihat ve Terakki hareketine kadar uzatmak mümkün. Derin devlet-mafya-gladyo sacayağında birtakım izler sürmek de bizi yanlış adrese götürmez. Bu bilinenler bir yana, bir kavram olarak ''ulusalcılık!'' hareketinin ve bunun vurucu kol faaliyeti olduğu izlenimini veren ''vatansever!'' ve ''kuvvacı!'' örgüt-çete faaliyetlerinin 2007 hareketliliği ile yakın bir bağlantısı var. Tohumları 2007 döneminde atılmadı elbet; ancak 2007 baharında önceden atılan tohumlar çiçek açtı ya da bir aciliyete binaen açmak zorunda kaldılar. O nedenle, geleceğin sosyologlarının bu dönemi analiz ederken bu son etkeni mutlaka denkleme dahil edeceklerine inanıyorum. Bu klikin organize ettikleri Cumhuriyet mitingleri de buna dahil tabiki.

Ortada; sosyopolitik bir düşünce hareketi olduğu görünümünü veren ''ulusalcılık!'' hareketi ve daha aksiyoner, vurucu görünümlü ''kuvvacı!'', ''vatansever!'' iki hareket mevcut. Ortak özellikleri vatansever ve vatan kurtarıcı olduklarını iddia etmeleri. Yukarıda sözünü ettiğim 2007 hareketliliği kapsamında bu iki yeni kuvvet çok etkin bir rol oynamaya başladılar. Öncelikli olarak, belki altı-yedi senelik bir mazisi olan ''ulusalcılık!'' hareketi siyaset alanındaki etkinliğini artırmaya başladı. Kimler çıkmadı ki ''ulusalcılık!'' sahnesine. Rahşan Ecevit ilk boy gösterenlerden oldu. Sonra arka plana çekildi. Ardından İlhan Selçuk ve bazı Cumhuriyet gazetesi zevatı, gazetecilik sıralarından birden Kanal sahipliğine fırlayan Tuncay Özkan ve Kanaltürk boy gösterdiler sahnede. Bazı emekliler, YÖK ve akademisyenler de bu sahnedeki yerlerini aldılar hiç gecikmeden. Bazı MHP'liler ve CHP de takip etmekte gecikmediler. Taha Kıvanç'ın geçenlerde satırlarına taşıdığı 1999 Şubat'ına ait şu alıntı ne kadar da manidar: ''İlhan Selçuk ile Devlet Bahçeli buluştu; Kuva-yı Milliye cephesi oluşuyor'' (Yeni Şafak, 6 Temmuz 2007).

Atatürkçü Düşünce Derneği'ni de unutmayalım bu arada. Ulusalcı hareketin ilk olarak askeriye içerisinde yeşerip geliştiğine dair içimde bir his var. Diğer bir hareket olan ''kuvvacı!'' ve
''vatansever!'' oluşumlar ise Kuvayı Milliye! hareketi ve Vatansever Kuvvetler Birliği gibi isimlerle çıktılar sahneye. Bunlar da bazı emeklilerin öncülüğünü yaptıkları Daltonlarımız. Daltonlar benzetmesi yapmamın bazı önemli nedenleri var elbet. Dalton kardeşler arasında nasıl bir kan bağı var ise bu oluşumlar da Türklük! etrafında oluşuyor görüntüsü veriyor. Diğer bir neden için ise o meşhur çizgi filmin karakteristik bir özelliğini hatırlayalım. Dalton kardeşlerin en kısa boylu, en akıllı; ama en öfkeli ferdi Jo ile öne çıkan bir özellik bu: Her seferinde tekrar kondukları hapishaneden bir yolunu bulup kaçmak ve Redkit'i öldürmek. Tabi eylemlerini gerçekleştirmek için ilk olarak sığınabilecekleri bir kasabaya ihtiyaçları olur Dalton kardeşlerin: Pek tanınmadıkları ve içerisinde soyulmaya musait bir bankası bulunan bir mekan. Tekrar güçlenebilmeleri ve yollarına devam edebilmeleri için gereklidir bu onlar için. Trabzon ve Ümraniye kasabalarını hatırlayınız mesela. Yeri gelmişken söyleyeyim. Redkit en son Ümraniye'de görüldü. Vatansever! elemanlarımız Ümraniye'de ellerinde bombalarla yakayı ele verdiler. Geçen sene Cumhuriyet gazetesinin bahçesine de fırlatılan ama her nedense Cumhuriyet gazetesinin peşine hiç düşmediği ordu malı bombalarla hemde. Bundan öncede Danıştay saldırısında, Tranzondaki rahip cinayetinde yakayı ele vermişlerdi. En son Hırant Dink cinayetinde rol aldıkları da çıktı ortaya (Tamer Korkmaz, Zaman, 6 Temmuz 2007).

Redkit neler mi ortaya çıkardı? Birkaçını listeleyelim. Soygun, dolandırıcılık, çete kurma, ihale yolsuzluğu, şehit ailesine bile vatansever duygularla yaklaşıp ardından dolandırma, vesaire. Herhalde bağlantıyı kurdunuz. Bizim Daltonlar da vatanı kurtarmak! için eylem yapacakları bir beldeye ve de bankaya (para kaynağına) muhtaçlar. Eee! parasız vatan kurtarılmaz tabi. Anlayışlı olalım.

Geçenlerde gazetelerde bir ''Mersin hatırası'' fotoğrafı yayınlandı. Önceden aralarındaki ilişkiyi inkar eden bazı kuvvacı! önde gelenlerimizin (Dalton kardeşlerin) yanyana çekilmiş resmi idi bu.
Emekli Albay Fikri Karadağ, Kuddusi Okkır, Emekli Astsubay Oktay Yıldırım, Hüseyin Görüm ve Emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin (Yenişafak, 26 Haziran 2007) derin beşlisi aynı resim karesinin içerisine girmişlerdi. Başka Dalton kardeşler de var tabi resmin dışında kalan. Bu arada bahsetmeden geçemeyeceğim. Tamer Korkmaz, Zaman'daki köşesinde lafı Oktay Yıldırım'a getirdiğinde ''uzun boylu kuvvacı'' tanımlamasını yapıyor. Bu benim bahsettiğim Dalton kardeşlerin uzun boylu Avarel'i olsa gerek. Bombalar ile yakalandı ya Ümraniye'de, çizgi filmi hatırlayanlar ne demek istediğimi anlayacaklardır.

Biz devam edelim. Mümtazer Türköne, çok yerinde olarak ''vatan haini çeteler'' olarak tanımladı bu oluşumu (Zaman, 6 Temmuz 2007). Redkit'in başarılı operasyonlarını tanımlama yönünden ise başarılı bir isimlendirmeyi Tamer Bey yaptı Zaman'daki köşesinde: ''Çorap söküğü çetesi'' (6 Temmuz 2007). Benim en sevdiğim isimlendirmesi ise Tamer Bey'in şüphesiz ''Vatansoyar Hareketi.'' Resme tekrar bakalım; önümüzde vatanı kurtarmak için yola çıktığını iddia eden; ulusalcı hareket ile özellikle emekliler aracılığı ile irtibatı bulunan; Atatürkçü Düşünce Derneği, CHP, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve Ulusalcı Tuncay Özkan ve Kanaltürk işbirliği ile Cumhuriyet mitingleri tertip eden; yolsuzluk, cinayet, gasp ve ihale yolsuzluklarına karıştığı ispatlanmış bulunan; CHP'li bir abilerinden! maddi destek alan; Cumhuriyet gazetesine bomba attığı halde nedense İlhan Sleçuk ve Cumhuriyet gazetesinin desteği arkalarında olan; Cumhubaşkanı Sezer'in bile Cumhurbaşkanlığı fonundan kendilerine para akıttığı; MHP'lilerin desteklerini almayı başaran; JITEM ve halihazırda görev yapan birtakım askerlerle ilişkileri olan; darbeci Jandorma eski komutanı Şener Eruygur'un da aralarında bulunduğu; Perinçek ile dahi aynı ulusalcı koroda yer alabilen etkili ve girift bir oluşum...

Bu kadar karışık (sofistike) ve derin bir ağ nasıl oldu da bir anda kendisini aktif bir mücadelenin içesirine attı? Önceden ayrı ayrı kulvarlarda ve el altından yürüttükleri mücadelelerini açıktan ve bir birlik havası içerisinde neden sürdürmek zorunda kaldılar? Ulusalcı ve Kuvvacı bir görünüm kazanma süreçleri nasıl ve nerede başladı? Şimdiye kadar, dine ve dini olana karşı oldukları halde ülkemizdeki misyonerleri bahane edip neden ''din elden gidiyor'' telaşına! kapıldılar?... Bunlar nedenleri sonradan daha iyi anlaşılabilecek sorular elbette. Biz şimdilik Fehmi Koru'nun YÖK Başkanı Erdoğan Teziç'in açıklamakta hiç bir beis görmediği bir alıntısı ile noktalayalım: ''
Bugün parlamentodaki siyasi çoğunluk, sadece siyasi iktidarı değil, devlet iktidarını da eline geçirmek istiyor.'' Haklı olarak ekliyor Fehmi Bey: ''Siyasi iktidar ile devlet iktidarı arasında var olduğu itiraf edilen farklılık ortadan kalkmasın diye yapılıyor, şu son birkaç ay içerisinde ne yapılıyorsa…'' Tesbit doğru, ama bu mücadelenin bir tarafında yukarıda bahsettiğim elit! kadro, diğer tarafında ise AKP yok sadece. Tek korkuları, AKP'nin yukarıda adı geçen farklılığı ortadan kaldıracağı endişesi değil. Çok korktukları ve yukarıda zikredilen ayrılık ile alakalı birşey daha var. Neyse onun yeri burası değil...

Not: Yeri gelmişken belirteyim: Ben hiç bir zaman ''Kuvvacı'' olamayacağım. Zira bir ara Daltonlardan bir tanesi, yurt dışında okumuş olanların vatan müdafaası konusunda güvenilemeyeceğini söylemişti. O gün bugündür bunu bilmekteyim vesselam. Hani şu; ülkede kurulu bir ordu olduğu halde alternatifini kurmaya çalıştıkları, depolarda silah eğitimi verip eylemlere gönderikleri alternatif Kuva-yı Milliye! ya da Vatansever Kuvvetler Birliği Hareketi var ya işte onu kastediyorum. Bu satırları okurken; herhalde bu bilgiler gün yüzüne çıktığında ordu genelge yayınlamıştır bu hezeyanı durdurmak için diye içinizden geçirdiniz değil mi? Hayır! maalesef şimdiye kadar ordumuz tarafından yayınlanmış hiçbir gece yarısı bildirisi okumadım bu konu ile alakalı. Sadece bu mu! Bu çetelerin yaptıkları karşısında ya da 2003 senesinde bazı kuvvet komutanlarının iki kere darbe planı yaptıklarını ancak başarısız olduklarını duyduğumuzda ''Türkiye'de kıyamet kopmalıydı'' (Leyla İpekçi, Zaman, 19 Haziran 2007) ancak kopmadı. Aksine elimizde; çetelerin varlığı karşısında sessizliğini koruyan önemli bir kesim ile, darbe planlarını ortaya çıkardığı için kapatılan Nokta dergisi ve Şemdinli'de kitapçıyı bombalamak üzere iken yakalanan ordu mensuplarının davasını yüklendiği için görevlerinden men edilen ya da tayin ettirilen hukukçularımız var. 8 Temmuz 2007