14 Temmuz 2007 Cumartesi

BAY KAL'

Başlığı okuduğunuzda sanırım Deniz Baykal'dan bahsettiğimi anlamışsınızdır. Soyadını yazarken bir hata yaptığımı düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Bilinçli bir tercihti o şekilde yazmak. Bu seçimin nedenlerine geçmeden evvel isterseniz bu yazıya konu olan kısmıyla Baykal'ı ele alalım.

2002 seçimleri ertesinde CHP, AKP haricinde meclise girmeyi başaran tek parti olunca şöyle bir durum çıktı ortaya: Milletimiz, bazı elit! azınlıkların isteklerine ve toplumsal manipulasyonlarına rağmen, eski siyasetçileri tarih sahnesinden sildi ve onların partilerine de taban yaptırdı. Bununla da kalmayıp, AKP gibi Refah Partisinin hatalarından dezenfekte olmayı başarmış genç ve dinamik bir kadroya söz ve temsil hakkı verdi. Aynı zamanda, bu gelişmelerden demokrasi adına değil de ideolojileri adına (özellikle laiklik demiyorum) endişe ve rahatsızlık duyan bir kesim ise CHP'yi yüksek bir oy oranı ile meclise taşıdı. Buraya kadar herşey demokrasi kavramı bağlamında gayet güzeldi. Hatta meclisin faaliyete başlamasından kısa bir süre sonra, CHP lideri Baykal'ın sergilediği ılımlı ve olumlu tavırlar hepimize rahat bir nefes aldırdı. Galiba CHP o eski CHP modundan sıyrılacak ve gerçek bir muhalefet partisi olacak diye geçirdik içimizden. Zira; CHP'nin uygulayacağı ılımlı ve kaliteli muhalefet anlayışı; AKP iktidarını, alacağı ve uygulayacağı kararlarda daha isabetli olmaya yönlendirirken; AKP iktidarının başa gelmesinden rahatsızlık duyan bir kesimin endişeleri ise zamanla yerini karşılıklı anlayışa bırakabilecekti. Bu son cümle şu açıdan çok önemli: Üniversitede profesörlük koltuğunda oturan bir tanıdığım çok ciddi bir endişe şeklinde izhar ederek ''Bunlar başımıza gelirse başımızı keserler'' diyordu. Bu kişiyi bu kadar korkuya sevkeden şeyin ne oluğunu hiç bir zaman anlayamasamda, yaşadığım ilginç bir hadise olması hasebiyle, yeri de gelmişken zikretmek istedim. İşte bizler kendimizi böyle olumlu bir siyasi atmosferin iklimine hazırladığımızı düşünürken, statükonun aslında hiç te değişmemiş olduğunu zamanla müşahede etmeye başladık. Artık Baykal eski Baykal; CHP ise o alışageldiğimiz CHP idi.

Daha fazla ilerlemeden bir ayrıntıya daha değinmek istiyorum. Bu noktada Sezer'den bahsetmeden geçemeyeceğim. Onun konumu, çizmeye çalıştığım resmin içerisinde önemli bir yere sahip çünkü. Tüm bunlar olurken; elimizde nasıl bir Sezer olduğuna da bir göz atıp resmin çerçevesini biraz daha genişletelim. Sezer de çiçeği burnunda bir Cumhurbaşkanı iken benzer hülyalar (serap mı demeliyim yoksa?) görmüştük. Ilımlı, ağırbaşlı, trafik ışıklarında bile beklemeyi tercih eden bir halk adamı ile muhatap olduğumuzu düşünmeye başlamıştık. Fakat kısa bir süre sonra bunun da sadece politika çölünde gördüğümüz bir serap olduğunu anladık. Tanıdığımız Sezer artık sokaklara bile çıkmayıp kendisini köşke tıkarken, aslında bizden (La elit tabakadan, halktan) ne kadar uzak olduğunu göstermeye başladı. Hatta kendisinin halk adamı tarzı bir portre çizmemek için özel bir gayret içerisinde olduğunu bile düşünmüyor değilim. Sonra bildiğiniz gibi; Ecevit gibi mülayim bir şahsiyetin suratına anayasa kitapçığını fırlatıp siyasi ve ekonomik bir krize sebep olan bir Sezer bulduk karşımızda. İşte aynı Sezer, yukarıda genel hatlarını çizdiğim seçim arefesinden sonra siyaset sahnesinde daha aktif bir rol almaya başladı. Sanki birilerinin kendisi için belirlediği yeni bir roldü bu. Artık karşımızda tek başına bir muhalefet partisi olan Sezer vardı. Kendisi, Cumhurbaşkanlığı makamının ciddiyet ve tarafsızlığına helal getirecek hiçbir uygulamadan geri durmadığı gibi, şimdiye kadar hiçbir Cumhurbaşkanına nasip olmamış olan 'veto' rekorunu kırdı. İçimden, kendisine biçilen yahut da kendisinin belirlediği yeni rolün AKP'ye rahat adım attırmamak olduğunu geçirmişimdir hep. Nitekim, son yaşanan Cumhurbaşkanlığı seçimi-Yargıtay kararı süreci devam ederken okuduğum ilginç bir mülakat bana haklı olabileceğim hissini veriyor. Bu ilginç mülakatta bir gazeteci, AKP başa geldiği sırada yaşadığı ilginç bir anısını aktarıyordu. Söylediğine göre; üst düzey bir hukukçu tanıdığı, kendisine merak etmemesini AKP'ye adım attırmayacaklarını söylemiş. Sezer'in de aynı kesimden olmaması için hiçbir engel yok. Tüm bunların dışında, Sezer, AKP'nin varlığından duyduğu rahatsızlığı birçok kez gerek sözleriyle gerekse gazetlere yansıyan asık suratlı resimleri ile gizlemekte bir beis görmedi. Kendisinin ''ulusalcı'' kanada verdiği maddi ve maneyi destek ise hiçbir zaman gözlerden kaçmadı. Bir AKP'li olmasamda rahatlıkla söyleyebilirim ki, Sezer'in bu yanlı tavırları; sadece AKP'ye karşı değil bu millete karşı yapılmış en büyük haksızlıklardan birisi idi. Şimdi, Cumhuriyet tarihinin bence en kötü Cumhurbaşkanının yukarıda bahsettiğim siyasi süreçteki konumunu bir kenara bırakıp yolumuza Bay Kal' ile devam edelim.

Sezer yukarıda ana hatlarını çizdiğim rolünü ifa ederken, bir yandan da Baykal zikrettiğim ani değişimin gereklerini yerine getirmekle meşgul idi. Kendisi hiçbir yapıcı muhalefete imza atamazken, kısa bir süre sonra (Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde) darbe çığrtkanlıkları yapmaya başladı. ''Klasik CHP siyasi anlayışı'' dediğinizi duyar gibiyim. Zaten bu nedenle olsa gerek; geçenlerde bir yazar Baykal'dan ''Deniz İnönü'' diye bahsetmişti. Baykal'ın bu antidemokratik ve faşist görünümü nerede ise CHP'nin Avrupadaki sosyalist partiler birliğinden atılması ile sonuçlanmak üzere idi. CHP, şimdilik bu kazayı ucuz atlatsada 22 Temmuz seçimlerini nasıl atlatacak hep birlikte göreceğiz.

Cumhurbaşkanlığı seçimi süreci devam ederken, ortada son derece asabi ve hamasi bir Baykal vardı. Bu sürecin arefesinde ise daha çok mızıkçı bir çocuk edası ile hareket ettiğini belirtmek lazım. İlk önce, Yargıtay'dan bizim istediğimiz şekilde bir karar çıkmazsa ''Türkiye'de kötü şeyler olur'' diyerek bu süreci baltaladı ve Yargıtay'ın taraflı ve yanlış bir karar almasında aktif bir rol oynadı. Yada bir kesimin sözcülüğünü üstlendi... Ardından, Cumhurbaşkanını ''uzlaşma ile belirleyelim'' polemikleri geliştirerek AKP'yi zor duruma düşürmek için elinden geleni yaptı. AKP, ''tamam uzlaşabiliriz'' dediğinde ise bu sefer mızıkçı bir çocuk gibi davranıp ''Ama benim istediğim şekilde uzlaşacağız, meclis dışından seçecegiz'' polemiklerine başladı. Daha dün kendisi ile yapılan bir söyleşide ''Sezer çok iyi bir Cumhurbaşkanlığı yaptı'' (Zaman, 14 Temmuz 2007) diyerek aslında nasıl bir Cumhurbaşkanı istediğini açık etmiş oldu. Çok sevdiği Sezer'in ise karne notunu zaten yukarıda açıklamıştım. Bağlantıyı siz kurun...

İste tüm bu etkenleri dikkate alarak, Baykal'ı, Bay kal' şeklinde yazmayı daha uygun görüyorum. Kal', Osmanlıcada ''Bir şeyi kökünden çekip koparmak, kendisinden iyi kalay çıkan maden ve azletmek'' manalarına geliyor (Osmanlımedeniyeti.com sözlüğünden). Kelimenin her üç anlamı da Baykal'ın yukarıda özetlediğim özeliklerini tarif etmede geçerli olabilir. Kendisinin, o alışageldiğimiz klasik CHP anlayışı içerisinde, AKP'nin elinden hem iktidar koltuğunu hem de Cumhurbaşkanlığı koltuğunu kendi arzusu doğrultusunda ''sökerek'' yani darbe çığırtkanlığı yaparak almaya çalışması, kelimenin birinci ve üçüncü anlamları ile iyi örtüşüyor. İkinci anlam olan ''kalay madeni'' ise daha manidar bir alana götürüyor bizi. Kalay zayıf metallerden biridir. Hayır Canım... metal demekle ''siyasetçi'' teşbihi yapmıyorum! Lafımı kesmeyiniz... Vikipedia'dan kalay siyasetçisinin amaan metalinin (dikkatimi dağıttınız işte) bir kaç özelliğine göz atarak devam edelim:

''Kalay mekanik olarak zayıf olduğundan bakır, demir gibi bazı diğer metaller ile alaşım halinde kullanılır''. Yani Baykal da doğal şartları gereği; mecliste ve anamuhalefet koltuğunda kendi iradesi ile kendisi olarak duramadı. Yukarıda bahsettiğim ani değişimleri yaşamış olması ve sürekli olarak; Sezer, Ulusalcılar, İlhan Selçuk, Kanaltürk, Bahçeli ve Ordu içinde öbeklenmiş güçlü bir azınlık ile alaşım halinde meclisteki 5 senesini geçirmiş olması bunun en belirgin göstergesi. Devam edelim... ''Kalay dövülebilir ve sünek bir metaldir. Kolayca tel ve levha haline getirilebilir. Kuvvetli asitlerden... etkilenir.'' Yani tüm anlatmak istediğim bu aslında... Ilave olarak Kalay; ''oda sıcaklığında dövülebilir olmasına karşın ısıtıldığında kırılganlaşır.'' Evet, kendisi normal şartlar altındakli meclis sıcaklığı içerisinde bazı çevreler tarafından nasıl kolaylıkla ''dövülüp''; ''kolayca tel ve levha'' haline getirilmişse, AKP'nin başarılı ve kurt politikaları karşısında ısınınca da, kolayca kırılganlaşarak yukarıda altını çizdiğim şekilde alıngan ve mızıkçı çocuk tavırları takınmaya başladı. İşte bu nedenlerden ötürü ben; artık Baykal yerine Bay kal' ifadesini daha çok yakıştırıyorum kendisine. Görünen o ki; önümüzdeki seçimlerde CHP, yüzde 18 civarında oy alacak. Bakalım seçimin ardından nasıl bir Bay Kal' izleyeceğiz. 14 Temmuz 2007

İlave: (Zaman, 12 Temmuz 2007)

Bay Kal' bakın neler diyor:

''Geçen sefer bir parti militanını seçtirme denemesi yaptılar, olmadı. Şimdi o kadar militan olmayan birini itelemek isterlerse yanlış yaparlar. Ayrıca, Başbakan dereye görmeden paçaları sıvamaya başlamasın. Önce bir seçim olsun."

Ne söz söylemiş ama. Bu arada, benim Baykal'ın ismindeki Kal ekine taktığımı biliyorsunuz. Kal ekini, a'yı uzatarak söylediğinizde ''söz'' anlamına gelir. Kendisinin yukarıdaki gibi akla ziyan sözlerini okudukça hep aklıma bu gelirde o yüzden bahsetmeden geçemeyeceğim.

''Parti militanı'' diye bahsettiği kişi bu ülkenin beş sene boyunca Dış İşleri Bakanlığı görevini yürüymüş, devletin en gizli bilgilerine imzasını atmışbu milletin seçtiği bir şahsiyet. Bunu takip eden ikinci cümle ise daha bir felaket. Neymiş; eğer AKP, daha az militan birini itelerse yanlış yaparmış. Yani Bay Kal' a göre her AKP'li bir parti militanıdır ve içlerinden hiçbirisi Cumhurbaşkanı olamaz. Çok kısa bir süre önce ise böyle demiyor, beraber uzlaşarak seçelim diyordu. Bir ani değişim daha...

Habere göre Bay Kal', AKP'nin kendi içinden birisini seçme seçeneğini tükettiğini! (çok şans tanıdı ama AKP beceremedi ya!) ekliyor ve nedenini ise şöyle diyor:

''Çünkü bir cumhurbaşkanında aranması gereken en önemli husus yargıya siyaseti bulaştırmaması. Yeni cumhurbaşkanının Anayasa Mahkemesi üyelerini siyasi partili gibi atamaması lazım."

İşte Bay Kal' ın ve alaşımda bulunduğu kesimin en önemli iki korkusu: Hükümetin ardından, Cumhurbaşkanlığı ve Yargıtay'ın (genel olarak adalet sistemi) da ellerinden çıkacak olması. Her zaman bahsettiğim, Türkiye'deki elit! azınlığın asıl endişe kaynağı... Mersin'de söylediği bu sözleri bakalım nasıl noktalıyor Bay Kal'. ''Mustafa Kemal'in yolundan sakın ha şaşırmayın." Gülmeyi kestiyseniz; şimdi de yukarıdaki yazıya geri dönün ve Bay Kal', Mustafa Kemal'in gerçekte temsil ettiği değerleri gerçek niteliklerinden söküp aldığında, kal' kelimesinin kaçıncı anlamını kullanmış bulmaya çalışın...