13 Haziran 2016 Pazartesi

DİPLOMA SAHTE ÇIKARSA ÜLKE GÖÇER Mİ? (1)

Bu yazı 13 Haziran 2016 tarihinde Yeniyön.tv de yayınlanan köşe yazısıdır.



Uzun ve şâibeli bir dönemin ardından amacına ulaşan Erdoğan sonunda Cumhurbaşkanı olmayı başardı. Toplum henüz bu gelişmeleri sindirememişken bu sefer Erdoğan’ın Başkanlık hayalleri siyâsî hayatın yeni tartışması hâline geldi. 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet skandalının patlak vermesi üzerine arzu ettiği toplumsal ve ekonomik dizaynlar sekteye uğrayınca, Başbakanlığının son dönemi ile Cumhurbaşkanlığının ilk dönemini adâlet sistemini felç etme ve bürokrasi dâhil devletin tüm sistemlerini kilitleme çabaları içinde geçirdi.

Etrafında büyük bir çıkar ağı bulunması ve illegal Ergenekon derin örgütlenmesi ile de amaçlarının örtüşmesiyle birlikte devlet trenini rayından çıkardı ve böylece yargıdan kaçma noktasında son derece başarılı oldu.

Fakat gelişen olaylar gösteriyor ki evdeki hesap her zaman çarşıya uymuyor. Sürekli algı operasyonları yaparak, düşman üreterek, hâkim-savcı satın alarak, saldırgan ve ötekileyici üsluplar kullanarak devleti işlevsiz hâle getirmek kısa süreli başarılar üretebiliyor ancak.

Bir kez yanlış yollara saptınız mı; artık sürekli olarak yanlışların yeni yanlışlar doğurduğu ve onları ayakta tutmak içinse her seferinde daha büyük suçlar ve hatâlar irtikâb etmeyi gerektiren bir kısır döngüye saplanıyorsunuz. Erdoğan ve beraberindeki ekip her adımında bir öncekinden daha büyük suçlar yumağının içinde buldular kendilerini. Çırpındıkça daha çok dolanıyorlar ağlara ve ceplerindekiler saçılıyor etrâfa.

Şimdilerde en çok konuşulan konu Erdoğan’ın, sahte olduğu iddia edilen üniversite diploması. Köşeye sıkıştığı bu durumun içinden çıkmanın en kolay yolu diplomaya bilimsel inceleme raporu alıp sonra da milletin gözleri önüne sermek. Ancak bu nedense bir türlü yapılamıyor!

Konunun direk muhatapları olan Marmara Üniversitesi ve Yüksek Seçim Kurulu gibi kurumlar sessiz. Üniversite arşivine erişim yasağı konduğu ortaya çıktı. YSK, ilk başta açıklama yapamayız dedi. Sonra gene sahteliği tartışılan bir nüsha yayınladı! Diplomanın sahte olduğuna dâir birçok delil kondu ortaya; ancak aksini delillerle, diplomanın aslıyla ve sağlam bilgilerle isbata çalışan tek bir Havuz medyası ve gazetecisi olmadı. Onlardan birkaç yandaş yazar; duygusal savunmalarla; hattâ ‘’dolayıp bir yerinize sokun imâlarıyla’’ geçiştirmeye çalıştı.

Erdoğan’ın sözcüsü İbrahim Kalın da pek farklı değildi. Konu ile ilgili yaptığı açıklamada diplomanın kopyalarının İnternet sitelerinde olduğunu söyledi ve ‘’ne yapalım yâni milyonlarca çoğaltıp adreslere mi gönderelim?’’ şeklinde bir üslupla Yeni Türkiye’nin yeni diplomatik dili ile konuyu kestirip atmaya çalıştı. Ardından meseleyi Erdoğan karşıtlığına bağlayarak, insanları bu [gereksiz] konu üzerinden ‘prim’ yapmakla suçladı. Bu yazının yazıldığı saatlerde diplomanın örneği yayınlandı ancak bâzı siyâsîler ve gazeteciler onun sahte olduğunu iddiâ ediyorlar zâten. Hukukun olduğu bir ülke olsaydık, kriminal inceleme yapılması gerekirdi; ancak buna cesâret edebilecek savcılar ve devlet kurumları şimdilik ortada yoklar!

Velhâsıl, Erdoğan bu sefer çok kötü köşeye sıkışmış durumda. Ben de Erdoğan’ın sahte diploma ibraz etmiş olabileceğine ve Cumhurbaşkanlığının tartışmaya ve incelemeye açılması gerektiğine inanıyorum. Şeffaflık şart! Her ne kadar İbrahim Kalın konu ile alâkalı olarak ‘’Pek de ciddiye alınmayacak şeyler ama ne amaçla sürekli köprütülüp getirildiği ortada’’ şeklinde anlamsız ve devlet ciddiyetine yakışmayan bir geçiştirme yapmış olsa da, ben bu meselenin son derece ciddî bir mesele olduğuna inanıyorum.
Hattâ bir adım öteye giderek şunu ifâde edeyim: Erdoğan’ın diplomasının sahteliği meselesi ülkenin savaşa girmesi kadar büyük bir hâdisedir. Neden mi? İzaha çalışayım:
Başkalarının da işâret ettikleri gibi eğer diploma sahteyse; Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olarak verdiği tüm kararlar, attığı ulusal ve devletlerarası mevzuları ilgilendiren bütün imzalar geçersiz sayılacak. Onayladığı Davutoğlu ve Yıldırım hükümetleri ve atanan Bakanlar, rektörler, yargı mensupları, her yıl TSK kademesinde imzalanan terfiler ve daha birçok kalem hükümsüz sayılacak. Bu da geriye dönük olarak devâsâ bir domino düzeniğinin devrilmesi anlamına gelecek. Böylece, silsileler hâlinde birçok karar ve uygulama geçersiz sayılacak ve yargılanmaya açık hâle gelecek. Bu duruma göz yummuş bütün kurumlar ve başlarındakiler hakkında yargı yolu açılacak. Bu da devleti çok büyük maddî ve mânevî zararlara sokacak. Bunun modern demokrasi tarihinde örneği yok. O yüzden Erdoğan için tek çıkış yolu; eğer başarabilirse, âcilen diktatörlük ilân etmek ve 1923’de temelleri atılan devleti tamamen sıfırlayıp ülkeyi yeni bir faza geçirmek…
Düşünsenize! Eğer doğruluğu ispatlanırsa; Başbakanlığının son döneminde Cumhurbaşkanı olmadan önce YSK ve diğer ilgili kurumları kandırıp sahtecilikle bir devletin başına geçmişsin ve ülkenin en büyük üniversitelerinden birinden kanun dışı bir yolla diploma alarak sistemin en hassas ve güvenli olması gereken kurumlarını aldatmışsın! Daha da kötüsü bu kurumların bilerek veya bilmeyerek buna âlet olmaları ve görevi kötüye kullanmış olmalarının ortaya çıkması olur.
Böylece, Yüksek Seçim Kurulu, Danıştay, Sayıştay, Yargıtay, Milli İstihbarat, Devlet Denetleme Kurulu, Genelkurmay, Emniyet, Merkez Bankası, Bakanlıklar, … akla gelen en kritik kurumların ve başlarındakilerin güvenilirlikleri ve kararları sorgulanabilir hâle gelmiş olur. Çünkü hepsi bu Cumhurbaşkanına itaat ediyorlar ve kararlarını uyguluyorlar. Göz yumma olduysa işlenen tüm suç ve hukuksuzluklara bizzat devlet kurumları ortak olmuş demektir. Özellikle Erdoğan örneğinde, ülkede bir sürü hukuksuzluk ve suç artık devlet kanalları eliyle kendi vatandaşlarına karşı uygulanır olduğundan, bunların bir de sahte bir Cumhurbaşkanına göz yumulması neticesinde yapıldığı ortaya çıkarsa sistem çöker!
Zîrâ milyonlarca insan bu durumdan olumsuz bir şekilde etkileniyor. Özgürlükler ve mülkiyetler gasp ediliyor. Elimizde; ‘’Yargıtay kararını tanımam!’’ ve kaymakamlara hitaben de, ‘’gerektiğinde mevzuatı bir kenara bırakın!’’ diyebilen bir lider ve ona itaat eden yargı ve emniyet sistemi var.
Erdoğan’ın para piyasaları, ticaret, dış politika, terör desteği, turizm ve benzeri konularda sebep olduğu yıkımlar, zararlar ve olumlu bile olsa birtakım etkiler bir anda kanunsuzluk elbisesi giyeceğinden, neredeyse 70 milyon insana devlete dâvâ açma hakkı doğacak. Ya da kişilerin dâvâ açmalarına geçit vermeyen hukûkî durumlarda, bu sefer devletler nezdinde sıkıntılar yaşanacak.
Zâten bir anda hükümsüz duruma düşen iki hükümetin karar ve uygulamalarından mağduriyet devşiren Türk vatandaşlarıyla bile milyonlarca dâvâ açılabilir. Halihazırda ‘hükümsüz’ bir hükümetin terör örgütü ile Oslo’da yaptığı anlaşmalar neticesi Güneydoğu Anadolu’da sebep olduğu yıkımlar, toplu göçler, ölümler… Bir de cadı avına mâruz kalan Hizmet Hareketi’nin yüz binlerce mensubunu dâhil edin! Düşünmek bile istemiyor insan!
Buna yurtdışı ülkelerinden ve vatandaşlarından Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Ticaret Mahkemeleri aracılığıyla gelebilecek dâvâları da ilâve edin. O zaman oluşacak tabloyu daha çok resmetmeye gerek yok sanırım. Sadece teröre verdiği destekle ve devlet treninin başında kullandığı yetkilerle ölümüne sebep olduğu milyonlarca insan var; Suriye’de, Afrika’da ve bilmem daha nerelerde… Aynı Erdoğan’ın Belçika’daki IŞİD saldırısından önce yaptığı; 'Ankara’da patlayan bomba Brüksel’de de patlar' tehdidini ve bunun ileride doğurabileceği muhtemel sonuçları da unutmamak lazım.
17-25 Aralık sonrası dönemde Erdoğan ve AKP hükümetlerinin bizzat kanunsuz cadı avlarına maruz kalmış ve şirketlerine çökülmüş olan Hizmet Hareketi ve fertlerinin post-Erdoğan sonrası bir normalleşmede açacakları dâvâlar bile devleti maddî anlamda taş devrine çevirebilir. Bir de bunun hükümsüz bir Cumhurbaşkanı ve hükümetle yapılmış olduğunu ve devlet kurumlarının da buna bilerek alet olduğunu düşünün!
Bir sonraki yazıda, sahte diploma olayı gerçekse ülke göçer mi veya gerçekse bu neden gizlenebilir onu irdeleyeceğiz.