Bu yazı 13 Haziran 2016 tarihinde Yeniyön.tv de yayınlanan köşe yazısıdır.
Uzun ve
şâibeli bir dönemin ardından amacına ulaşan Erdoğan sonunda Cumhurbaşkanı
olmayı başardı. Toplum henüz bu gelişmeleri sindirememişken bu sefer Erdoğan’ın
Başkanlık hayalleri siyâsî hayatın yeni tartışması hâline geldi. 17-25 Aralık
yolsuzluk ve rüşvet skandalının patlak vermesi üzerine arzu ettiği toplumsal ve
ekonomik dizaynlar sekteye uğrayınca, Başbakanlığının son dönemi ile
Cumhurbaşkanlığının ilk dönemini adâlet sistemini felç etme ve bürokrasi dâhil
devletin tüm sistemlerini kilitleme çabaları içinde geçirdi.
Etrafında büyük bir çıkar ağı bulunması ve illegal
Ergenekon derin örgütlenmesi ile de amaçlarının örtüşmesiyle birlikte devlet
trenini rayından çıkardı ve böylece yargıdan kaçma noktasında son derece
başarılı oldu.
Fakat gelişen olaylar gösteriyor ki evdeki hesap her
zaman çarşıya uymuyor. Sürekli algı operasyonları yaparak, düşman üreterek,
hâkim-savcı satın alarak, saldırgan ve ötekileyici üsluplar kullanarak devleti
işlevsiz hâle getirmek kısa süreli başarılar üretebiliyor ancak.
Bir kez yanlış yollara saptınız mı; artık sürekli olarak
yanlışların yeni yanlışlar doğurduğu ve onları ayakta tutmak içinse her
seferinde daha büyük suçlar ve hatâlar irtikâb etmeyi gerektiren bir kısır
döngüye saplanıyorsunuz. Erdoğan ve beraberindeki ekip her adımında bir
öncekinden daha büyük suçlar yumağının içinde buldular kendilerini. Çırpındıkça
daha çok dolanıyorlar ağlara ve ceplerindekiler saçılıyor etrâfa.
Şimdilerde en çok konuşulan konu Erdoğan’ın, sahte olduğu
iddia edilen üniversite diploması. Köşeye sıkıştığı bu durumun içinden çıkmanın
en kolay yolu diplomaya bilimsel inceleme raporu alıp sonra da milletin gözleri
önüne sermek. Ancak bu nedense bir türlü yapılamıyor!
Konunun direk muhatapları olan Marmara Üniversitesi ve
Yüksek Seçim Kurulu gibi kurumlar sessiz. Üniversite arşivine erişim yasağı
konduğu ortaya çıktı. YSK, ilk başta açıklama yapamayız dedi. Sonra gene
sahteliği tartışılan bir nüsha yayınladı! Diplomanın sahte olduğuna dâir birçok
delil kondu ortaya; ancak aksini delillerle, diplomanın aslıyla ve sağlam
bilgilerle isbata çalışan tek bir Havuz medyası ve gazetecisi olmadı. Onlardan
birkaç yandaş yazar; duygusal savunmalarla; hattâ ‘’dolayıp bir yerinize sokun
imâlarıyla’’ geçiştirmeye çalıştı.
Erdoğan’ın sözcüsü İbrahim Kalın da pek farklı değildi.
Konu ile ilgili yaptığı açıklamada diplomanın kopyalarının İnternet sitelerinde
olduğunu söyledi ve ‘’ne yapalım yâni milyonlarca çoğaltıp adreslere mi
gönderelim?’’ şeklinde bir üslupla Yeni Türkiye’nin yeni diplomatik dili ile
konuyu kestirip atmaya çalıştı. Ardından meseleyi Erdoğan karşıtlığına
bağlayarak, insanları bu [gereksiz]
konu üzerinden ‘prim’ yapmakla suçladı. Bu yazının yazıldığı saatlerde
diplomanın örneği yayınlandı ancak bâzı siyâsîler ve gazeteciler onun sahte
olduğunu iddiâ ediyorlar zâten. Hukukun olduğu bir ülke olsaydık, kriminal
inceleme yapılması gerekirdi; ancak buna cesâret edebilecek savcılar ve devlet
kurumları şimdilik ortada yoklar!
Velhâsıl,
Erdoğan bu sefer çok kötü köşeye sıkışmış durumda. Ben de Erdoğan’ın sahte
diploma ibraz etmiş olabileceğine ve Cumhurbaşkanlığının tartışmaya ve
incelemeye açılması gerektiğine inanıyorum. Şeffaflık şart! Her ne kadar
İbrahim Kalın konu ile alâkalı olarak ‘’Pek de ciddiye alınmayacak şeyler ama
ne amaçla sürekli köprütülüp getirildiği ortada’’ şeklinde anlamsız ve devlet
ciddiyetine yakışmayan bir geçiştirme yapmış olsa da, ben bu meselenin son
derece ciddî bir mesele olduğuna inanıyorum.
Hattâ bir
adım öteye giderek şunu ifâde edeyim: Erdoğan’ın
diplomasının sahteliği meselesi ülkenin savaşa girmesi kadar büyük bir
hâdisedir. Neden mi? İzaha çalışayım:
Başkalarının
da işâret ettikleri gibi eğer diploma sahteyse; Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olarak
verdiği tüm kararlar, attığı ulusal ve devletlerarası mevzuları ilgilendiren
bütün imzalar geçersiz sayılacak. Onayladığı Davutoğlu ve Yıldırım hükümetleri
ve atanan Bakanlar, rektörler, yargı mensupları, her yıl TSK kademesinde
imzalanan terfiler ve daha birçok kalem hükümsüz sayılacak. Bu da geriye dönük
olarak devâsâ bir domino düzeniğinin devrilmesi anlamına gelecek. Böylece,
silsileler hâlinde birçok karar ve uygulama geçersiz sayılacak ve yargılanmaya
açık hâle gelecek. Bu duruma göz yummuş bütün kurumlar ve başlarındakiler
hakkında yargı yolu açılacak. Bu da devleti çok büyük maddî ve mânevî zararlara
sokacak. Bunun modern demokrasi
tarihinde örneği yok. O yüzden Erdoğan için tek çıkış yolu; eğer başarabilirse,
âcilen diktatörlük ilân etmek ve 1923’de temelleri atılan devleti tamamen
sıfırlayıp ülkeyi yeni bir faza geçirmek…
Düşünsenize!
Eğer doğruluğu ispatlanırsa; Başbakanlığının son döneminde Cumhurbaşkanı
olmadan önce YSK ve diğer ilgili kurumları kandırıp sahtecilikle bir devletin
başına geçmişsin ve ülkenin en büyük üniversitelerinden birinden kanun dışı bir
yolla diploma alarak sistemin en hassas ve güvenli olması gereken kurumlarını
aldatmışsın! Daha da kötüsü bu kurumların bilerek veya bilmeyerek buna âlet
olmaları ve görevi kötüye kullanmış olmalarının ortaya çıkması olur.
Böylece,
Yüksek Seçim Kurulu, Danıştay, Sayıştay, Yargıtay, Milli İstihbarat, Devlet
Denetleme Kurulu, Genelkurmay, Emniyet, Merkez Bankası, Bakanlıklar, … akla
gelen en kritik kurumların ve başlarındakilerin güvenilirlikleri ve kararları
sorgulanabilir hâle gelmiş olur. Çünkü hepsi bu Cumhurbaşkanına itaat ediyorlar
ve kararlarını uyguluyorlar. Göz yumma olduysa işlenen tüm suç ve
hukuksuzluklara bizzat devlet kurumları ortak olmuş demektir. Özellikle Erdoğan örneğinde, ülkede bir
sürü hukuksuzluk ve suç artık devlet kanalları eliyle kendi vatandaşlarına
karşı uygulanır olduğundan, bunların bir de sahte bir Cumhurbaşkanına göz
yumulması neticesinde yapıldığı ortaya çıkarsa sistem çöker!
Zîrâ
milyonlarca insan bu durumdan olumsuz bir şekilde etkileniyor. Özgürlükler ve
mülkiyetler gasp ediliyor. Elimizde; ‘’Yargıtay kararını tanımam!’’ ve
kaymakamlara hitaben de, ‘’gerektiğinde mevzuatı bir kenara bırakın!’’
diyebilen bir lider ve ona itaat eden yargı ve emniyet sistemi var.
Erdoğan’ın
para piyasaları, ticaret, dış politika, terör desteği, turizm ve benzeri
konularda sebep olduğu yıkımlar, zararlar ve olumlu bile olsa birtakım etkiler
bir anda kanunsuzluk elbisesi giyeceğinden, neredeyse 70 milyon insana devlete
dâvâ açma hakkı doğacak. Ya da kişilerin dâvâ açmalarına geçit vermeyen hukûkî
durumlarda, bu sefer devletler nezdinde sıkıntılar yaşanacak.
Zâten bir
anda hükümsüz duruma düşen iki hükümetin karar ve uygulamalarından mağduriyet
devşiren Türk vatandaşlarıyla bile milyonlarca dâvâ açılabilir. Halihazırda
‘hükümsüz’ bir hükümetin terör örgütü ile Oslo’da yaptığı anlaşmalar neticesi
Güneydoğu Anadolu’da sebep olduğu yıkımlar, toplu göçler, ölümler… Bir de cadı
avına mâruz kalan Hizmet Hareketi’nin yüz binlerce mensubunu dâhil edin!
Düşünmek bile istemiyor insan!
Buna
yurtdışı ülkelerinden ve vatandaşlarından Uluslararası Ceza Mahkemesi ve
Ticaret Mahkemeleri aracılığıyla gelebilecek dâvâları da ilâve edin. O zaman
oluşacak tabloyu daha çok resmetmeye gerek yok sanırım. Sadece teröre verdiği
destekle ve devlet treninin başında kullandığı yetkilerle ölümüne sebep olduğu
milyonlarca insan var; Suriye’de, Afrika’da ve bilmem daha nerelerde… Aynı
Erdoğan’ın Belçika’daki
IŞİD saldırısından önce yaptığı; 'Ankara’da patlayan bomba Brüksel’de de
patlar' tehdidini ve bunun ileride doğurabileceği muhtemel sonuçları da
unutmamak lazım.
17-25
Aralık sonrası dönemde Erdoğan ve AKP hükümetlerinin bizzat kanunsuz cadı
avlarına maruz kalmış ve şirketlerine çökülmüş olan Hizmet Hareketi ve
fertlerinin post-Erdoğan sonrası bir normalleşmede açacakları dâvâlar bile devleti maddî anlamda taş devrine çevirebilir. Bir de bunun hükümsüz
bir Cumhurbaşkanı ve hükümetle yapılmış olduğunu ve devlet kurumlarının da buna
bilerek alet olduğunu düşünün!
Bir sonraki yazıda,
sahte diploma olayı gerçekse ülke göçer mi veya gerçekse bu neden gizlenebilir
onu irdeleyeceğiz.