21 Haziran 2016 Salı

BİR KONUŞSAM TÜRKİYE YIKILIR!

Bu yazı 21 Haziran 2016 tarihinde Yeniyön.tv de yayınlanan köşe yazısıdır.


Ben 80’lerin kuşağıyım. Türkiye’nin o en kaotik ve çalkantılı dönemi olan 12 Eylül dönemini bir çocuk olarak geçirmiş olsam da, takip eden yıllar da pek iyi geçmedi ülkemde. 90’ların post-modern darbe dönemleri, 2000’li yılların Ergenekon dâvâları, son zamanların Erdoğan ve AKP ile yaşanan sıkıntılı günleri…

Eskiden, babamların ve dedemlerin nesline; yaşadıkları hâdiselere, layık görüldükleri yaşam biçimlerine, mârûz bırakıldıkları muâmelelere, eğitimsizliklere, cehâletlere ve istismârlara dayanarak hep ‘kayıp nesil’ derdim. Günümüzde geldiğimiz noktadan benim çocukluk dönemlerime dönüp baktığımda, aslında bizlerin de kayıp nesiller olduğumuzu görüyorum acı içinde.

Kayıp bir nesil; kayıp bir ülke; ve böyle devâm ederse, kayıp bir gelecek…

Bu tarz bir netice, şüphesiz millete yaşatılan travmaların bir sonucu. Kendi çıkarları, ihtirasları, beceriksizlikleri ve ideolojileri uğruna milleti sürekli bölen, ötekileştiren, kamplaştıran, eğitimsiz bırakan, algı operasyonları ve hilelerle kandıran, sahte düşmanlar ve korkularla yöneten otokratik kliklerin ülkeyi getirdikleri nokta bu maalesef. Bu çevreler, devlet postu altında kimi zaman Atatürkçü oldular, kimi zaman milliyetçi ve solcu şarkılar söylediler, yeri geldi ulusalcı besteler yaptılar, şimdilerde de yeşil İslâmcı ilâhîlere sarıldılar… Hattâ çoğu zaman birbirleriyle kavga eder gibi göründüler, ancak bir ahtapotun kolları gibi hep aynı beyne hizmet ettiler! Onların saldıkları mürekkeple, görüş ve idrâkleri bulananlar ise bu ülkenin saf insanları oldu hep.

Böyle kaotik ve maniplasyona açık ve muhtaç ortamlarda devamlı bilgi kirliliği yaşanır; enâniyet, bencillik, fırsatçılık ve kibir hüküm sürer; devlet kutsanır; protokol hastalığı baş gösterir; liyâkata önem verilmez; adam kayırılır; devlet malı yenir; ahlâk çöker; din sömürülür; sloganik ifâdeler ve saldırgan üsluplar, bilgi, düşünce ve analizin yerini alır; insanlar birbirlerinden nefret ederek yaşarlar… Toplum komplo teorileri ile yatıp kalkar. Artık terörle yaşamaya alışın denilir insanlara. Her cinâyet bir fâil-i meçhuldür o ülkede artık; yapanı asla bilinemez ve bulunamaz bir gerçekliktir kanıksanması gereken. O yüzden vahşi cinayetler unutulur bir gün sonra; ölen öldüğüyle kalır. Gladyonun yakalanan tetikçileri ya meczuptur ya da iyi çocuk! Her kurşun sıkan ‘’devlet için yaptım!’’ der. Ergenekon’un darbe planlayıcıları ve tetikçileri de hep ‘’devlete hizmet ettim!’’ demişlerdi benzer şekilde. Eskilerin varlık vergileri döneminde, azınlıkların mallarına çökenler de ‘’devlet için’’ yapmıştır yapacağını, şimdilerin gaspçı kayyımları da (hem de fetvâ aldım diyerek) aynı devlete hizmet için çökmüştür masum insanların özel mülkiyetlerine…

İşte artık kanıksadığımız ve bir tür vurdumduymazlık geliştirdiğimiz tüm bu garipliklerin içinde dikkatlerimizden kaçan bir şey daha var. O da resmini çizdiğim bu dönemlerde benim dikkatimi en çok çeken ifâdelerden biri olan başlıktaki sözdür. Bu söz, Türkiye’deki siyâsî, politik, ahlâkî, sosyal ve hukûkî çöküntünün ve yaşanan seviyesizliğin en çarpık örneklerinden biridir bana göre. Toplumsal bilinçaltımızı yansıtan nâdir ifâdelerdendir.

Bir konuşsam Türkiye sallanır…

Konuşursam Türkiye yıkılır…

Ben konuşursam Türk futbolu biter…

Çok şey biliyorum, konuşsam yer yerinden oynar…

Bu ifâdeleri okurken sizin de zihninizde son 30-40 yıla ait bir çok çağrışımın canlandığına eminim. Çünkü farketmesek de bu ve benzeri ifâdeler kendi vergilerimizle beslediğimiz, belli makamlara getirdiğimiz milletvekilleri ve devlet görevlileri tarafından çoklukla kullanılıyor. Bâzen, mafya ve derin illegal örgüt elemanları tarafından; hattâ şimdilerde iş adamı ve sanatçılar tarafından bile kullanılıyor benzer sözler.

Bu ifâdeler ve onlara tevessül eden insanlar tahlil edildiğinde genel anlamda şunları söylemek mümkün:

Gerçekte bu insanların çoğunun aslında çok bir şey bildikleri filan yok. Bâzıları sıkıntıya düştüklerinde, bâzıları suçüstü yakalandıklarında, bâzılarıysa önemli insan havası vermek istediklerinde ve bir kibir göstergesi olarak bu tür sözlere sarılıyorlar.

Bir şeyler bilen bazılarıysa ya siyâsî hesaplarla birilerini tehdit etmek ve blöf yapmak amacıyla veya suçüstü yapıldıklarında; ‘’beni satarsanız konuşurum’’ tandanslı mesajlar göndermek istediklerinde bu tür söylemler kullanıyorlar. İşin üzücü tarafı bu kişilerin çoğunun vergilerimizle; bize hizmet etsinler diye beslediğimiz milletvekili, siyâsî, devlet adamı ve görevlileri olmaları… Meselâ, Bülent Arınç’ın partiden dışlanma aşamasında, Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek hakkında söylediği ‘’elimde 100 dosya var’’ açıklaması bir bakıma ‘bir konuşursam Gökçek biter’, hattâ ‘AK Parti biter’ demektir. Biraz daha ilerletseniz, bu söz devlet bitere kadar bile götürebilir insanı. O gün bugündür hâlâ ne bir açıklama duyduk ne de bir savcı çıkıp dosyaları istedi Arınçtan!

Bana göre; bu sözler medya aracılığıyla her servis edildiklerinde ardından hiçbir toplumsal, hukûkî, vicdânî, ahlâkî ve siyâsî sorgulamanın gelmiyor olmasıdır aslında en vahim olan. Çünkü bu tür ciddî ifâdelere karşı gösterilen tepkisizlikler toplumsal ve kamusal birçok hastalığın göstergeleridirler.  
 
Neden mi?

Çünkü, eğer sağlıklı ve hukuk temelli bir toplum olabilseydik, medyaya çıkıp bu tarz açıklamalar yapan bir devlet görevlisini veya herhangi bir insanı sorguluyor olurduk. Gizlemeye çalıştıkları; bir devleti yıkacak kadar büyük olan mesele neymiş bunun takipçisi olurduk.

Gelişmiş Batı ülkelerinde devlete yıllarca çalışmış bir devlet görevlisi çıkıp ‘bir konuşsam devlet yıkılır’ dese, hemen savcıların, basının, muhâlefetin ve sivil toplumun hedefi hâline gelir. Bizdeki gibi toplum ânî bir refleksle; muhâlefet dahil, tüm fertleriyle ve kurumlarıyla birlikte ‘duymamış gibi yap!’ moduna geçmez.

Daha da ileri gidersek, aslında sağlıklı bir toplumda hiçbir fert çıkıp böyle bir cümle sarfetmeye ihtiyaç duymaz, cesâret de edemez. Çünkü, sağlıklı bir toplumda devleti yıkacak kadar sorunlu işlere kimse bulaşmaz. Bulaşanı gören kişinin adâlete bildirme gibi bir yükümlülüğü vardır ve bildirir de. Vâkıf olduğu suçu açıklamamanın suç olduğunu herkes bilir. Bunun da ötesinde sağlıklı ve güçlü bir toplum bir kişinin yapacağı açıklamalarla yıkılacak kadar zayıf ve suça teslim olmuş dirâyetsiz bir ülke değildir. Denetim mekanizmaları ve devlet aklı hakimdir ve canlıdır orada. O nedenle kimse bu dinamiği ve gücü görmezden gelip, kibir ve küstahlıkla karışık bir câhil cesâretiyle kendini rezil edip tehlikeye atmak istemez…

Ama toplum sağlıksız, adâletsiz ve suça teslim olmuş bir toplumsa o zaman bizdeki gibi garip söylemlerle siyâset yapılır hâle gelir. Bir kişinin bildikleriyle futbol yıkılacaksa veya devlet sarsılacaksa o futbol ve ülke zaten tükenmiştir. Ve yine, böyle iddiâlarla gündem oluşturan insanları toplum sorguya çekip takipçisi olmuyorsa, zâten yukarıda işâret ettiğim tüm çöküntüler yaşanıyor demektir.

Böyle bir toplumda ‘Erdoğan Gitse Devlet Yıkılır mı?’’ başlıklı yazıda da ele aldığım gibi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çıkıp ‘’ben gidersem devlet yıkılır’’ diyeceği günler de yaşanır. Dikkat edin! Bu yazıda resmettiğim tüm hastalık belirtileri bu sözün ardından da sergilendi ve toplumda, muhâlefet dâhil (Cemaat ve küçük bir azınlık dışında) hiç kimse bu sözü sorgulamadı. Koca bir demokratik hukuk devletinin nasıl bir adamın gitmesiyle yıkılacak hâle geldiğini merak bile etmedi toplum.

Aynı şekilde AK Parti, AK Partili bakanlar ve Erdoğan’ın ailesi ile yakın ilişkiler içinde olan ve kara para aklamak, rüşvet vermek ve terör finansmanı sağlamak gibi suçlardan ötürü tutuklanan İran vatandaşı Rıza Sarraf’ın ABD’de süren sorgulaması devâm ederken, eşi olan sanatçı Ebru Gündeş’in çıkıp ‘’kocam konuşursa Türkiye batar!’’ demesi de benzer bir sessizlikle geçiştirildi. Aynı toplumsal tepkisizlik hastalığımız burada da nüksetti. Hiçbir Cumhuriyet savcısı veya muhâlefet partisi çıkıp da; kocan bu ülkeyi batıracak kadar ne biliyor diye sor(a)madı!

Sanırım maksad anlaşılmıştır. Bu tür ifâdeleri kullananlar ya hiçbir bir şey bilmiyor, kibirle karışık artistlik yapıyorlar; ya bir suça bulaşmışlar ve ‘beni korumazsan seni de yakarım’ mesajları gönderiyorlar; ya da bu ülke bir iki kişinin konuşmasıyla yıkılacak kadar suça batmış rezil bir ülke hâline gelmiş.

Bu üç ihtimalden hangisi gerçek olursa olsun, her üç ihtimal karşısında da tepki vermeyen, adâlet mekanizmasını ve toplumsal tepkileri harekete geçir(e)meyen bir halk yığını olmamız beni asıl endişelendiren. Sanırım hastalığın en ciddisi de burada yatıyor.

Erdoğan ve AK Partinin ülkeyi zindana çevirme planlarının dönüm noktası olan 17-25 Aralık sonrası ortaya çıkan Twitter fenomeni Fuat Avni’yi sosyolojik anlamda bu yazı çerçevesinde de ele almak gerekir. Çünkü Fuat Avni, yıllardır bizi ‘’bir konuşsam…’’ diyerek kandıran insanların aksine konuşan bir karakterdir. O gerçek kimlikli; ama sahte insanların ‘’bir konuşursam…’’ derken imâ ettikleri ama hiçbir zaman söylemedikleri nitelikteki şeyleri, bu sahte kimlikli ama kalite insanı olan Fuat Avni her gün sıralı iletiler hâlinde deşifre etmekte.

Peki sonuçta ne oluyor! Benim bu yazıda temâs ettiğim hastalık nüksediyor ve muhâlefet ve devlet kurumları da dâhil herkes, yapılan bu suç ihbârı niteliğindeki ifşaatlar karşısında oturmuş vurdumduymazı oynuyorlar. Fuat Avni olayı aslında şunu da göstermiştir: Bu ülke, hukuk sistemini de içine alacak şekilde artık o kadar organize bir suç örgütü hâline gelmiştir ki, ne kimse gerçek manada konuşabilir ne de, konuşsa dahi, bu kemikleşmiş devlet (suç örgütü) yıkılabilir…

Bir gün elime bu suç aygıtı devleti yıkacak kadar gizli bilgiler geçerse ben de Fuat Avni gibi açıklarım merak etmeyin! Ortalığa çıkıp; bir konuşsam ülke yıkılır küstahlıklarıyla egoculuk oynamam. Bu ülke benim yapacağım bir açıklama ile yıkılacak hâle gelmişse, zâten bırakın yıkılsın. Belki yenisi daha iyi inşâ edilir kimbilir! Bu adâletsizlik bataklığında da zâten yıkılmaz, mafyatik devlet olarak yoluna devâm eder!

Geldiğimiz noktada ülkemizin hâlini ‘’bir konuşursam devlet yıkılır!’’ anlayışından daha iyi özetleyen bir ifâde ile bitireyim o zaman:

Hepimiz sustuk ve devlet yıkılıyor!