6 Nisan 2016 Çarşamba

AK PARTİ NELERİ SÖMÜRÜYOR?

Bu yazı 6 Nisan 2016 tarihinde Yeniyön.tv de yayınlanan köşe yazısıdır.


AK Parti dediğimiz oluşum, geldiği nokta itibârıyla artık devâsâ, organize bir suç örgütü konumunda. Özellikle de 17-25 Aralık yolsuzluk dâvâları ile yaşadığı şokun ardından adâletten kaçabilmek adına, büyük bir çirkeflikle, devletin her kurumuna çöküp adâlet sistemini felce uğratmasıyla da ‘mafyatik devlet’ aşamasına geçti.

Böylece; muhâberât hevesli, mafyatik düzende çalışan, çıkarcı ve organize bir yapıya dönüşmüş oldu. Tabanını kaybetmeme adına uydurduğu ‘paralel devlet’ safsatası da bu süreçte kullandığı en başarılı kamufle aracı oldu ve yapılan her kanunsuz uygulama bu kılıfa sarılarak gizlendi ve halkın gözlerinden kaçırıldı.

Bu süreç hâlen devâm ediyor. Daha geçen gün AKP’li bir vekilin, katıldığı bir programda kendinden gâyet emin bir tavırla sarfettiği, ‘’yasama bizde, yargı bizde, yürütme bizde’’ sözü, geldiğimiz noktayı çok iyi özetliyordu aslında.

Gözleri önüne perde çekilen halk, maruz kaldığı yoğun propandanın da etkisiyle adetâ efsunlanmış gibi; yaşadığı hiç bir anormalliği sorgulayamaz durumda. AK Partililerin ve hattâ bizzat Erdoğan’ın her gün değişen ve birbirini yalanlayan söylemlerini bile idrâk edememekte veya sorgulayamamaktalar. Bir Karabasan Gibi Çöktün Üzerimize! başlıklı yazımda bu ruh hâlini resmetmeye çalışmıştım.

Neler mi idrâk edilip sorgulanmıyor? O kadar çok ki, sadece bir kaç örnekle iktifâ edelim…

17 Aralıkta bizimkilere âit evlerden çıkan milyon dolarları önce polisler koydu dedik, ama adamlar salıverilince paraları bu sefer fâiziyle birlikte aynı adamlara geri verdik!

Zamanında çocuklarımızı emânet ettiğimiz ve sizlerin de hep övdüğünüz insanlar nasıl bir anda “PKK’dan daha tehlikeli teröristler” oluverdiler... delili ne?

AK Partiye yakın bir yurtta 45 çocuğa tecâvüz ediliyor ve bizden bunu ‘’bir kereden bir şey olmaz!’’ diyerek savunmamız neden bekleniyor? Sorumlular neden adâletin kollarına teslim edilmiyor? Bakanlarımız kendilerini neden bu vakfı savunmak zorunda hissediyorlar!

İslâmcı kesim olarak, özellikle de seçim zamanlarında, her iki kelimemizden biri Haçlı Seferleri, diğeri de Yahudiler iken, pek kudretli ve haşmetli dünya liderimiz Erdoğan, Türk okullarının kapatılması için, neden hâlâ Yahudi lobilerinden ve Papa’dan yardım istiyor? Bunların karşılığında bir şey veriliyor mu? Her zaman ‘’hep kötülüğümüzü isteyen şer odakları’’ olarak bize tanıtılan bu yapılar bu sefer bize karşılıksız mı yardım ediyorlar?

PKK ile yapılan anlaşma hakkında önce böyle bir görüşme olmadı diyen liderimiz, bir süre sonra da emri ben verdim derken bir hikmeti vardır dedik. Takip eden ‘çözüm sürecini’ eleştirenleri ise barış düşmanı ilân ettik. Ama süreç elimizde patlayınca da PKK bizi kandırdı, şehirlere silah yığdı dedik. Hattâ geçenlerde Erdoğan, bu PKK’dan daha üst bir akıl olduğunu gösterir dedi. Bu bir devlet acziyetinin itirâfı anlamına gelmez mi?

İran, Suriye’de kanlı lider Esed’e açıkca destek olurken aynı anda ‘’İkinci Evimiz!’’ nasıl olabiliyor?

Bizim için her kötülüğün kaynağı olan İsrail ile olan ticâret hacmimiz neden artıyor, Bilal’in gemileri oraya neden yakıt taşıyor ve ekranlara çıkıp neye dayanarak ‘İsrail ile birbirimize ihtiyacımız var!’ diyoruz? Komşu İslâmcılar görse hakkımızda ne derler!

IŞID, açık bir terör örgütü iken neden hep bu örgütü koruyor gibi biz izlenim veriyoruz?
Reza Zarrab, bizzat AKP’li Bakan’ın ifâdesiyle, ‘’cârî açığımızı kapatan!’’ ‘’saygın’’ bir iş adamıyken ABD’li savcı tarafından tutuklanınca bir anda nasıl ‘’tanımayız, bilmeyiz’’ denilen bir insan oluveriyor?

Paralel dediğimiz yapı nasıl hem CIA ajanı hem de MOSSAD ajanı olabiliyor ve ABD’ye gittiklerinde devlet ricâlimiz bu ‘’ABD ajanlarının’’ neden ABD’yi Müslümanlaştırmak istediğini söylüyorlar! Türkiye’de ‘Müslümanlığın zararına’ dediğimiz bu yapı gerçekten ABD’nin ‘ajanıysa’ neden onları,’ABD’yi Müslüman yapacak!’ diye yine ABD’lilere şikâyet ediyoruz?

Bu sorular uzar ve gider, sadede gelelim…

İşte, içine düştüğü suç çukurundan sıyrılmak ve o tatlı meyvelerine çok alıştığı mafyatik soygun düzeninden de dûr olmamak adına her gün yeni bir yalan ve maniplasyonla hayatını idâme ettirmek zorunda olan yapı, tüm bunları yaparken bizi bir çok yönden sömürüyor.

AK Parti, kurduğu rüşvet, ihâle ve yolsuzluk düzeni ile önce kaynaklarımızı sömürmekle işe başladı.

Bu arada insanları fişleyerek ve gizli ödeneklerle desteklediği paralarla da kendi örgütlenmesinin temellerini attı ve haksız kadrolaşmalara girişti.

17-25 Aralık’ta yaşadığı korkunun ardından yaptığı propaganda ile korkularımızı, geleceğe dâir umutlarımızı, devlet kurumlarına olan güven ve itimad duygumuzu, Müslümanlara duyulan güven sermâyesini ve aileler ve dindarlar arasında düşmanlık tesis etmek sûretiyle de kardeşliği sömürdü.

Şimdilerde, bu yapının cemaatleşme adına devlet kaynaklarıyla haksız şekilde palazlandırdığı vakıflardan çocuklara ve kız öğrencilere tecâvüz haberleri geliyor. Karaman’da tecâvüz edilen 45 erkek çocuk haberi, Çorum’da partili zengin bir iş adamının oğlu tarafından kurdukları yurtta tecâvüz edilen kızlar ve gözlerden kaçırılmaya çalışılan kimbilir daha niceleri…

AK Partiyi deştikçe üzeri örtülmüş yaralardan irin akıyor ve tüm parti; milletvekiliyle, bakanıyla ve medyacısıyla bu yüz kızartıcı suçlara adı bulaşmış kişi ve kurumları savunma telaşına düşüyorlar… Olayın peşinde gidenler ise hep aynı; ‘’hedef AKP’’ yalanıyla ‘’hâin’’ ilân ediliyorlar.

Tecâvüz olayları karşısında ‘’bir kereden bir şey olmaz!’’ diyen bir Bakan için savunma yapılıyor. Namusuna düşkün bir halk olan milletimizin, bu tür ahlaksızlıklar üzerine gitme refleksleri de sanki felç edilmek isteniyor.

Zâten uzun süredir aile kavramına ve ahlaka zıt düşen Mut’a nikahı ve ikinci eş olayları ile sarsılan parti imajı mızrağın artık çuvala sığmadığını haber veriyordu ya, bu ‘dindar’ İslâmcı partinin tecâvüzler karşısında sergilediği bu şaşırtıcı vurdumduymazlık; hattâ savunma refleksi de bize, AK Partinin artık toplumsal ve ferdî ahlakımızı da sömürdüğünü düşündürtüyor.

Hasıl-ı kelâm AK Parti ve Erdoğan, milletimizin geleceğini, birbirlerine olan güven ve itimad duygularını, birlikte yaşama azim ve kaabiliyetlerini, ümitlerini, öz güvenini, benliğini, kaynaklarını, bizi biz yapan ahlakî değerleri ve devlete olan güven duygusunu ve benim burada zikretmeyi unuttuğum daha nice değerlerimizi çalıyor, sömürüyor ve ülkemizi tamiri çok uzun yıllar alacak olan yıkımlara mâruz bırakıyor.

Umarım, Allah milletimize şefkat eder de, bizleri bu belâdan tez zamanda kurtarır. Tıpkı rü’yâlarımdaki gibi…