Bu yazı 27 Nisan 2016 tarihinde Yeniyön.tv de yayınlanan köşe yazısıdır.
Hükümet’in son üç yılın özeti olan faâliyetlerini dört ana başlıkta toplamak mümkün:
Yolsuzluk soruşturmalarının tekrar açılmaması için her türlü idârî ve gayrı hukûkî tedbiri almak; bu uğurda gerekli dezenformasyon ve algı yönlendirme çalışmalarını eldeki Havuz medyası ve devlet aygıtı, ajansı ve medyası aracılığıyla sürdürmek.
Patlamak üzere olan ekonomi balonunu Katar ve Suudi paralarıyla yamamaya devâm etmek.
Devlet ayakta ve hâlâ itibarı var görüntüsü vermek. Her hatayı inkâr etmek, yalanla savuşturmak; yetmiyorsa ‘paralele’ yıkmak.
Erdoğan’ın başlattığı, Ergenekon ve PKK’ya sözü verilen ‘’cadı avı’’nı devam ettirmek. Kendi halkını, rakip ve düşman gördüğü kesimleri fişleyip onların kurumlarını ve mallarını kayyımlar atamak yoluyla gasp etmek. Bu uğurda yurt içi ve yurt dışı istihbârat faâliyetlerinde bulunmak…
Bu yazının amacı açısından bu sonuncu madde ile devâm edelim.
Yurt içi istihbarat çalışmalarımızı tek kelimeyle özetle deseniz, adam fişleme uzmanlığı, hırsı ve azmi derim. Yıllardır eğer tek değilse bile en iyi yapılan iş bu maalesef. Sürecin en başlarında Erdoğan’ın ataşelikleri toplayıp Cemaati bulundukları ülkelerde şikâyet etmelerini istemesi, yurt dışındaki okulları kapattırabilmek adına tek tek ziyâretler yapıp bizzat devlet başkanları nezdinde taleplerde bulunması bu fişleme olayının daha da genişleyeceğinin habercisiydi. Zaten Ergenekon dönemlerinde de yapılan bu yurt içi ve yurt dışı fişleme çalışmaları, Ergenekon’un akıl hocalığı ve Erdoğan’ın gözünü kin bürümüş hırsı ile birleşince daha ileri bir noktaya taşınmış oldu.
Her ülkenin yurt dışında ajanlık faâliyetleri yapması belli kâideler çerçevesinde normal karşılanabilir; hattâ bu çoğu zaman bir zorunluluktur. Ancak bizdeki, Ergenekon ve Erdoğan özelinde temsil edilen anlayışlar köklü bir devlet aklından yoksun, kişisel çıkarlar ve hırslarla güdümlü, devlet itibârını ve geleceğini tehlikeye atan gayretlerdir. Gelişmiş ülkelerin faâliyetleri daha çok devlet güvenliğinin temîni, bilgi, teknoloji ve kaynak takibi, önleyici ve işlevsel espiyonaj vb. çerçevelerde cereyân eder. Sırf kendi vatandaşına odaklı, onlara güvensizlikten beslenen ve yine iç politika endeskli reflekslere dayanan fişleme ağırlıklı bir anlayış ancak, ya sosyalist ya da diktatör rejimlerde olur ki bizde her iki refleks de baskın durumda.
Yurt içine baktığımızda MİT bugün KCK’yı örgütleyen, PKK ile masaya oturup tâvizler veren, Öcalan kuryeliği yapan, Suriye’ye ve başka bâzı ülkelere silah ticâreti yapan, Erdoğan ailesi ve bâzı AKP’li çevrelerin bölge ülkeleri ve İsrail ile olan gizli ticârî ilişkilerini yöneten bir yapı olarak algılanıyor. Kendi halkını fişleme uzmanlığından zâten bahsettik.
Yurt dışında ise MİT eliyle Arap ülkelerinde tesis edilmeye çalışılan ‘abi’ rölü ve ‘Halîfe Erdoğan!’ çalışmaları Araplarla aramızı daha da açtı. Nijer’e bile kaçak silah satıyoruz. Sızan bir ses kaydında bir THY yetkilisinin ağlamaklı bir sesle ‘gönderiyoruz ama ölenler kim, Müslüman mı, Hristiyan mı’ şeklindeki sözleri hâlâ kulaklarımızda çınlıyor.
Tüm bu illegal hareketler büyük devletler tarafından kayıt altına alınıyor. Gerektiğinde tâviz koparma gerektiğinde sopa gösterme amacıyla karşımıza çıkarılıyor. Ülke güvenliğimiz tehlikeye giriyor. Dikkat dağıtma adına yapılan her algı çalışması daha büyük bir algı çalışmasıyla örtülmeyi gerektiriyor. Böylece yanlışlar daha büyük yanlışları doğuruyor.
Geçen yıl AKP adına Avrupa’da istihbârat faâliyeti yapan Erdoğan’a yakın bâzı isimler tutuklanmışlardı. Devlet işleri adına mı faâliyet yürütüyorlardı? Elbette hayır! Erdoğan’ın başlattığı ve Hizmet Hareketini bitirme adına yapılan cadı avı yurt dışına sıçratıldı o kadar. Daha doğrusu Ergenekon’un da hep yapageldiği çalışmalar genişletilmiş oldu. Daha geçtiğimiz Şubat ayında Hollanda’nın Rottherdam elçiliği nezdinde ‘Cumhurbaşkanına hareket eden Türkleri bildirin’ şeklinde bir skandal ortaya çıkmıştı. AKP zihniyetinde ‘hakaret’ yazılan şeyin aslında ‘eleştireni fişle ve paralelse bildir’ şeklinde okunduğunu hatırda tutalım. Kaldı ki o ülkelerde bir Başkana hakaret de düşünce özgürlüğü kapsamında kanuni bir vatandaşlık hakkıdır.
İlâve olarak, yurt dışındaki elçiliklerimizde çalışan bâzı insanlar oralardaki vatandaşlarımızın kişisel bilgilerini seçim zamanında AKP teşkilatlarına vererek hukuksuz bir iş yapmakla kalmıyorlar, listelerdeki isimleri tek tek fişliyorlar ve ‘paralel’ olanları tesbit ediyorlar.
Amerika gibi dünyanın süper gücü bir ülkede bile bu câhil cesareti faâliyetler tam gaz sürdürülüyor. Hatırlamanız açısından eski bir hâdiseyi hatırlatayım. Yanılmıyorsam 2014 yılı sonbaharıydı. Fethullah Gülen’in kaldığı Pennsylvania’daki konutun önünde iki kere protesto gösterileri tertîb edilmişti. Gazeteci Aydoğan Vatandaş benim de İngilizce’ye çevirdiğim ve oldukça ilgi gören yazısında, gösterilerin ardında AK Parti izleri olduğunu imâ etmiş ve bu FBI’ca tesbit edildiği takdirde çok ciddî sonuçları olabileceğine değinmişti.
Geçenlerde Fuat Avni lakaplı Twitter fenomeni, bir Afrika ülkesinde öldürülen Türk öğretmenlerin ölümünde de AKP’ye işaret etmişti. Bu doğruysa yurt dışı istihbârat rezaletlerimize büyük bir skandal daha eklenmiş demektir.
Daha geçenlerde Yeniyön’den Fuat Baran ve Yenihayat’tan Nazif Apak, Cemaat mensubu bâzı iş adamlarının pasaportlarına illegal şekilde ama devlet eliyle el konulduğunu veya iptal ettirildiğini yaşanmış örneklere dayanarak ifâde ettiler. Bu uygulamanın yurt dışında bulunan Cemaatin öğretmen ve ailelerine de sıçrama ihtimâlinin yüksekliğine binâen, bu kişilerin bu yaz mümkünse Türkiye’ye tatile gitmemeleri de tavsiye edilmişti. Apak ayrıca İnterpol yetkililerinin bu pasaport iptali uygulamasından duydukları rahatsızlığı da aktarmış ve bunun ancak 3. Dünya ülkeleri ve diktatörlüklerde görülen türden uygulamalar olduğu şeklindeki söylemlerini bizlerle paylaşmıştı.
Ben de sizlere kimsenin pek bilmediği veya bilse de çok konuşmadığı başka bir istihbârat-fişleme yönteminden bahsedeyim.
Sadece ateşeliklerdeki bâzı personel değil; bizzat AK Partili bâzı vatandaşlar ve akademisyenler eliyle de bu fişleme çalışmalarına devâm ediliyor. Kendilerine neler vaad ediliyor, nasıl motive ediliyorlar ve nasıl organize oluyorlar bu ayrı bir araştırma ve sosyolojik analiz konusu.
Sadece kişiler de değil; Hareket’in kurumları da fişleniyor ve mümkünse işleri engellenmeye çalışılıyor. Yahudi ve Ermeni lobilerine para verilip Amerika’daki Charter okullarının kapatılması veya aleyhte kara propaganda yaptırılması yönünde Ergenekon döneminde de varolan çalışmalar yürütülüyor. Kültür merkezlerinin faâliyetleri tesbit edilip, meselâ Cemaat fakir Ahıska Türklerine yardım eli uzatıyorsa, onlara adam gönderip ‘size para verelim kendi kültür merkezinizi açın’ deniliyor ve bağlar kopartılmaya çalışılıyor.
Türkiye’de bir iki yıl evvel adı fişleme skandalı ile gündeme gelen bir devlet çalışanı, Milli Eğitim bursu ile yurt dışında okuyan öğrenci ve akademisyenleri takip eden kurumun başına getirilmişti. Gelişmelere ve duyumlarıma bakılırsa yaptığım çıkarım şu: AKP bu tarz kişiler aracılığıyla hem Türkiye’deki üniversitelerde hem de yurt dışındaki üniversitelerde bulunan bâzı partililerini belirli motivasyonlarla organize ediyor ve oralarda yaşayan, özellikle Milli Eğitim burslusu akademisyen ve öğrencileri, fişlettiriyor. Böylece, hem elçiliklerdeki bâzı elemanları hem de bu partili akademisyenleri kullanarak esnafından öğrencisine onbinlerce kişiyi fişliyorlar. Bu sadece Amerika’da değil başta Avrupa olmak üzere birçok yerde uygulanıyor.
İsim vermeden birkaç örnek vereyim. Geçenlerde Cemaatten bâzı arkadaşlarla görüşüyordum. Bizzat benim de tanıdığım ABD’de burslu okumuş sonra da bir devlet üniversitemizde kadro almış olan ve
AKP adına trollük yapmaya başlayan bir şahsın ziyâret! amaçlı geldiği şehirde bâzı insanları fişlediği ve hattâ bir tanesine; ‘senin adını bildirmeyeceğim!’ diyerek aklınca ukalaca bir iyilik örneği sergilediğini öğrendim. Kendisi ABD’de öğrenci iken Cemaat’in her aktivitesine katılır hattâ önayak olurdu.
AKP adına bugün trollük yapan başka bir kimya profesöründen de bahsettiler. Tanımıyorum ama önceden Hareketten insanlarla birlikte okul bile açmış bu kişi. Bugün kendi açtığı okulun terörist yetiştirdiğini savunuyor. Sohbetlerine gittiği o insanlara terörist diyor!
Bu insanlara neler vaad ediliyor da bu hale geliyorlar bu sosyolojik ve gazetecilik bağlamında analiz edilmeli.
Başka bir örnek. Yaşadığım eyaletten tanıdığım bir kişi ki, hala eşini sıkılmasın diye Cemaat ablalarının sohbetine gönderiyor, tanıdığı bâzı kişileri arayarak ‘filanca kişi hala Cemaat sohbetine gidiyor mu’ gibi ifâdelerle aklınca istihbârat topluyor.
Başka bir örnek ise daha vahim. Başarılı ve Türkiye’de ufak bir şehrimizde bir üniversiteye başvuran bir akademisyen hakkında Ankara’daki bir üniversiteden kısa süreli akademik ziyaret! amaçlı gelen iki hocanın ‘paralel mi?’ diye istihbârat topladığını duyduğumda çok sinirlenmiştim. Ankara nere, o küçük şehir nere! Bu nasıl bir istihbârat ağı insan merak ediyor!
Herkes akademik çalışmayı bırakmış, kim bilir ne vaadlerle Amerika gibi espiyonaj hassasiyeti güçlü bir ülkede adam fişleme cesâreti sergiliyorlar.
ABD ve diğer birçok ülkede bu yapılanlar (Erdoğan’a ‘hakaret! tesbiti dahil) ifade özgürlüğü ilkesine aykırıdır ve o ülkenin iç işlerine bir müdâhaledir. Fişlenen bu insanların önemli bir kısmı çifte vatandaş yani o ülkelerin de vatandaşlarıdır. FBI’ın bunları takip etmemesi mümkün değil. İleride yaptırımları mutlaka olur.
Zaten ben de elinde delili olan kişilerin durumu FBI’ya bildirmelerini tavsiye ediyorum. Bu işin acıması olmaz! Mâsum olduklarını bildikleri insanları birtakım vaadler uğruna yurt dışında illegal fişlemelere tabi tutup hak ihlallerine sebep olanlara acımamalı ve hesapları sadece âhirete bırakılmamalı. Bu, en başta içinde yaşadığımız ve kanunlarına uymaya bir bakıma söz verdiğimiz Amerikan halkına karşı bir vazifemizdir. Ben öyle düşünüyorum diyor, son kararı mağdur edilen kişilerin kendilerine bırakıyorum.
Bu önemli konuyu şimdilik burada kesiyorum, ancak takipçisi olacağım. Ne derler! Yayalım!