4 Şubat 2016 Perşembe

KABE’NİN RUHUNA SALDIRI!

Bu yazı 4 Şubat 2016 tarihinde Yeniyön.tv de yayınlanan köşe yazısıdır.


Malumunuz olduğu üzere 1979 yılında Kâbe’de bugünkü Bin Ladin ailesinin de isminin karıştığı tâlihsiz bir gün yaşanmıştı. Suudi Krallık ailesine karşı, ‘Allahu Ekber!’ nidâları arasında kendilerince Kahtani isimli birini Mehdi ilân eden bir grup yaklaşık 500 kişinin ölümüyle sonuçlanan kanlı bir baskına imza atmışlardı. ABD ve İran’ın birbirlerini müdâhil olmakla suçladıkları bu eylem tam da Rusya’nın Afganistan’ı işgâl ettiği günlerin öncesinde yaşanmış; kan dondurucu, siyâsî ve kanlı bir eylemdi. Gerçek sebebi ise hâlâ bir muammâ!

Üzerinden on yıl bile geçmemişti ki; Kâbe bu sefer, Eski İran Meclis Sözcüsü Karrubi’nin de itirâfıyla, İran Devrimi lideri Humeyni’nin emirleri doğrultusunda hareket eden bir grup İranlı hacının ‘’Lebbeyk ya Ali lebbeyk, lebbeyk ya Humeyni lebbeyk’’ ve benzeri siyâsî sloganları ile inledi. Bu siyâsî şovlar zaten birkaç yıldır devam ediyordu. Halihazırda yaşanan ve 10 yıl süren İran-Irak savaşı bu siyâsî propaganda ortamına yeterince öfke körüklüyordu. Sonunda; 1986 ve 1987 yıllarında tekrar 500 civarında insanın öldüğü kanlı baskınlar yaşandı Kâbe’nin mübârek zemininde.

Zaman geçti! Artık kanlı baskınlar yaşamasak da çok sükür; daha tehlikeli ve sinsice gelen bir ‘saldırıya’ tanık olmaya başladık. Kapitalizm canavırının iştahına terkedilen binalaşma, beraberinde gelen lüks ve ihtişam, siyâsîlere VIP uygulamalar, mekâna gösterilen saygıda azalma, özellikle Umre ibâdetinin bazı çevrelerce âdetâ bir şov ve gösteri turizmine dönüştürülmesi… Böylece, anlayışlar ve uygulamalar noktasında, öze yapılan bir saldırıya dönüştü her şey zamanla.

Bid’at hassâsiyeti diyerek Sahabe mezarlarını ve evlerini, tarihî eserleri bile yıkan Vahhabi anlayışı, Kâbe’ye gayr-ı müslimleri sokmayan fetvâyı iyi uyguluyordu belki ama gayr-i müslim sermayeyi o beldeye sokmakta hiçbir beis görmediler. Mekân, kapitalizmin doymak bilmeyen iştahına teslim edildi. Yalnız o mu; sürekli tevâzu soluklayan o mübârek mekânın sanki o siyah örtüsü kaldırılmış, yerine lüks ve debdebenin örtüsü örttülmüştü; devasa ve ışıklı oteller ve saraylar vâsıtasıyla. Hilton Towers, Fairmont, Rotana, Raffles, Mövenpick, İntercontinental, Le Meridien ve daha niceleri… Artık geceliği 2000 doları bulan şaşaalı otel odaları, fiyatları 2-3 milyon doları bulan ama eğer Kâbe manzaralı ise 5-6 milyon dolar bile eden daireleri, Starbuks Cafe ve lüks Batılı ürün mağazaları ile bir rantın ve sonradan görmüşlüğün bayağılık ağı ile örtüldü bu kutsal mekânın üstü. Boğdular Kâbe’nin sâdelikte yatan ihtişâmını sahte görkemleriyle. Bugün; tam da Peygamberimizin, Ebu Bekirlerin evlerinin üzerinde Zemzem Towerlar yükseliyor gökyüzünü delercesine.

Diyânet İşleri Başkanı Mehmet Görmez bile şöyle demek zorunda kalmıştı bu gelişmeler üzerine: "Kâbe manzaralı odalarımız çoğalıyor. VIP hacı, lüks hacı çoğalıyor ama haccın ruhu azalıyor. Haccın eğitici, dönüştürücü yönünün zayıflamaya başladığını görüyoruz. Bundan irkiliyorum… Kâbe, adetâ devasa binalar arasında esir bırakıldı!” Ankara İlahiyat’tan Prof Kırbaşoğlu, ‘’Mekke Las Vegas’a döndü!’’ demişti bir tehlikeye işâret edercesine. Zaman yazarı Ali Bulaç da, ‘’bu postmodern zamanlarda dindarlığın içinin boşaltıldığını, gösteriye dönüştüğünü’’ söylemişti ve ‘’ Haccın yeniden mânevî tanımını yapmak gerektiğini’’ savunmuştu.

Artık herkes Kâbe’ye tepeden bakıyor, lüks otel balkonlarından Kâbe’yi temâşâ ediyor, üzerinde Kral isimleri de yazan Kâbe örtüleri etrafında tavâf ediyor, Kâbe önünde ‘selfie’ resimleri çektirip Facebook, İnstagram hesaplarında paylaşıyor, lüks otel odalarında açık büfe lokantalarda yemek yiyip sonra da lüks mağazalarda alışveriş yapıyorlar, otel duvarlarına yansıyan ışık gösterilerini izliyorlar sonra…

Samimi duygular ve mânevî hissedişlerle, huşû ve tevâzu ile ibâdet etmek isteyen Müslümanlar artık konsantrasyonlarını dağıtacak bir sürü etkeni aşmak zorundalar bu kutlu mekânda; o ideâl, dua ve yakîn atmosferini yakalayabilmek için derinden.

Tüm bunlara bir de bazı siyasilerin şovları, VIP turları eklendi maalesef! En son Başbakan Davutoğlu’nun Kâbe önünde çekilen siyâsî şovu tartışma konusu oldu. Haklı olarak tepkiler verildi. Diyânet ve İlâhiyatçı çevreler beklendiği gibi şimdilik sessiz! Yüzlerce insan Kâbe’ye sırtını dönmüşler, takım elbiseleri içinde halkı selamlayan Başbakan’a ‘’Ya Allah, Bismillah, Allahu Ekber!’’ nidâları eşliğinde tezâhürâtlarda bulunuyor, bununla da yetinmeyip ıslıklar çalıyorlar. Siyâsîlerimiz gösterilen ilgiden gâyet memnun; kimse de gram rahatsızlık yok. Yanlarında Arap dostları! Belli ki onlar da bu siyâsî şova belli sâiklerle olur vermişler.

Ertesi gün sosyal medyada Davutoğlu’na tepkiler vardı. ‘’Kâbenin kutsallığı yok ediliyor!’’ adlı bir etiket bile açtı Araplar tepki vermek üzere. Gerçi onlar gibi Türkler de tepkilerini sadece Davutoğlu üzerine yoğunlaştırsalar da ben bu eyleme izin veren Suudi yönetimini de listeye dâhil etmek istiyorum. AKP içinde iç kavgaların baş gösterdiği bugünlerde; Erdoğan Şili gezisinde iken, Kâbe önünde yapılmasına izin verilen ve bir organizasyon olduğu âşikâr olan bu şovun siyâsî bir mesaj niteliği taşıdığı açık. Muhtemelen; politik arenada bir eksen kayması yaşanıyor.

Maksadı ne olursa olsun, kutsal Kâbe’nin böyle iğrenç şovlara âlet edilmesi, bu mekânın hem kutsal bir yer olması hem de bir ibâdet yeri olması hasebiyle, ciddî bir saygısızlıktır. Daha da ötesi, ister bilinçli yapılsın ister bilinçsiz, bu onun ruhuna manevi anlamda bir saldırıdır, bir suistimaldir. Ama seçim çalışmalarını  camilere bile taşımakta bir beis görmemiş, hutbelere politik söylemler karıştırtmış, din adamlarını arka bahçesi gibi kullanmaya yeltenmiş olan siyâsî İslâmcı bir partiden başkası da beklenemezdi. Keşke daha da ileri giderek, Kâbe’yi de bu emellerine âlet etmeseler, dinin özüne saldırmak suretiyle ona daha çok zarar vermeselerdi.

Bu sadece dinin ve dindarlığın özünden kopuşun doğurduğu doğal bir netice değil. İslamcı siyâset anlayışının dine verdiği zararı çok kişi dile getirdi. İlâhiyatçı Ahmet Kurucan, ülkemizde özellikle son yıllarda AKP ekseninde yaşanan birtakım yanlış dinî uygulama ve söylemlere istinâden ‘’dindarlığın değil, dinin içi boşaltılıyor’’ uyarısında bulunmuştu. Yaşanan bu son Kâbe’de miting benzeri gösteri rezaleti üzerine de aynı uyarısını tekrarladı.

İşte dinin içinin özünden kopuk uygulama ve söylemlerle, bilerek veya bilmeyerek, boşaltılması faaliyetlerini ben bu yazı çerçevesinde bir ‘saldırma’ eylemi olarak tanımlıyorum.

Evet dinin içi boşaltılırken bizler de onun özünün içimizden iyice çekilip alındığını hisseder gibi oluyoruz. Birçok konuda Müslümanlar olarak Kâbe’ye ve onun temsil ettiği mânevî öze ihânet ediyor, saygısızlıklar sergiliyor ve bir anlamda ona saldırmış oluyoruz. Niyetler kötü olmasa da bulanık ve rotası şaşmış olunca; ibâdet ruhundan uzaklaşılınca; tüm cismaniyetimizle, körelmiş nefsimizle ve enâniyetlerimizle kendi kutsallarımıza başkalarından daha çok zarar veriyor, onda daha derin tahribatlara neden oluyoruz.

Merak ediyorum! Acaba yaşanan bu rezâlet karşısında Diyânet ve İlâhiyat camiamız bir açıklama yapacaklar mı? En ufak bir beldenin Belediye Başkanının bile din danışmanı varken, AKP Hükümetine kaç ilâhiyatçının danışmanlık yaptığını tahmin bile edemiyorum. Yoksa; Kâbe’nin ruhunu koruma adına söylenecek birkaç sözden dolayı, Hükümeti eleştirme konumuna düşmüş olmaktan ve ‘’paralel’’ olarak suçlanmaktan korkup susmayı mı tercih edecekler göreceğiz!