22 Şubat 2016 Pazartesi

CEMAAT NEDEN VE NASIL KAZANIYOR? (10)

Bu yazı 22 Şubat 2016 tarihinde Yeniyön.tv de yayınlanan köşe yazısıdır.


Erdoğan’ın bizzat kendi ifâdesiyle söylediği ‘’Cadı avıysa cadı avı, biz bu cadı avını yapacağız!’’ sözü; yaşanan hukuksuz sürecin en güzel özetidir. Sırf bu sözün muhatabı olmak bile Cemaat’in faydasınadır. Baskı veya kandırılma neticesinde halkımızın bir kısmı böyle bir cadı avını şimdilik destekleyebilir ya da görmezden gelebilir; ancak bu destek, güç tükenip gerçekler ortaya çıkana kadardır. Kandırılanlar da genelde ilk tükürenler olurlar!

Halkımız nezdinde ‘’cadı avı’’ kavramının bir karşılığı pek olmasa da bu kavram; Batılı entelektüel, aydın ve politik çevrelerin fikir dünyasında karşılığı olan ve Erdoğan’ın ‘demoratik’ siyâsî kişiliğini ve karizmasını bitiren bir söylemdir. Eyleme geçirilmiş olması ise Erdoğan ve AKP hükümeti adına daha da vahim bir durumdur. AKP hükümetinin bugün Batı dünyasında Ergenekonvâri yapılar dışında görüşebilecekleri; antidemokratik ve otoriter zihniyetli kesimler dışında hiçbir kapı kalmamıştır. Suriyeli mültecîlerin Türkiye sınırları içinde tutulup Avrupa’ya salınmaması dışında dünya gündemine ait hiçbir konuda Batı tarafından ciddiye alınmamaktadırlar.

Erdoğan’ın, ‘’onları iki günde terörist ilân ettiririm!’’ çıkışına ve ‘höt dedim mi parçalanıp yıkılırlar!’ şeklindeki beklentilerine rağmen Hareket’in hâlâ dimdik ayakta durması, Ali Bulaç’ın tesbitiyle ‘’sosyoloji ile savaşılmayacağını’’ bir kez daha ispatladı.

Sergilenen sivil direnç Hareketin birçok yönünü ortaya çıkardı. Cemaat’i sürekli olarak pasif, ürkek, güçle uzlaşmacı olarak yaftalamaya çalışan hattâ bu konuda yıllardır sözlü ve duygusal tâcizler uygulayan; hamasî nutuklar atarak, devleti ele geçirerek (Milli görüşçü İslâmcı anlayışta olduğu gibi) veya silahlı mücâdelelerle her yere İslâm getireceklerini zanneden dinî kesimler süreç ile birlikte çok kötü tokat yemiş oldular ve olacaklar.  

İslâmcı bir iktidarın sunduğu imkânlara hemen tav olup ona bîat ettiler. Mevcut yolsuzluklara bile ses çıkaramadılar. Tek bîat etmeyen ve yanlışa yanlış diyen Cemaat oldu. Böylece Cemaat, her ulusal ve uluslararası sorun karşısında yumruk sallayıp slogan atmanın ve Filistin gibi yerlerde zulüm gören insanların kanları üzerinden hamâset devşirmenin erkeklik olmadığını; sabrın bir strateji olduğunu, gerektiğinde herkes susarken kendisinin dik durabileceğini cümle âleme göstermiş oldu.

Çocukken, Cemaatten sohbet daveti aldığımı duyan tarikatlı bir tanıdığım kendi felsefesini anlatmak yerine bana ‘sakalları yok!’ diye dakikalarca Cemaat’i kötülemişti. Hattâ bunu ‘Peygamberin sünnetine aykırı hareket ediyorlar!’ noktasında sanki bir ihânet işleniyormuşcasına anlatmıştı. Onun bu yaklaşımını bir çocuk olarak bile garipsemiştim! Üç hafta sonra o kişiyi sakalsız bir hâldeyken gördüm. Ne olduğunu sorduğumda bana devlet vapurlarında iş bulduğunu; ama sakalını kestirdiklerini söylemişti. Sakalları gitmiş; yerine gıybet ve suizannını yaptığı bir sürü insanın günahları yapışmıştı. Ancak o göremese de ben bir çocuk olarak bunu görebiliyordum. O gün, İslâm’ın en büyük sorununun ‘sakalsızlık’ olmadığını anlamaya başladığım, bir çocuk olarak eğitimimin ilk başladığı gündür.

Başka bir gün, Cemaatin yanında Süleymancıları kötüleyen birisi ile karşılaşmıştım. Hizmetten olan abinin o kişiyi tatlı sert azarladığını, gıybet diye ilk kez duyduğum bir günaha girme ihtimâline karşı onu uyardığını ve dakikalarca; Süleyman Efendi ve talebelerinin Kur’an hizmetlerini anlattığını bugün gibi hatırlarım. Hattâ bir çocuk olarak Süleyman Efendi tarikatının adını duyduğum ilk gündür o gün.

İşte Türkiye Müslümanlığının ihtiyâcı olan bu güzel anlayış ve felsefe, İslâmcılık hamâseti ile kirlenmiş zihinlerin de ihtiyâcı olan bir anlayıştır. AK Parti ile en uç düzeyde kirletilen İslâmcılık, süreç sonunda çok ciddî darbe yiyecek ve Hizmet Hareketinin temsîl ettiği Said Nursi’den tevârüs edilen Kur’an ve Sünnet yörüngeli düşünce sistemi, Müslüman ve özellikle Arap dünyası için hem bir ilaç hem de örnek olacaktır. Gandhi’nin şiddetsiz sivil direnişi gibi, bugün gerçekleştirilen silahsız, hamâsete dayanmayan dik duruş, İslâm dünyasına iki şey öğretecektir. Birincisi; İslâmî hareketlerin devletleşmeden de var olabilecekleri ve sivil ve özgür kalmalarının önemi. İkincisi ise; İslâmî var oluşun ancak silahlı direniş, hamâset veya devleti ele geçirip şeriata dayalı demir yumruklu bir rejim tesis etmekle mümkün olabileceğine inanan İslâmcılığın büyüsü bozulacak; insanlar gerçek alternatifi temsil yoluyla Hizmet insanından öğrenmiş olacaklardır.

Erdoğan’ın Cemaat’e en büyük faydası ki bunu çokları dile getirdi; Cemaat’e aksiyon ve birliktelik aşılamış olmasıdır. Tıpkı 28 Şubatcıların daha önce zikrettiğim katkıları gibi; AKP’nin uç noktalara varan hukuksuz baskı ve zulümleri Cemaat’i kenetledi ve üzerlerindeki rehâvet oluşturabilecek tozu kaldırdı; azimlerini kamçıladı. Bu tehditler, sivil anayasa getireceğine inandıkları dindar Erdoğan’dan gelmiş ve onun kışkırtmasıyla geniş bir muhafazakâr kitle ile arasına mesâfe sokmuş olsa da, Cemaat; ne için dik durması gerektiği konusunda çok net. Ancak AKP’li kesimlerin, Erdoğan, AKP hükümeti ve Havuz medyasının her gün değişen onlarca söylemlerine; meselâ, İsrail konusunda kitleler önünde efelenip ardından en büyük ticarî anlaşmaları onlarla yapmaları ve Bilal’in İsrail’e yakıt taşıyan ‘’gemicikleri’’ gibi gerçeklerden ötürü, içleri hiç rahat değil. O yüzden de sürekli olarak, hep Erdoğan’a inanmak istercesine, sadece hamasî söylemlere dayalı bir bağlılık gösterisi sergiliyorlar. Adetâ bir histeri nöbeti yaşıyormuşçasına her dâim, yapılan yanlışları ve söylenen yalanları doğrulama ihtiyacı içirisindeler.

AKP’li çevreler; Erdoğan’ın karizması ve kükremesi ile harekete geçirilen devlet yumruğu ve yoğun ‘ihânet’ söylemleri karşısında, Cemaat’in birkaç gün içinde dağılacağını zannediyorlardı. Cadı avına zemin oluşturma adına ‘mâkul şüpheli’ uygulamaları bile geliştirildi. Oysa Fethullah Gülen’in bir kaç dakikalık bir mülâane duası, eğitim seviyesi yüksek olan Cemaat’i kenetlemeye yetti. Anında organize olarak sivil, demokratik ve hukûkî bir direniş sergilemeye başladılar. Sadece Cemaatin kenetlenmesi değil, sivil tepkinin zarâfeti bile diğer kesimlere örnek teşkil edecek boyuttadır. Twitter’da kimliği belirsiz birkaç kişiden gelen üç-beş kaba mesaj görüp ‘’ay Cemaatçiler ne küfürbaz!’’ diyerek yapay yaygaralar koparan Havuz yazarları bile aslında şaşkınlar ve ürküyorlar.

Öte tarafta AKP cenâhı halkın vergi paralarını kullanarak sayıları beş binlerle ifâde edilen bir küfür, yalan ve algı ordusu kurmak zorunda kaldı. Ellerindeki geniş medya havuzu gücüyle her gün bir yalan uydurarak ve yanlarına çektikleri din adamlarına propaganda yaptırarak kitlelerini kaybetmemenin telaşı içerisine girdiler. Çünkü yalancının mumunun yatsıya kadar yanacağını çok iyi biliyorlar. Tüm amaçları; hukuk tamamen katledilip artık yargılanamayacakları, demir yumruklu bir başkanlık sistemi kurulana dek, mumu sabah namazına kadar sönmeden canlı tutabilmek…

Bu cadı avı sürecinde Erdoğan’ın kullandığı üslûbun da Cemaat’e aslında büyük faydaları oldu. Birincisi, üslûbun çirkinliği ve bir devlet adamına hiç uygun olmayışı birçok kişinin Erdoğan’ın gerçek niyetini sorgulamasına neden oldu. AKP tabanında bile o çirkin ifâdeleri gereksiz bulan, Erdoğan’ın niyetine artık şüphe ile bakmaya başlayan birçok insan oluştu. Ne zamanki çocuklarına terörist, sülük, paralel denmeye başlandı, o zaman amacın farklı olduğunu düşünmeye başladılar. Bu sâyede zihinlerdeki Erdoğan putu, siyâsî anlamda, çatlayıp su sızdırmaya başladı. Hattâ, 7 Haziran seçimlerindeki büyük oy düşüşünün nedenini; Erdoğan’ın bu saldırgan üslûbuna bağlayan bir çok AKP’li olduğu da bir gerçek ve bu basına da yansımıştı zâten. Hattâ denebilir ki; AKP’li çevrelerin şimdiki söylemlerini yalnızca belirsiz ‘paralel’ ifâdesine indirgemek zorunda kalışlarının ana sebebi, bu hakâret ve küfüre dayalı üslûbun seçimlerde vereceği zararı görmüş olmalarıdır. Yâni bu hatadan siyâsî anlamda (oy ütmeye devam edebilmek için) kısmen ders alınmış ve Erdoğan dâhil Havuz medyası, daha çok; ‘paralel’ safsatası üzerinden algı operasyonlarını yürütmeye mecbur kalmışlardır.


Devâm edeceğiz…