Bu yazı 17 Şubat 2016 tarihinde Yeniyön.tv de yayınlanan köşe yazısıdır.
Bir önceki yazımızı sürecin, Hizmet Hareketini doğal bir yolla geliştiriyor olmasının bir kazanım olduğunu söyleyerek bitirmiştik. Devâm edelim…
1980 darbe sürecini
hatırlayınız. Ülkede gizli gladyotik bir el vatan evlatlarını birbirlerine
kırdırmak ve bu vesîleyle ülke yönetimini ele geçirmek istiyordu. Bu amaçla;
aynı el tarafından hem sağ hem de sol hareketler palazlandırıldı. Bu
hareketlerin yayılıp zemin bulmaları adına da yapay gübreleme yapar gibi bâzı
eylemler gerçekleştirildi. Güneydoğu halkına kasden zulm edilip, her kesimden
insanlara hapishanelerde aynı kişilerce işkenceler yapıldı.
Bu yapay müdâhaleler ile insanların daha hızlı bir şekilde
kamplaştırılıp ‘dâvâ’ bilinci
geliştirmeleri amaçlandı. Böylece insanlar daha kolay bir şekilde
kamplaşıyorlar ve gladyo tarafından kendileri için kurulan sağ ve sol bâzı
fraksiyonlara kayıyorlardı. Bu kısmen başarılı olsa da bu hareketler uzun vâdeli bir felsefe, bir ideoloji, bir sentez
oluşturamadılar. Bugün bile çoğu sadece aksiyon planında derin yapının gazıyla
yol almak zorunda.
PKK da bu söylediklerime dâhildir. PKK, dağa çıkmaların hiç kesilmemesi ve dâvâ bilincinin hep canlı kalması adına benzer
taktikleri Kürt halkı üzerinde yıllarca kullandı. Gladyotik yapı, takip eden
dönemlerde kamplara ayrırdığı insanları kolaylıkla manipüle edebilmek adına
politik partiler ve onların hamasî, sloganik söylemleri aracılığıyla, insanları
yapay tarafgirlik kafesinde hapis tutmaya devâm
etti.
Oysa Hizmet’in gördüğü zulümler Said Nursi zamanında başlayıp Gülen’in 50
yıllık mücâdele hayatı boyunca devâm eden doğal,
katışıksız, saf zulümlerdi. Erdoğan
ile buna yeni bir doğallık ve zorluk boyutu daha eklenmiş oldu. Yapay kurgulamalara bağımlı olmadan doğal
olarak sabırla pişerek göğüslenen bu tarz zulümlerin meyvesi de ona göre daha
doğal ve değerli olur.
Doğal; yâni gerçek zulümlerden geçen Cemaat’in yetiştirdiği
fertler zâten fikrî planda da çok sağlam; Kur’an ve Sünnet yorumlu,
en güzel analizden beslendikleri için, çok daha bilinçli, azimli, planlı,
eğitimli ve dirençli yetişiyorlar. Hamâsete bulaşma ve
kimseye yaranma ihtiyacı duymadan doğru bildikleri yolda ilerliyorlar.
Erdoğan’ın uyguladığı yoğun baskı ortamında bile hâlâ dimdik bir şekilde doğru
bildiklerini söylüyorlar. Erdoğan sayesinde; artık fıtratları olmuş bu
kaabiliyeti tüm Türkiye’ye ve dünyaya en net şekilde gösterme fırsatı bulmuş
oldular.
Bir gazetecinin Cemaat’e
gelip; ‘ülkenin felâha çıkışı adına hiçbir çıkışın
görünmediği böyle bir zamanda en çok dayak yiyen de siz olduğunuz hâlde nasıl
hâlâ ümitli olabiliyorsunuz’ diye sormasını ve bir komutanın, ‘’yahu adamlar
toz dumanın ortasındayken bile hâlâ parmaklarını kaldırıp size göstereceğiz diyorlar’’
demesini bu izâh ettiğim perspektiften
değerlendirebilirsiniz.
İşte Erdoğan ile yaşanan süreç bu yüzden Cemaat açısından
bereketli bir gelişme ve akreditasyon dönemi olacaktır. Kurumlarına el konulup başlarına kayyımlar atanmış olsa
da, anaokullarına varana kadar sıklıkla ve polisler eşliğinde baskınlar
yapılmış olsa da, Erdoğan’a hizmet eden MİT tarafından sürekli takîb edilse de,
Hükümet tarafından sürekli tâciz edilse de,
Cemaat’in suç işlediğine dâir hiçbir suç unsuru bulunamadı. Halbuki ajanlıktan
teröre, oradan da devleti ele geçirmeye kadar çok geniş bir yelpazede sadece
ithamlar üzerinden suçlanıyorlar. Böyle bir oluşumun, hele de tüm devlet ve
istihbarat gücüyle üzerine gidildiği bir dönemde, aleyhinde hiç bir somut suç
delili bulunamamış olması çok önemli bir temizlik ve masumiyet göstergedir.
Hattâ bizzat Erdoğan
tarafından dünyanın bir çok ülkesine benzer suçlarla şikâyet edilip oralardan
kovulmaları istendiği hâlde hiç bir yara almadı Hareket. Erdoğan, her türlü
diplomatik kanalı; hattâ (iddialara göre) bazı ülke
yöneticilerine rüşvet teklif etme yöntemlerini dahî kullanmış olmasına rağmen,
Cemaat’ten tek bir tuğla sökemedi. Diğer birçok ülke istihbâratı, kendilerinin
de Cemaat’i yıllarca takîb ettiklerini ancak herhangi bir suç unsuru
bulamadıklarını ifâde ettiler.
Bu da süreç bittiğinde iki
fayda doğuracaktır: (1) Hareket’in tüm dünya nezdinde masumiyeti ispatlanmış
olacaktır (2) Ali Ünal’ın işâret ettiği gibi ‘arkalarında acaba Türk devleti ve
istihbâratı mı var’ şeklindeki eski düşünceler silinecektir. Hizmet, yalnızca
Anadolu halkının sivil insiyatif ve gayretlerine dayandığını yıllar boyu
anlatsa, Anadolu insanını tanımayan bu ülkelere bunu bu kadar net anlatamazdı. Velhâsıl, Erdoğan sayesinde Hareket’in
dünya milletleri tarafından kabullenirliği ve saygınlığı artacaktır. Anadolu insanının mânevî zenginliği ve
hasbîliği tescilli bir marka konumuna gelerek daha uluslararası bir boyut
kazanacak; tüm güzel değerleriyle âdeta insanlık pazarına açılacaktır. Bu
önemlidir çünkü, insanlık 21. yüzyılda ruh ve mânâ yönüyle yeniden inşâ
edilecekse eğer; bu, Anadolu insanıyla temsîl edilen insanî değerler harcımız
olmadan gerçekleştirilemez.
Havuz medyasının elinde,
algı operasyonu oluşturmak maksadıyla üretilen komik haberler, üzerine çay
dökülmüş belgeler ve ‘ihânet ettiler!’ gibi altı hukûkî anlamda boş; suçlayıcı
hamasî nutuklar dışında hiçbir şey yok. Tabanlarına yaydıkları da sadece bu
karalmalardan ibâret. Geçenlerde bir gazeteci, ‘’başka ülkelerin, MOSSAD’ın
kucağına girdiler’’ şeklinde bir ‘Twit’ attığında kendisine ‘umarım belgeli
konuşuyorsundur!’ diye yazdım. Cevâben; ‘belgeye gerek yok; yaptıkları ortada’
dedi. Cemaat’in bu anlayışla ve bu hukuksuzluk zemininde apar topar bir oldu
bittiyle yargılanmasını istiyorlar. Daha da komiği, AKP’li birisinin ‘belgeye
gerek yok, Allah ve Resulü yeter!’ demesiydi. Havuz medyası aracılığıyla insanların zihinlerini nasıl bir skolastik
engizisyon bataklığına çevirdiklerine sanırım bu güzel bir örnektir.
Yine geçenlerde kendisini
liberal, dindar aydın olarak tanımlayan birisi ise attığı ‘Twitte’ ‘’elimde
delil yok ama birşeyler yaptıklarını biliyorum’’ demekten kendisini alamadı.
Suç delili bulamadıkları Cemaat’i sadece zanlarla veya kulaklarına gelen bâzı
duyumlarla mahkûm etmeye çalışıyorlar. Bu,
elbette hiç bir kusur yok anlamına gelmez; ama yanlışları suç gibi algılatma
çabaları bilinçli de olsa bilinçsizce de olsa etik değildir; hattâ suçtur. Süreç olumlu biterse Cemaat sadece suç
ithamlarından değil, zanlardan bile aklanma lutfü ile ödüllendirilecek, bu da
değerini katbekat artıracaktır.
Hakkında var olan birçok önyargının daha rahat
kırılabilmesi Hareket’in ekstra kazancı olacaktır. AK Parti ve
ardından Ergenekon tekrar yargılandıklarında gizli-açık tüm gerçek suçlar ve
asıl ‘paralel devletler’ ortaya çıkacaktır. Bu da, Cemaat’in söylemlerindeki
haklılığı gösterecek ve onun halkın gözündeki ve uluslararası kamuoyu
nezdindeki konumunu daha da güçlendirecektir.
Devâm edeceğiz…