29 Şubat 2016 Pazartesi

CEMAAT NEDEN VE NASIL KAZANIYOR? (12)


Bu yazı 29 Şubat 2016 tarihinde Yeniyön.tv de yayınlanan köşe yazısıdır.


Hizmetin ilk sıkıntılı yıllarını yaşamamış ve hızlı büyümeden dolayı bugün Hareket’in sayıca önemli bir kısmını oluşturan bir nesil vardı. O nesil yaşanması muhtemel sıkıntıları Gülen’in eserlerinde ilmel yakîn düzeyde dinlemiş, aynel yakîn düzeyde hissetmiş; ancak hakkal yakîn planda, yâni bizzat, yaşamamıştı. 28 Şubat ve ona giden dönem onlar için önemli bir yetişme ve silkinme vazifesi görmüştü.

Benzer şekilde, Cemaat’in özellikle 28 Şubat döneminden sonra yetişen yeni nesli de ciddî bir sıkıntı çekmemişti. Hattâ onlar, Erdoğan’ın karizması ve insanları cezbeden, kulağa hoş gelen; ama sonradan balon olduğu anlaşılan vaadlerinin Türk siyâsetini esîr almaya başladığı bir dönemin çocukları oldular. 28 Şubatta doğan çocuklar bile bugün ancak 17-18 yaşlarına geldiler. Hizmet tabanındaki bu genç nesil uzun vâdede Erdoğan ve AKP’ye sempati besleyip kolaylıkla tarafgirlik ve taassup meyli gösterebilirlerdi. Erdoğan ve etrafındaki oligarşik kesimlerin, ‘’Cemaat’e vurduk mu parçalarız!’’ düşüncesi ile hareket etmelerinin bir nedeni de bu idi.

AKP’nin ilk sekiz yılının görece başarılarla geçmiş olması bu algıları kuvvetlendirdi. Bu da Cemaat’in 28 Şubatta yaşanan o çok sıkıntılı dönemlerle tanışmamış nesillerinin İslâmcı bir siyâsî hareketin büyüsüne kapılması anlamına gelebilirdi. Tıpkı Ali Ünal ve Mahmut Akpınar gibi ben de şahsî gözlemlerime dayanarak, Hareket tabanında çok az da olsa AK Parti ile dine hizmet adına aynı zeminde buluşulabileceği fikrine kapılan, ileride parti kollarında görev almaktan çekinmeyecek olan, Erdoğanist bir çizgiye kayma ihtimâli bulunan fertler görebiliyordum. Böyle bir eğilimin kesilmeyip yayılması demek; Hareket’in temel çizgisi ile çok ters, özünden kopuk bir neslin yetişmesi anlamına gelecekti.

Bizzat parti teşkilatlarında görev alınmasa bile, zihinlerin; siyâsetin îman inşâsı adına bir araç veya çözüm olabileceği düşüncesine hafif bir temâyül göstermesi dahî başlı başına bir düşünce erozyonu ve eksen kayması olurdu. Erdoğan, dört şekilde muhtemel bir inhirafın (sapmanın) önünü kesmiş oldu: (1) Gülen’e ve Cemaat’e çok ağır hakaretlerde ve suçlamalarda bulunarak önce kendi karizma balonunu patlattı ve illüzyonu dağıttı (2) süreci, hukuk ve adâlet sistemlerini baltalamak sûretiyle devâm ettirerek aslında kendi bindiği dalı kesti ve niyetini sorgulattı, (3) baskınlar, teftişler, kapatmalar ve el koymalar yoluyla insanlara birlikte hareket etme motivasyonu verdi, (4) yanlışlar yanlışları, yalanlar yeni yalanları doğurmak zorunda olduğundan, bu; Hareket mensuplarının doğru yolda ilerlerdikleri yönündeki bilinçlerini destekledi ve özgüvenlerini artırdı.

17-25 Aralık sürecinin hemen başlarında Gülen’in bulunduğu mekânı ziyâret etmiş ve ‘’Pennsylvania’dan Mesaj Var!’’ başlıklı yazımda da bahsettiğim gibi orada iki gün boyunca misafir olmuştum. O günden beridir de her gittiğim yerde nabız tutuyorum. Gördüğüm tek şey; kendine ve amacına güven duygusu (itmînân); ayrıca îman esaslarını yaşama ve anlatma ve güncel olana dalmama yönünde gösterilen gayrettir.

Sadâkat; güven, sabır ve amaca (öze) bağlılık demekse eğer; bu bağlamda, Cemaat fertleri büyük çoğunluğu itibârıyla bir sadâkat örneği sergiliyorlar ve Sıddıkıyyet merdiveninde adım adım yükseliyorlar denilebilir.

Erdoğan’ın zikrettiğim hatâları, Cemaat’e o merdivende daha çok basamak atlatan bir süreç olmuş oldu. Cemaat her bir ferdini tek tek özel bir eğitime tâbi tutsa böyle bir sıçramayı, sebepler bazında, o büyük bünyesine yaptırtamazdı. Bugün bâzı AKP’lilerin Hüseyin Gülerce’ye; ‘anlattığı şeyler işe yaramıyor, hâlâ paralel olmalı’ şeklinde bakmalarının nedeni; Cemaat’te ciddî hiçbir kopma görememiş olmaları ve Erdoğan’ın karizması, tehdîdkâr üslûbu, hukuksuz baskın ve el koymaları ve kullandığı devlet ve propaganda gücüne rağmen karşılaşılan o şaşırtıcı sadâkatin kendilerinde yaşattığı çâresizliktir. Tüm bu yazdıklarımın özeti mâhiyetinde Gülen, bir bamteli sohbetinde (27 Aralık 2015) şunları söylüyordu:

İnşaallah siz sarsılmadınız, eğilmediniz, devrilmediniz. Sizi eğmeye, devirmeye, yıkmaya çalışan kimseler, sizi kendilerine benzettiler, korkuttukları zaman dağılıp kaçacağınızı zannettiler. Vâkıa savrulan bazı kimseler oldu, onlar zâten iğreti duruyorlardı. Fakat Allah’ın izni ve inayetiyle, sizi bir yerde sıkıştırdılar, siz tohumlar gibi dünyanın değişik yerlerine saçıldınız; kuvve-i inbâtiyesi çok yüksek olan yerlerde geleceğin başaklarının tohumları oldunuz.  

Sonuçta; Türkiye gibi köklü bir devletin AKP eliyle getirildiği içler acısı durumun hep böyle süreceğini sanmıyorum. ‘’AKP ve Ergenekon Neden Yargılanmalı’’ başlığı altında yazdığım yazı dizisinde, AKP ve Ergenekon vak’alarının toplumdaki bir dibe vurmanın yansımaları olduğu tezini işlemiştim. 1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) ve ardından 1908 İkinci Meşrutiyet’ini takip eden zamanlar toplumsal hâfıza ve özgüvenlerimizde domino etkisi gibi yıkıcı sonuçlar doğuran belki de en büyük dibe vurma dönemleriydi.

O gelişmeler Anadolu’da hayata tekrar tutunma adına bir kıvılcım yaktılar. Fikir planında ise Said Nursi ile ileride belki de tüm insanlığı aydınlatacak olan îman inşâsı fikrinin ilk kıvılcımını ateşledi. Sonraki dibe vurma dönemleri olan ve darbeler ve özellikle 80 darbesi de, Gülen’in o kıvılcım ile aksiyon meş’alesini yaktığı dönemi doğurdu. Erdoğan ile yaşanan bu dibe vurma süreci de önceki yazılarımda belirttiğim gibi toplumsal kaynaşma ve tam aydınlanmayı sağlayacak bir parlama dönemine zemin hazırlayacaktır.

Kısaca, Erdoğan’ın zulmüne bedel Gülen ve Nursi öncülüğünde îman-akıl-fen izdivacının yaşanacağı bir dönem gelecek ve Said Nursi’nin: ‘’ileride inşallah tamâmen, kuvvete bedel hak, safsataya bedel burhan, taba bedel akıl… garaza bedel hamiyet, hissiyata bedel efkar’’ hükmedecek dediği günler gelecektir. Gülen’in bir önceki alıntının devâmında söylediği ifâdelerle noktalayalım:

Çok yakın bir gelecekte, dünyanın dört bir yanında, İslâm’ın evrenselliğine uygun, o tohumlar başağa yürüyecek; o fideler çınar olmaya, selvi olmaya yürüyecek; ser çekecek, dal budak salacak, meyvelerle salınacak; bugün sizin yaptığınız şeylerle dünyanın yüzü gülecek, insanlık ütopyalarda aradığını sizin bugün yaptığınız o hizmetin sonucunda görecek.

Yazı dizimiz bitti; ancak bu konular gündeme geldikçe ilgili değerlendirmelerimize devâm edeceğiz. Bu uzun yazı dizisini sabırla takip eden tüm dostlara sevgilerimle. Sürçü lisan ettikse affola!