Bu yazı 29 Şubat 2016 tarihinde Yeniyön.tv de yayınlanan köşe yazısıdır.
Benzer şekilde, Cemaat’in özellikle 28 Şubat döneminden
sonra yetişen yeni nesli de ciddî bir sıkıntı çekmemişti. Hattâ onlar,
Erdoğan’ın karizması ve insanları cezbeden, kulağa hoş gelen; ama sonradan
balon olduğu anlaşılan vaadlerinin Türk siyâsetini esîr almaya başladığı bir
dönemin çocukları oldular. 28 Şubatta doğan çocuklar bile bugün ancak 17-18
yaşlarına geldiler. Hizmet tabanındaki bu genç nesil uzun vâdede Erdoğan ve
AKP’ye sempati besleyip kolaylıkla tarafgirlik ve taassup meyli
gösterebilirlerdi. Erdoğan ve etrafındaki oligarşik kesimlerin, ‘’Cemaat’e vurduk mu parçalarız!’’
düşüncesi ile hareket etmelerinin bir nedeni de bu idi.
AKP’nin ilk sekiz yılının görece başarılarla geçmiş
olması bu algıları kuvvetlendirdi. Bu da Cemaat’in 28 Şubatta yaşanan o çok
sıkıntılı dönemlerle tanışmamış nesillerinin İslâmcı bir siyâsî hareketin
büyüsüne kapılması anlamına gelebilirdi. Tıpkı Ali Ünal ve Mahmut Akpınar gibi
ben de şahsî gözlemlerime dayanarak, Hareket tabanında çok az da olsa AK Parti
ile dine hizmet adına aynı zeminde buluşulabileceği fikrine kapılan, ileride parti
kollarında görev almaktan çekinmeyecek olan, Erdoğanist bir çizgiye kayma ihtimâli
bulunan fertler görebiliyordum. Böyle bir eğilimin kesilmeyip yayılması demek;
Hareket’in temel çizgisi ile çok ters, özünden kopuk bir neslin yetişmesi
anlamına gelecekti.
Bizzat parti teşkilatlarında görev alınmasa bile,
zihinlerin; siyâsetin îman inşâsı adına bir araç veya çözüm olabileceği
düşüncesine hafif bir temâyül göstermesi dahî başlı başına bir düşünce erozyonu
ve eksen kayması olurdu. Erdoğan, dört şekilde muhtemel bir inhirafın
(sapmanın) önünü kesmiş oldu: (1) Gülen’e ve Cemaat’e çok ağır hakaretlerde ve
suçlamalarda bulunarak önce kendi karizma balonunu patlattı ve illüzyonu
dağıttı (2) süreci, hukuk ve adâlet sistemlerini baltalamak sûretiyle devâm
ettirerek aslında kendi bindiği dalı kesti ve niyetini sorgulattı, (3)
baskınlar, teftişler, kapatmalar ve el koymalar yoluyla insanlara birlikte
hareket etme motivasyonu verdi, (4) yanlışlar yanlışları, yalanlar yeni
yalanları doğurmak zorunda olduğundan, bu; Hareket mensuplarının doğru yolda
ilerlerdikleri yönündeki bilinçlerini destekledi ve özgüvenlerini artırdı.
17-25 Aralık sürecinin hemen başlarında Gülen’in
bulunduğu mekânı ziyâret etmiş ve ‘’Pennsylvania’dan
Mesaj Var!’’ başlıklı yazımda da bahsettiğim gibi orada iki gün boyunca
misafir olmuştum. O günden beridir de her gittiğim yerde nabız tutuyorum.
Gördüğüm tek şey; kendine ve amacına güven duygusu (itmînân); ayrıca îman
esaslarını yaşama ve anlatma ve güncel olana dalmama yönünde gösterilen
gayrettir.
Sadâkat; güven, sabır ve amaca (öze) bağlılık demekse
eğer; bu bağlamda, Cemaat fertleri büyük çoğunluğu itibârıyla bir sadâkat örneği sergiliyorlar ve
Sıddıkıyyet merdiveninde adım adım yükseliyorlar denilebilir.
Erdoğan’ın zikrettiğim hatâları, Cemaat’e o merdivende
daha çok basamak atlatan bir süreç olmuş oldu. Cemaat her bir ferdini tek tek
özel bir eğitime tâbi tutsa böyle bir sıçramayı, sebepler bazında, o büyük
bünyesine yaptırtamazdı. Bugün bâzı AKP’lilerin Hüseyin Gülerce’ye; ‘anlattığı
şeyler işe yaramıyor, hâlâ paralel olmalı’ şeklinde bakmalarının nedeni;
Cemaat’te ciddî hiçbir kopma görememiş olmaları ve Erdoğan’ın karizması, tehdîdkâr
üslûbu, hukuksuz baskın ve el koymaları
ve kullandığı devlet ve propaganda gücüne rağmen karşılaşılan o şaşırtıcı sadâkatin
kendilerinde yaşattığı çâresizliktir. Tüm bu yazdıklarımın özeti mâhiyetinde
Gülen, bir bamteli sohbetinde (27 Aralık 2015) şunları söylüyordu:
İnşaallah siz
sarsılmadınız, eğilmediniz, devrilmediniz. Sizi eğmeye, devirmeye, yıkmaya çalışan
kimseler, sizi kendilerine benzettiler, korkuttukları zaman dağılıp
kaçacağınızı zannettiler. Vâkıa savrulan bazı kimseler oldu, onlar zâten iğreti
duruyorlardı. Fakat Allah’ın izni ve inayetiyle, sizi bir yerde sıkıştırdılar,
siz tohumlar gibi dünyanın değişik yerlerine saçıldınız; kuvve-i inbâtiyesi çok
yüksek olan yerlerde geleceğin başaklarının tohumları oldunuz.
Sonuçta; Türkiye gibi köklü bir devletin AKP eliyle
getirildiği içler acısı durumun hep böyle süreceğini sanmıyorum. ‘’AKP ve Ergenekon Neden Yargılanmalı’’
başlığı altında yazdığım yazı dizisinde, AKP ve Ergenekon vak’alarının
toplumdaki bir dibe vurmanın yansımaları olduğu tezini işlemiştim. 1878
Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) ve ardından 1908 İkinci Meşrutiyet’ini takip eden
zamanlar toplumsal hâfıza ve özgüvenlerimizde domino etkisi gibi yıkıcı
sonuçlar doğuran belki de en büyük dibe vurma dönemleriydi.
O gelişmeler Anadolu’da hayata tekrar tutunma adına bir
kıvılcım yaktılar. Fikir planında ise Said Nursi ile ileride belki de tüm insanlığı
aydınlatacak olan îman inşâsı fikrinin ilk kıvılcımını ateşledi. Sonraki dibe
vurma dönemleri olan ve darbeler ve özellikle 80 darbesi de, Gülen’in o
kıvılcım ile aksiyon meş’alesini yaktığı dönemi doğurdu. Erdoğan ile yaşanan bu
dibe vurma süreci de önceki yazılarımda belirttiğim gibi toplumsal kaynaşma ve
tam aydınlanmayı sağlayacak bir parlama dönemine zemin hazırlayacaktır.
Kısaca, Erdoğan’ın zulmüne bedel Gülen ve Nursi
öncülüğünde îman-akıl-fen izdivacının yaşanacağı bir dönem gelecek ve Said
Nursi’nin: ‘’ileride inşallah tamâmen, kuvvete bedel hak, safsataya bedel
burhan, taba bedel akıl… garaza bedel hamiyet, hissiyata bedel efkar’’
hükmedecek dediği günler gelecektir. Gülen’in bir önceki alıntının devâmında
söylediği ifâdelerle noktalayalım:
Çok yakın bir
gelecekte, dünyanın dört bir yanında, İslâm’ın evrenselliğine uygun, o tohumlar
başağa yürüyecek; o fideler çınar olmaya, selvi olmaya yürüyecek; ser çekecek,
dal budak salacak, meyvelerle salınacak; bugün sizin yaptığınız şeylerle dünyanın
yüzü gülecek, insanlık ütopyalarda aradığını sizin bugün yaptığınız o hizmetin
sonucunda görecek.
Yazı dizimiz bitti; ancak bu konular gündeme geldikçe
ilgili değerlendirmelerimize devâm edeceğiz. Bu uzun yazı dizisini sabırla
takip eden tüm dostlara sevgilerimle. Sürçü lisan ettikse affola!