23 Ekim 2007 Salı

METROPOLL ANKETİNİ TERSİNDEN OKUMAK

Bu yazı 24 Ekim 2007 tarihli IV.Kuvvet Medya Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

Metropoll Stratejik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi, ''Türkiye'de Siyasal Durum'' adı altında telefon görüşmesine dayalı bir anket araştırması yapmış. Çalışmanın ilginç bulguları var; ancak bu yazıdaki amacım o bulguları burada tekrar edip rakamlar ile sizleri sıkmak değil.

Çalışmanın bulguları toplumda geniş bir yankı buldu. Bazı gazeteler sonuçları beğenmemiş olmalıki, bu çalışmanın sonuçları ile ilgili haberleri es geçtiler. Ülkemizin geleceği adına çok önemli bir hadise olan referandumu bile görmezden gelen bu basın organlarından zaten çok fazla birşey beklememek gerekiyor.

Diğer taraftan muhafazakar medyanın ise çalışmanın bulgularından gayet memnun olduklarını, ''biz demiştik'' şeklinde, kısmen haklı, bir bakış açısı ile konuya eğildiklerini gördük. Mesela, Zaman Gazetesi, çalışmayı ''Mahalle baskısı ve Malezya iddialarını çürüten anket'' (15 Ekim 2007) başlığı ile duyurdu okurlarına. Bu her ne kadar güzel ve yerinde bir tanımlandırma olsa da meseleye farklı bir zaviyeden de bakmak icab ediyor.

Çalışmanın tüm sonuçlarına rağmen bir konu hep gözlerden kaçtı. Bazen, bu tür toplumsal analiz içerikli çalışmaların bulgularına bardağın boş tarafından bakmak, sonuçları tersinden okumak gerekiyor. Ancak böyle bir yaklaşım; sorunların temeline inebilmemizi ve onları çözebilmemizi sağlar. Bu sağlanamazsa, meselenin tarafları ''ben haklı çıktım'' yada ''umurumda değil'' ikileminden kendilerini kurtaramazlar ve asla karşılıklı bir diyalog tesis edilemez. Bu noktayı izah edeyim:

Çalışmada çıkan sonuçlara göre, "Sizce Türkiye ileride Malezya'ya benzer mi?" sorusuna hayır diyenlerin oranı 64.2. Bu demek oluyor ki, geri kalan yüzde 36'lık bir kesimin bu konuda ya bir fikri yok yada ''evet benzer'' görüşünü savunuyor. Bulgulara göre katılımcıların toplamda yüzde 20'lik bir kısmı bu soruya ''evet ileride benzeyebilir'' yada ''evet kesinlikle benzer'' şeklinde yanıt vermişler. Yüzde 16'lık bir kesimin ise bu konuda bir fikri yok. Daha önce Yenişafak ve dorduncukuvvetmedya gazetelerinde yayınlanan ''Malezya Tehlikesi Geçti!'' başlıklı yazıda ifade etmiştim: Malezya, Türkiye kamuoyunun yakından tanıdığı bir ülke değil. Konu Hürriyet ve Doğan grubunun ve diğer bazı medya organlarının kasıtlı propagandaları arefesinde gündemimize oturdu. Hem de yanlış ve kasıtlı bir kullanım olduğu halde. Görünen o ki; CHP seçmeninin yüzde 45.2'si bu yanlış bilgilendirmeye dayanan propagandadan etkilenmiş. Bu bulgular benim içimi hiç açmıyor oysa. Müslümanları gayet ılımlı olan, farklı kültürleri ve dinleri uyum içerisinde bir arada yaşatabilen, ekonomik yönden hızlı bir büyüme sürecini yakalamış bir ülke Malezya. Türkiye'nin Malezya'ya benzemesi o nedenle olumsuz bir çağrışım yapmıyor aslında. Ama konu Doğan grubu tarafından öyle bir takdim edildi ki; halkımızın (eğer sonuçları genellersek) yüzde 20'si bu sanal tehdide inanmaya başlamış görünüyor. Bu bulgular Doğan Grubunu yüreklendirmiş ve kendilerine cesaret vermiş olmalı. Artık Türkiye'yi her türlü ülkeye benzemekle tehdit edip yeni toplumsal manipülasyonlar deneyebilirler. CHP seçmeninin yarısı kendilerinin (yaklaşık 3.5 milyon insan eder) bu sanal tehditlerinden etkilenmeye hazır görünüyor nasıl olsa.

Devam edelim... Gene Hürriyet gurubunun bayraktarlığını yaptığı ''Mahalle baskısı'' tehdidi! vardı hatırlarsanız. Katılımcıların yüzde 64'ü baskı olmaz demiş; ama sonuçlara tersinden baktığımızda ilginç bir nokta daha çıkıyor karşımıza. Meğer halkımızın yüzde 27'lik bir kısmı bu ''vehme dayalı'' illüzyondan ve korkutmadan nasibini almış. Meğer başörtüsü sorunu çözülürse, başı açık kızlarımız örtünmeleri konusunda baskı! (''Mahalle baskısı'') görürlermiş. Az değil, sadece oy verme mükellefi olmuş insanlarımızı katsak (35 milyon) 9 milyon civarında insanımızın bu yanlış evhamın girdabına kapıldıklarını göreceğiz. Oysa ''mahalleye'' çıkıp şöyle bir turlayanlar göreceklerdir ki, mahallenin başı açık ve örtülü kızları birbirleri ile arkadaşlık edebilmekte ve hatta aynı evin bireyleri olarak birlikte yaşamaktadırlar. Gerçekleri etrafına bakarak değil, gazete sütünlarından takip edenler, bu iki kesimi birbirinin alternatifi olarak gösterenlerin ağına düşüyorlar demektir. Diğer yandan katılımcıların yüzde 23'e yakını ülkemizde dindarlara baskı uygulandığını düşünüyormuş. Bu da şunu gösteriyor: Toplumun bir kesimi insanlara dini inançlarından ötürü bir baskı uygulandığını düşünürken, eşit oranda farklı bir kesim ise, halihazırda ''baskı gören'' bu insanların gelecekte kendilerini baskı altında tutacağı düşüncesi ile korku içine kapılıyor. Rakamları toplayalım: Sadece seçmen sayısı baz alındığında 18 milyon insanın birbirine endişe ile baktığını görüyoruz. Genel nüfüsa oranladığımızda nerede ise 36 milyon insan eder bu. Birbirini anlayamayan, aynı mahallenin kaldırımlarında dolaştıkları halde birbirleri ile sağlıklı bir diyalog kuramayan büyük bir yığın var karşımızda.

Bardağa tersinden bakmaya devam ettiğimizde şunu da görüyoruz: Üniversite öğrencilerinin üniversite içerisinde başörtüsü takabilmeleri ihtimaline katılımcıların yüzde 60'ı olumlu bakıyor. Ancak elimizde; bu konuda her hangi bir fikri olmayan yüzde 11 gibi azımsanmayacak bir kitle ve yüzde 30 karşı çıkan bir kitle kalıyor. CHP'ye oy verenlerin yüzde 73'ü yasağa onay veriyor. Artık eğri oturup doğru konuşmanın zamanı... YÖK başkanı aksini iddia etsede bugün Batı demokrasilerinde ve onun haricindeki ülkelerde başörtüsü yasağı yok. Gittikçe faşist bir çizgiye kayan Tunus bile geçenlerde bu konuda geri adım attı ve iyileşme yönünde bir çaba gösterdi. Bu satırları Amerika'nın en büyük 5. üniversitenin kampüsünden yazıyorum. İnsanları kıyafetlerinden dolayı üniversiteye sokmama fikrini kimseye açıklayamazsınız burada. Oysa ülkemizde bu derece önemli bir kesim; kasıtlı propagandaların, yanlış kavramların (türban) ve düşmanlaştırma çabalarının kurbanı olmuş görünüyor. İnsanları kıyafetlerine bakarak kampüse sokmak yada sokmamak kadar anlamsız bir çaba olamaz. 28 Şubat propagandasının zihinlere kazıdığı, halkımızı birbirine düşman etme yönünde serdedilen çabaların ürünü bunlar. Türkiye'nin parlak geleceği, bu yüzde 11'lik ve yüzde 30'luk kesimin gerçek demokrasi ve hatta laiklik kavramları ile tanıştırılabilmesinde yatıyor. Yüzde 60'lık kesimin ise; diğer yüzde 40'lık kesime kendisini anlatabileceği, kendisinin 'öcü' olmadığı gerçeğini vurgulayabileceği diyalog ortamları tesis etmesi gerekiyor. Bu ikilem ortada durdukça önündeki terör sorununu bile çözemez Türkiye.

Gene aynı çalışmadan, bu sefer ümit verici bir bulgu ile bitireyim. Eğitim seviyesi arttıkça Türkiye’ye şeriat rejiminin gelemeyeceğine inananların oranı artmakta imiş. Bu inanç lise ve yüksek öğrenimliler arasında % 80’lerin üzerinde çıkmış. Bu neticeye tersinden bakmaya gerek yok. Herşey açıkça ortada. Bizim insanımız uzun bir süre boyunca hep Türkiye'nin bir şeriat devleti yapılmak istendiği vehmi ile korkutulmak ve yönlendirilmek istendi. Demek ki halkımız, eğitim düzeyi arttıkça böyle safsatalara ve kasıtlı propagandalara geçit vermiyor. Demek ki, eğitim sistemizi ve müfredatımızı gerçek demokrasi ve laiklik televvünlü fikirler ile doldursak, üzerine empati, anlayış ve vatandaşlık bilinci aşılasak herşey yoluna girecek. Böylece insanımızın ekserisi bazı medya organlarının önlerine servis yaptıkları sanal tehditlerden (Malezya olma, şeriat devleti, lakliği yıkma) ve altı boş kavramlardan (Mahalle baskısı, ılımlı İslam, siyasal simge, türban) etkilenmeyeklerdir. Suların durulması ile birlikte ise; sağcısı ve solcusuyla, Alevisi ve Sünnisiyle, Kürdü ve Türkü ile aslında aynı geminin yolcuları olduklarını hatırlayacaklar; bir kardeş kavgasının içine çekilmek istediklerini idrak edeceklerdir. 22 Ekim 2007.