19 Ekim 2007 Cuma

ERMENİ TASARISI VE DÜŞMAN TANIMIMIZ

Bir konuda eğri oturup doğru konuşmamız gerekiyor. Millet olarak hastalıklı düşman tanımlamalarımız mevcut. Genellemeler yapmayı çok seviyoruz. Bir yandan her konuyu çok iyi bildiğimiz sanısı ile hareket ederken diğer yandan her hadiseyi siyah-beyaz olarak görme hastalığına düçar oluyoruz. Bu bir düşünce travması. ''Türk'e Türk'ten başka dost yoktur'' anlayışı ile yetiştirildiğimizden midir nedir bilemiyorum!; ancak bir sorunumuz olduğu ortada. İstemediğimiz bir takım gelişmeler olduğunda muhataplarımızı önce düşman ilan edip ardından eleştirmeye koyuluyoruz.

Son Ermeni tasarısının Amerikan Kongresinde ön kabul aşamasını geçmiş olması bu hastalığımızı depreştirmişe benziyor. Koca koca doktoralı adamlarla konuşuyorum: Hepsinde; ''herkes el birliği etmiş üzerimize geliyor'' anlayışı hakim. Batı dünyasını komple olarak düşman gören bir anlayışın izleri bunlar. Açıklama olarak ise şunu savunuyor bu kişiler: ''Baksana, tasarının karşısında görünenler bile soykırım olmamıştır demiyorlar.''

Ülkemize karşı düşmanca ve hain planların destekçisi ve planlayıcısı kesimlerin olduğu muhakkak. Bunu inkar etmiyor kimse. Ancak, tüm Batı aleminin karşımıza dikildiğini, Amerikan'ın topyekün böyle bir anlayış ile hareket ettiğini iddia etmek doğru bir düşünce tarzı değil.

Bir kere, Batı insanının meseleye bizim açımızdan bakabilmesi öyle sandığımız gibi kolay değil. Meselenin iki boyutu var. Bir devlet politikası boyutu bir de halklara bakan boyutu. Ermeni sorununun ilk olarak nasıl ortaya çıktığını hepimiz biliyoruz. Özellikle İngiltere, Fransa ve Rusya'nın, Osmanlı İmparatorluğu'nun elini zayıflatmak için kullandıkları bir kart idi Ermeni kartı. Senelerdir birlikte yaşadığımız Ermeni vatandaşlarımızı Osmanlı'ya karşı kışkırtmak için çok uğraştılar. Tıpkı Arapları kışkırtmak için çok uğraşmak zorunda kalan Lawrence of Arabia gibi. Bizde herkes ''hain Araplar'', ''hain Ermeniler'' deme kolaycılığına kaçsada gerçek bundan ibaret. Gerek Fransa gerekse de İngiltere irtibata geçtikleri birçok Ermeni vatandaşımızı ikna edemediler. Daha çok Rusya bölgesinden gelen Hınçak ve Taşnak fraksiyonlarını kullandılar. Fitnenin ipi ilk olarak o şekilde ateşlenebildi. İçimizden ikna edilenler elbet çıktı; fakat o katliamları gerçekleştirenlerin çoğu bu dışarıdan gelen ve içeride taraf bulmaya çalışan gruplar olmuştur. Arap diyarında ise Lawrence, ancak uzun bir gayretin sonucunda aradığı Arap lideri bulabildiğini itiraf etmiştir. O dönemde halen bir çok Arap lider Osmanlı için çalışıyordu. İttihatçı bazı paşaların yönetim hataları ve İttihatçı hareketin kusurlu ''Türkçülük'' anlayışı İngilizlerin propagandalarına katkıda bulunmasa idi belki Lawrence bile başarılı olamayacaktı. Gene aynı İttihatçı çevreler, Abdülhamit tecrübesini yok etmek yerine onu ikame etme yolunu seçselerdi Ermeni kışkırtıcılığı da başarılı olamayabilirdi. Siyonizmin kurucusu Theodor Herzl'i bile sonradan kendi amaçları doğrultusunda kullanabilmeyi başarmış bir siyasi dehadan bahsediyorum (Mustafa Armagan, Abdülhamit'in Kurtlarla Dansı).

Olanlar oldu ve artan çekişmeler karşılıklı sataşma-müdafaa noktasına geldi. Ermeni vatandaşlarımız kandırılmıştı. İçlerinde masum olanları da hataların bedelini beceriksiz, acemi ve imkanları kısıtlı bir yönetimin başarısız bir tehcir uygulaması ile ödemek zorunda kaldılar. Eldeki imkansızlıklar ve panik ortamı sadece suçluları ve vatan hainlerini bulup cezalandırmaya imkan vermedi. Şunu da unutmayalım. Çaresiz durumdaki İttihatçı liderlik bile bir ''soykırım'' düşüncesine asla kapılmamıştır. Allah bu milleti o durumda bile mahçup etmemiştir. Bugünkü Ermeni lobilerinin 1.5 milyon olarak abarttığı, aslında bu sayıdan çok daha az olan ölü sayıları işte bu başarısız tehcir hadisesinin ve karşılıklı çatışmaların bir neticesi oldu çoğunlukla. Bir çok Ermeni vatandaşımız da soluğu Fransa, Lübnan ya da Amerika gibi ülkelerde aldı. Kışkırtılan Ermeni çeteler tarafından katledilen masum insanlarımızın sayıları ise meçhul.

Yaşanan bu dramlar elbette büyük bir kaç ülkenin kışkırtmaları sonucu olmuştu. İngiltere ve Fransa'nın propagandalarından taviz verip suçlarını itiraf etmelerini beklemek biraz abes olur. Sonuçta hem onlar hem de onların mirasını devralan Amerika mevzuyu bulanık bırakarak politik manipülasyonlar yapmaya devam etmek isteyeceklerdir. Biz zayıf kalıp, kendi siyasetimizi üretemediğimiz müddetçe de bu böyle devam eder. Bush'un ve diğer bazı siyasetçilerin tasarıya karşı çıkarken dahi ''toplu ölümlerden'' bahsedebiliyor olmaları ve bizim beklediğimiz tarzda ''soykırım olmamıştır'' şeklinde açıklama yapmıyor olmaları bu anlayışın bir ürünü. Amerika bir çok konuda pragmatik hareket eder zaten. Dikkat edin, meclisimiz Kuzey Irak'a girme konusundaki tezkereyi onaylamadan hemen önce Bush bir açıklama daha yaptı ve bu açıklamasında da Osmanlı İmparatorluğu döneminde cereyan etmiş hadiselerin kendi senatolarının işi olmadığını ifade etti. Bizim istediğimiz tarzda; ''soykırım olmamıştır'' ifadesini kullanmadı. Bu politik yaklaşımı kabullenmemiz gerekiyor artık. Zaten kendimiz birşeyler yapmak yerine gerçeği hep onların ifade etmesini beklersek bu kısır döngü devam eder. Bu illa ki adamlar üzerimize saldırıyorlar anlamına da gelmez ve herkesin bize düşman olduğunu göstermez. Devletler arası politik oyunlar böyle işliyor maalesef. Güçlü ülkeler ellerinde tuttukları bazı kozları kaybetmek istemiyorlar. Amerika'daki Ermenilere de oynuyorlar aynı oyunu. Şimdiye kadar bir çok Amerikan başkan adayı göz kırptı Ermeni lobilerine; ancak sonradan gene resmi devlet politikalarının gerektirdiği 'her iki tarafı da idare etme' oyununa devam ettiler. Ermenistan ülkesi ise hala sefilleri oynuyor. Onları gerçekten düşünseler önce kalkındırırlardı ve Rusya'nın ağına düşmesine fırsat vermezlerdi.

Geçenlerde MSNBC haber kanalının sunucularından Tucker Carlson tasarının baş destekçilerinden Cumhuriyetçi Parti milletvekili George Radanovich'i canlı yayında azarlamış ve açıklamasında lgili tasarının geçmesinin ABD'nin çıkarlarına büyük zarar vereceğini dile getirmiş ve "Parmağımızı (Türklerin) gözüne sokuyoruz. Bunu da bu ülkede hala kızgınlıktan çıldırmış birçok Ermeni olduğu için yapıyoruz. Neden kızgınlıktan çıldırmış olduklarını anlıyorum. Ancak bu yapılan, grup çıkarlarına dayalı siyaset. Bu Amerika'yı yaralıyor" ifadelerini kullanmıştı. Bir arkadaşım sırf ''neden kızgınlıktan çıldırmış olduklarını anlıyorum'' ifadesinden dolayı bu sunucuyu bile bize karşı düşmanlık hisleri taşımakla suçladı. Sunucunun ''Ermenileri anlıyorum'' şeklindeki hitabını ''soykırım iddialarını destekliyorum'' şeklinde görmek istedi o arkadaşım. Hatta başka genellemeler içine dalıp, ''MSNBC demokratları destekleyen bir kanal; demokratlar tasarıyı destekleyip düşmanlık yaptıklarına göre bu adamın tavrı da kesin böyledir'' şeklinde bir çıkarımda da bulundu. Eğri oturup doğru konuşalım dediğim nokta bu işte. Çok kolay düşman ilan ediyoruz. Ara tonları görme çabamız yok. Bu şekilde sağlam bir gelecek kurulamazki.

Az önce adamların devlet politikası olarak bazı şeyleri neden bulanık bırakmak istediklerini anlattım. Bunun medyaya ve Batı insanına bakan yönleri daha da farklı olabilir. 1915 yılında zuhur etmiş o talihsiz hadiseler bugün bizim insanımız tarafından dahi çok iyi bir şekilde bilinmiyor. ''Biz birşey yapmadık'' ifadesinden öteye kaç vatandaşımız konuya izahat getirebilir. Bu durum bundan bir kaç sene önce çok daha vahim bir boyutta idi. Bizim bile cahili olduğumuz bir konuda Batı insanının ve hatta medyasının önyargısız hareket etmesini nasıl bekleriz. Batı insanının bizimkinden farklı bir düşünüş ve olayları kabulleniş tarzı olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Bizim kültürümüzdeki ''biz zulüm etmeyiz'' anlayışını onların anlaması çok güç. Şimdiye kadar hangi Batılıya Osmanlı'nın Batılı sömürgecilik anlayışı kapsamında değerlendirilebilecek bir sömürü, bir tecavüz yapmadığını anlatmaya çalıştı isem de anlatamadım. Çünkü onların tarihi bunun örnekleri ile dolu. Geliştirdikleri anlayışlar ve felsefeler hep o tür kötü neticeler vermiş. Kendileri dışında bir hareketin o kadar yayılıp ta, hiç tecavüz ve katliam yapmamış olabileceğini düşünmek bile istemiyorlar. Kendileri dışındaki bir ordunun girdiği bir ülkede tecavüzler, soygunlar yapmadan durabileceğini kabul etmeleri çok zor. Kendi yaptıklarına ise bir açıklama bularak teselli olmak isterler. Dünya en büyük soykırımı Batı'dan öğrendi. Adamlar hala onun tıravmalarını yaşıyorlar. Bu bağlamda Ermeni lobileri çıkıp ''soykırım'' iddiasında bulunduklarında bizim sadece ''yapmadık'' şeklindeki açıklamalarımız yetersiz kalıyor. Hele ''tehcir'' gibi büyük bir yer değiştirme hareketini ve bu taşıma sürecinde imkansızlıklardan, açlıktan ve salgınlardan ötürü insanların öldüğünü anlattığınızda buna inanmaları daha da güçleşiyor. Şimdi hal böyle iken, Batı insanına kendimizi ''belgelerle'' ve tarihin aydınlatıcı ışığı altında anlatamazsak neticelerine de katlanmamız gerekir. Biz yapmamız gerekenleri yapmamış, senelerimizi Yahudi lobilerine bizi savunmaları için para ödeyerek geçirmişşek çokta hayıflanmamamız icab eder. Kendimizi anlatamadığımız insanlar ''toplu ölümlerden'' bahsederken onların hepsini düşman olarak tanımlama yoluna gidersek hatalarımıza bir hata daha eklemiş oluruz. Amaç insanlara kendimizi tanıtmak ve anlatmak olmalı. Siyaset sahnesindeki kozlarımızı iyi kullanarak düşman bazı fraksiyonları göğüslemeli, kazandığımız zamanı o ülkeler içerisinde akıllı (ve kendimize ait) lobicilik hizmetleri ile desteklemeliyiz. Bunları yapmayarak kabuğumuza çekilir ve herkesi düşman bilerek etrafa öfke ile sataşırsak kazanma kuşağında kaybedebilir; kendi tarafımıza çekebileceğimiz aklıselim insanları kendimizden uzaklaştırabiliriz. Tezkere kararlılığı bu anlamda iyi bir başlangıç; ama işaret ettiğim gib bir süreci takip ederek yol almamız gerekiyor.

Tüm bunların yapılabilmesi için ise, her toplumda (hatta soykırım iddialarının baş destekçisi Fransa'da bile) bizi anlayabilecek, iyi niyetli insanların olabileceği düşüncesini akıldan çıkartmamalıyız. Başarılı lobicilik böyle bir kabullenişle başlar. İnsanları ve toplumları, dost-düşman olarak ayırma yerine kendimizi anlatabildiğimiz ve anlatamadığımız insanlar/ülkeler olarak sınıflandırmalıyız. Ancak bu şekilde; ara tonları görebilen bir anlayış ile, meselelere sükunet içerisinde vakıf olabilir ve onlara müdahale edebiliriz. Bu Amerika için de geçerli, Fransa için de. Hatta kendi içimizdeki bir takım meselelerde de... Bir ülkeyi yada toplumu topyekün olarak düşman ilan ederseniz kimse ile diyalog kurma ve kendinizi izah etme ihtiyacı hissetmezsiniz. Neticede, elinizde küsmekten başka yapabileceğiniz bir kozunuz da kalmaz. Bardağa diğer yarısından bakabilmeyi öğrenmeliyiz artık. 19 Ekim 2007