Bu yazı 7 Ocak 2016 tarihinde Yeniyön.tv de yayınlanan köşe yazısıdır.
Ergenekon ve Erdoğan’ın yaşattığı yıkımlara rağmen, hem ülkemiz hem de Hizmet Hareketi açısından ileride çok büyük kazanımlar yaşanacağı muhakkak. Hattâ, birilerinin ‘Cemaat bitti bitecek!’ veya bitse diye ümitle beklediği böyle dağdağalı bir dönemde ve görünüşte yaşanan baskılara, el koymalara, tutuklamalara rağmen; başka birilerinin çıkıp ‘’Cemaat’in kazanımları’’ndan bahseden analizler yapıyor olması çoklarını şaşkınlığa itiyor olabilir. Bu tür ümitli yorumların imânî dayanakları hâricinde aşağıdaki gibi bazı sosyo-psikolojik ve reel dayanakları olduğunu söylemek mümkün:
1. Ali Bulaç’ın dediği gibi; ‘’sosyolojiyle savaşılmaz’’ ve ‘’Hizmet Hareketi de bir sosyolojidir.’’ Sosyoloji ile, kaba kuvvet, algılar hele de yalanlar yoluyla savaşılamayacağı gerçeği, Hizmet Hareketi’nin mukavemeti ile bir kez daha gösterilmiştir. Bu direnç sosyolojik anlamda (entelektüel derinliklerinden dolayı) Ali Bulaç ve Ahmet Altan gibileri bile şaşırtırken; aksiyon ve eylem planında da (entelektüel yoksunluktan dolayı) ‘vurduk mu dağıtırız!’; ‘Erdoğan’ın karizmasını tercih ederler!’ diye düşünen Ergenekoncu ve AKP’li çevreleri de oldukça şaşırttı.
Hattâ; Erdoğan ve AKP’li çevrelerin ‘’bize ihânet ettiler!’’ şeklindeki söylemi; çok güvenerek yola çıktıkları bu beklentinin, boşa çıkmasıyla birlikte, onlarda oluşturduğu psikolojik travmanın iniltilerinden ibârettir. İddialara göre; kulağına benzer şeyler üflendiği için Erdoğan tarafına geçen ve şimdilerde ‘Cemaat bitti!’ vb. şekillerde zorlama yorumlar yapan Hüseyin Gülerce’nin bu bahsettiğim travmayı en derin şekilde hisseden kişi olduğunu düşünmekteyim. Cemaat’i bitirme işini çekirdek çıtlama kolaylığında halledebileceklerini düşünenler, ceviz ısırdıklarını dişleri kırılınca farkettiler. Şimdi de ‘sen niye çekirdek gibi narin, koyun gibi saf görüntü verdin, hâin!’ imâlarıyla yaygara koparıyorlar. Oysa bilmiyorlar ki, her insana müşfik; ama zâlimlere karşı sert olmak imanın gereği ve tarifidir.
Özetle şunu belirteyim: Aslında tüm zalimler bir çâresizliğin ve acziyetin sonucu olarak sosyoloji ile savaşmışlardır. Burada yazılanlar bağlamında Bulaç’ın ifâdesini teorik alandan reel plana kaydırıp şöyle demek de yerinde olur: Sosyoloji ile savaşılabilir; ama kazanılamaz!
Ayrıca, yine sosyolojinin bir ürünü olan tasavvuf ile de tahakküm (zorbalık) yoluyla savaşılamaz. Vahye dayalı İslâm dini, nasıl zulüm çölüne rağmen başak verip geliştiyse, onun türevi olan; özünü Kur’ân ve Sünnet’ten alan ve Said Nursi zamanından beridir çok çetin zulüm dönemlerinden pişerek gelen bir akımın en güçlü mirasçısı olan böyle bir Hareket; elinde kaba kuvvete dayalı yapay devlet gücü, arkasında o tahakkümün kapıkulu olan mütebasbıs nadanlar (dalkavuk cahiller) ve zihninde de irfandan yoksun hamâset dışında hiçbir şeyi olmayan bir siyâsî parti eliyle bitirilemez. Sadece zulüm fırınında daha iyi pişmesi sağlanır o kadar. Bir metalin gerekli sıcaklık ve basınç altında, kalıbında preslenmesiyle o metal ancak şekil alır ki bu da nihâî amaçtır. Bir ampülün yaydığı ışıkla güneşin nuru örtülmüş olmaz.
2. AKP’nin hem reel güç ve etki alanının darlığı hem de hukuksuzluk zemininde algı operasyonlarına bağımlı olarak ilerlemek zorunda kalışı Hareketçe iyi okunuyor. Buna karşın Cemaat’in hukûkî zemine ve demokratik sivil tepkiler üzerine inşâ edilmiş sabır, tevekkül, dua yörüngeli mücâdelesinin, yani toplumsal-sivil direncin, başarısı da görülebiliyor. Hattâ bu, İslâm tarihinin belki de yezidî zulümlere karşı gösterilen en etkin; demokratik, sivil, barışçıl, îman yörüngeli, toplumsal destekli, tüm kaynakları kendinden bir direniş örneğidir. Karşımızda İslâmcı zâlim siyâsî bir devlet anlayışı ve ona direnen sosyolojik-dinî bir Hareket var. Bu iki güç kıyaslandığında, köklerine bağlı kalmak şartıyla, ikincisi mutlaka galip gelir!
3. Cemaat, yetiştiği felsefe ve mânevî dinamikleri sâyesinde hakîkat denizi içinde, tıpkı doğal yollarla oksijen solunumu yapan bir balık gibi, rahatlıkla ümit oksijeni soluklayabiliyor ve geleceğe o şekilde ilerliyor. Oysa yanlış ve derin sularda, yapay ve kısıtlı oksijen tüpleri ile ilerleyen birisi nasıl uzun yol alamazsa; aynen onun gibi, yanlış işler okyanusunda ilerleyen AKP de yapay ümit tüpleri ile, hakîkat okyanusunda, bir balık gibi uzun mesafeler yüzüp başarılı olabileceğini zannediyor.
Oysa bilinmiyor ki; üzerinizde yetim hakkı; ayaklarınızda yolsuzluk prangası; elinizde de, batarken bile hırsla sarılıp hâlâ bırakmadığınız zulüm tokmağının ağırlıkları varken o bataklıktan çırpınarak ve paralel diye bağırıp panikleyerek kurtulamazsınız. Çok yakında nefessiz kalacaklarına şâhid olacaksınız. Hattâ, Ali Ünal’ın Erdoğan için; ‘son anda yardım istemek üzere elini Cemaat’e uzatacak ama kaderî bir el onu geri itecektir’ öngörüsü tasvir ettiğim bu nefessizlik ve batma anında gerçekleşecektir.
4. Algı operasyonları ve yalanlar ile hakîkat gemisi yürütülemez. Hakîkat gemisi, enerjisini doğru ve haklı olmaktan alırken, ümidin beslediği azim kürekleri ile de yol alır. AKP, sisli bir havada o kürekle suyu sadece döverek gürültü yapmaktadır ki; o da arkasında duran ve hiç güvenemediği Ergenekon’dan aldığı sahte cesâret ile kabadayılanma şeklinde ve onun verebileceği ümit kadardır. Cemaat’in süreci kazanım olarak görmesi ve geleceğe ümitle bakması bu sosyolojik gerçeği görüyor olmasındandır. Sis dağıldığında diğerleri de görecek ve Ahmet Kurucan’ın işaret ettiği ‘utanma’ dönemi başlayacaktır.
5. Cemaat’ten olmadığı hâlde benzer kazanımları yazan az sayıdaki aklıselim sahibi hakikat-perest kişiler, bunca sis dumana rağmen sosyolojinin realitelerini uzmanlıkları ile görebilmektedirler.
Gelin bu muhtemel kazanımlar hakkında yazılanları derleyerek devam edelim ve kendi yorum ve gözlemlerimiz ışığında bu kazanımlar konusunu biraz daha detaylandıralım.