26 Mart 2008 Çarşamba

YARGI SİSTEMİNİN İADE-İ İTİBARI

Bu yazı 27 Mart 2008 tarihli IV. Kuvvet Medya Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

Başlıkta kullandığım terim bildiğiniz üzere, vakti zamanında itibarı bir şekilde zedelenmiş, dumura uğratılmış bir kişinin yada kurumun yok olan, hasar gören itibarının geriye teslim edilmesi, temize çıkarılması vb. anlamlara geliyor. Bunun gerçekleşmesi için ilgili kişinin hayatta olması da gerekmiyor. Mesela seneler önce (haksız) nedenlerle asılmış bir kişinin seneler sonra itibarı iade! edilebiliyor. Daha enteresan olanı, halen hayatta olan bir kişi ya da kurumun itibarlarının zaten aramızdan göçüp gitmiş olanlarına kıyasla daha az hatırlanıyor, düşünülüyor olması. İşte bu yazıda, halen nefes alabilen yargı sistemimizin iade-i itibarı konusuna değineceğim.

Sizleri bilemem ama ben yaşanan son gelişmelerden ve ulusalcı kesimin yargının saygın kimliğine zarar veriyor olmasından son derece endişe duymaktayım. Herkes yaşanan gerginliğin bir tarafına doğru hızla sürüklenirken, halen hayatta olan hukuk sistemimizin onurunun ve saygınlığının nasıl ayaklar altına alındığını fark eden az. Meseleyi; falan yargıcın yanlı, ideolojik kararı; filan yargıcın saat 4'te iş başı yapmasının sorun olması! noktasında ele almıyorum. Ulusalcı kanadın yargı sistemini nasıl manipüle etmeye çalıştığını zaten delilleri ile izliyoruz. Bu meslek grubundan birilerinin bir takım hataların içine düşmesi tüm yargı sistemimize teşmil edilemez.

Beni rahatsız eden ve endişelendiren husus yaşanan bu son süreçte yargı mensuplarımızı tehdit etmenin ne kadar kolay hale geldiği hususu ve maalesef bu öfke tufanının cezalandırılması noktasında yargımızın hiç bir tepki vermiyor olması. Söylenenler yenilir yutulur cinsten değil. Demokrasi ve ifade özgürlüğü ile de hiç alakası yok. Çünkü adamlar ortaya alternatif, aykırı bir fikir filan sunmuyorlar. Açıkça tehdit ediyorlar.

Hatırlarsanız, İlhan Selçuk ''savcı görevini yapmasın, görür gününü'' tehditleri savurmuştu gözaltına alınmadan bir iki gün evvel. Baykal ise seçimden hemen önce 367 konusunda (Danıştay) hele gerekeni yapmasın ülkede 'kan çıkar' demişti. Benzer taşkınlıkların ve sokak kabadayılığının bu kesimin başka fertleri tarafından da dile getirildiğini ya medyada okuyor ya da etrafımızdaki fertlerinden duyuyoruz. Bu öfke tufanı arasında gözlerden kaybolan bir hakaret daha vardı. Kanaltürk'ün sahibi Tuncay Özkan da çıkıp milletin seçtiği bir bakana (bağışlayın) ''köpek'' tabirini kullanarak hakaret edebilmişti (DKM, 23 Mart 2008).

Bu sürece en son dahil olan kişi, tutuklanan İşçi Partisi Genel Başkanı Perinçek'in avukatı ve Parti Genel Sekreteri Nusret Senem. Bakın ne diyor kendisi: ''İşçi Partisi'ne leke sürecek adamın biz alnını karışlarız'' (Samanyolu Haber, 24 Mart 2008). Ne demek istediğim herhalde sizler gibi nazik ve sakin insanlar nezdinde herhalde anlaşılıyordur. Anlaşılıyordur da; bu insanların serdettikleri bu ciddi tehditlerin neden yanlarına kar kaldığını sizler de benim gibi anlayamıyorsunuzdur herhalde!

Oysa bunlar hukuk devleti kapsamında çok ciddi suç unsurları. Bir insanın 'seni mahvederim' demesi bir mahkemede 'adam tehdit etme' kapsamına alınabilir. Hedefteki kişiye gerçekten bir şey olursa, bu tehditleri sarf eden kişilerin hiç bir kaçar yolu da olmaz bir hakimin önünde. Ciddi bir suçlama unsurudur bu çünkü. Bu ulusalcılarımız ortaya çıkmış; birisi ''gerekeni yapma gününü görürsün diyor'', diğeri ''kan çıkar diyor'', diğeri de ''alnını karışlarım diyor.'' Ya hu madem bu kadar erkeksiniz, gününü nasıl göstereceğinizi de söylesenize?... Ya da alnını nasıl karışlayacağınızı?... Bir savcının bu tehditlere karşı suç duyurusunda bulunması için bu kişilerin bu tanımlamaları yapması bile gerekmiyor üstelik. Tehdidin kendisi bunun için yeterli bir gerekçe.

Peki bu noktada soruyorum: Neden hukuk sistemimiz içerisinden birileri çıkmıyor ve yargı mensuplarımızın bu şekilde aşağılanmasına, kendi mesleklerinin ve onurlarının bu şekilde yıpratılmasına ses çıkarmıyor? İlhan Selçuk, Ergenekon soruşturmasından ziyade öncelikle bu tehditvari üslubundan dolayı sorguya çekilmeliydi; ama olmadı. Millet ''Aman İlhan Abi'miz yaşlı'' tiriplerine girdi hemen. Adam çetecilikten yargılanıyor, ama bazı gazeteciler meseleyi ''ifade özgürlüğü'' maskesi ile örtüp zihin bulandırma telaşındalar. Herkes gözünü Ergenekon'a dikmiş. Arada yargı sistemimiz yıpranıyormuş, halkın yargıya ve yargı mensuplarına olan itibarı sarsılıyormuş bakan eden yok. Gözaltından şartlı salıverildikten sonraki ilk yazısında gene hükümete yüklenen İlhan Selçuk, ''İktidar yargıyla oynamaya başlamak hevesine kapıldı mı ülkede ne huzur kalır ne de istikrar...'' diye yazıyordu. Bu ne pişkinlik böyle? Sormak lazım: Peki yargı üyelerini açıkça tehdit etmek ne zaman ''yargıyla oynamak'' gibi belirsiz bir fiilden daha masum hale geldi?

Böyle bir garabette şüphesiz iki faktörün bileşkesi etkili bir rol oynuyor. Birinci ve en etkili sebep, Ergenekon örgütü ile çok ciddi bağlantıları ortaya çıkan ulusalcı kesimin dinmek bilmeyen öfkesi ve hayatta kalma mücadelesi altında sergilediği taşkınlık. Bu kesim yaşanan gözaltıların ve ispatlanan suçların etkisini hafifletecek, paratöner görevi ifa edecek propagandalara ihtiyaç duyuyor ve yargıya yüklenmesinin, onu etki altında tutmaya çalışmasının temel nedeni de bu. Bu süreçte laiklik, demokrasi, vatan elden gidiyor tarzı her türlü değer istismar edilecek ve ediliyorda. Diğer yandan, devlet kanadı bu kesimin taşkınlık nedenlerinin farkında; ancak onun büyük propaganda gücünden ve halkı (özellikle laik kesimleri) iğfal etme (aldatma) kabiliyetinden de çekiniyor. Zira, bu kesim bıyık altından; ipimiz piyasaya çıktı telaşı yaşarken, diğer yandan son bir çırpınış sergilemeyi de ihmal etmiyor. Bu uğurda kullandıkları en büyük koz örgütün altına gizlendiği milliyetçilik! ve vatan kurtarma! postu. İşte bu yöntemi kullanarak laik kesimlerin ve yargının zihnini bulandırmak, dikkatlerini dağıtmak istiyorlar. CHP, Doğan Grubu medyası ve Cumhuriyet Gazetesinin Ergenekon'dan hiç bahsetmemesinin ya da Baykal örneğinde olduğu gibi savunmasının (Zaman, 26 Mart 2008) hikmeti ne sanıyorsunuz!... Yaşanan soruşturmayı, 'kişilere ve laik kesime karşı bir şey yapmıyorum'; 'sadece bir örgütün peşindeyim' haklı yöntemi ile selamete kavuşturmayı hedefleyen devlet kanadı, bu kişilerin hakaret ve tehditlerine karşı bu nedenle sert önlemler almıyor, alamıyor. Zira iyi biliyor ki, Ergenekoncu kanadın suçlanan fertleri böyle bir durumda hemen ''mağdur'' rolü oynayacaklar ve daha çok propaganda yaparak meseleyi ''vatanseverler eziliyor'' noktasına getirerek hedef saptıracaklar. Yakalananlardan bazılarının Rus, bir kısmının da Amerika bağlantıları ortada iken, çıkıpta; ''hükümet vatanı Amerika'lılara teslim ediyor'' çığlıkları atıyor olmaları da bu bağlamda değerlendirilebilir.

İşte bu iki etkenin garip ittihadı ülkemizi böyle içler acısı bir hale sokuyor. Yargı ne zaman beğendikleri bir iş yapsa, ''yargıya zarar vermeyelim'' diyenler, aleyhlerinde bir iş yapınca da ortalığa saçılıp bizzat savcı tehdit ederek yargıya zarar vermemiş oluyorlar!. Yargı mensuplarından önemli bir rica ile bitirmek istiyorum. Ortalık biraz süt liman olurda, şu Ergenekon belasından kurtulursak, şu savcı ve yargıç tehditçilerinin de ifadesini bir alın. Bakalım kim kimin ''alnını karışlıyormuş'' o zaman görsünler ve hadlerini bilip bu milletin kanun adamına saygı duymak zorunda olduklarını idrak etsinler. Umarım zamanı gelince kendi hukuk sistemimiz kendisine ait olan bu iade-i itibar işini sağlıklı bir şekilde yerine getirebilir. Ortalıkta kabadayılık taslayan bu kendini bilmezlere verilecek bu tarz bir hukuki yanıt, aynı zamanda halkımızın ve Cumhuriyetimizin de iade-i itibarı anlamına gelecektir. Milletimiz bunu ziyadesiyle hak ediyor, öyle değil mi? 26 Mart 2008