28 Mart 2008 Cuma

ERTUĞRUL ÖZKÖK AYNAYA BAKIP YAZARSA!

Bu yazı 2 Nisan 2008 tarihli IV.Kuvvet Medya Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

Yazının takip eden bölümlerine ışık tutması açısından yazıma mecaz bir söylem ile başlamak istiyorum. Sanırım Ertuğrul Özkök bazı yazılarını aynaya bakarak yazıyor. Bunun ne anlama geldiğini, bir şeklin görüntüsünün aynada nasıl tezahür ettiğini bilirsiniz? Görüntülerin aynadaki akisleri ters olduğu için, mesela bir yazıyı aynaya bakıp okumak çok zordur. Hal böyle iken daha da zor olanı deneyip aynaya bakarak yazı yazmak ise hiç akıl karı değildir. Peki bu mecazi aynanın mahiyeti nedir diye soracak olursanız, yanıtım şudur: Bu ayna hakikat değil, iğfal yansıtan bir aynadır. Hani şu lünaparklardaki gibi; hakikati (insanın gerçek şeklini) normal boyutlarında değil de, ışığı iğfal ederek, yanılsama oluşturarak ve odağından saptırarak deve veya cüce şeklinde gösteren aynalar...

Özkök'ün bana bu mecazı hatırlatan yazısına (Hürriyet, 26 Mart 2008) değinerek devam etmek istiyorum.

''Ortak akıl, krize el koyuyor'' başlıklı bir yazıyı ulusalcı bir yayın organı haline gelen Hürriyet'te değilde, mesela; demokrat Taraf Gazetesi'nde okusanız nasıl bir ilk izlenime kapılırdınız? Sizin adınıza bir çıkarımda bulunmama izin verin. Herhalde, temsil kabiliyeti olan birileri bir araya geldiler ve son yaşanan parti kapatma teklifine, bu teklifin hassas ekonomimiz üzerindeki olumsuz tesirine, demokrasiye müdahele planlarına (ortaya çıkarılan darbeler) ve demokrasi rayına döşenmiş bazı suikast bombalarına (planlarına) dur dediler şeklinde düşünürdünüz değil mi?

Halbuki aynı ifade ışığı, Ertuğrul Özkök gibi ulusalcı ve İlhan Abici bazı yazarların gözleri önündeki aynaya yansıdığında hadise çok farklı bir mahiyet kazanıyor ve şu anlama geliyor: Sivil toplum kuruluşları bir araya geldi ve tıpkı bizim gibi düşünerek (ulusalcı kanat) ''uzlaşma'' istedi. Yani, Ergenekon diye birşey yok. Hükümet yargıyı kullanarak gereksiz yere bir savaş başlattı... Aydınları! susturuyor... Yargı ve Ordu'yu hedef alıyor... Ülkeyi geriyor... ve çok asabi hareket ediyor...

İşte Özkök ve benzerlerinin önlerinde duran ve kendisine bakarak yazılarını yazdıkları 'deve', 'cüce' aynası böyle bir işlem görüyor. Gelin şimdi biz hakikatin aynalardaki yansımalarından gözümüzü bir an için alalım ve objenin kendisine yani hakikate, olayların aslına dikkat kesilelim.

Özkök'ün ilgili yazısına konu olan ''ortak akıl'', 40 milyon insanı temsil kabiliyeti olan sivil toplum kuruluşlarının bir araya gelerek yaptığı değerlendirmeye tekabül ediyor. Evet bu kuruluşlar bir araya gelip ortak bir açıklama yaptılar; ancak üzerinde durdukları ana tema ''ülkemizde huzur ortamının devam ettirilmesi'' şeklindedir. Bunun nasılına değinen açıklamalar içerisinde, ''siyasi partilerin kolaylıkla kapatılabilmesi... demokratik süreç ve kurumların güçlenmesine hizmet etmek yerine zarar vermektedir'' şeklinde bir ifade de vardı. Oysa Özkök, demokrasi vurgulu bu uyarıyı görmeyerek, AKP'nin kapatılması konusuna hiç değinmiyor yazısında. Konuyu ustalıkla, ulusalcı kanadın Selçuk, Perinçek ve Alemdaroğlu tutuklanmalarının hemen ardından geliştirdiği ''uzlaşmacılık'' postuna bürüyor.

Şu ifadelere bir göz atalım:

''Bütün bunların anlamı şu. 'Sivil toplum', yani Türkiye’nin 'ortak aklı', 'ortak sağduyusu' krize el koyuyor. Siyasetçilerin bundan etkilenmemesi mümkün değil. Etkilenmezlerse, bundan böyle demokrasi kelimesini de ağızlarına almamalıdırlar.''

Özkök'ün de varlığını kabul ettiği ve 40 milyon insanı temsil kabiliyeti olan (bu arada yüzde ellisi AKP'ye oy vermiş olan) insanımızı temsil eden bu 'sivil toplum' kuruluşları ''parti kapatma, demokrasiye zarar verir derken'', bunu görmezden gelip, AKP kapatılsın ama Ergenekoncuların da üzerine sinirli bir şekilde gitmesin, sakinleşsin, uzlaşsın şeklinde göz boyamak demokrasi ile nasıl açıklanabilir. Acaba bu göz boyamanın ardından utanmadan ortaya çıkıpta ''etkilenmezlerse, bundan böyle demokrasi kelimesini ağızlarına almasınlar'' demeye nasıl cüret edebilir bir insan. Halkın yüzde ellisinin demokratik haklarını kullanarak seçtiği bir partiyi kapatmaya çalışıyorsunuz... Baykal zamanı geldi diyor... Varlığını inkar ettiğiniz Ergenekon teröristleri darbe planlıyor... İlhan abiniz de bu örgütün peşindeki savcıları tehdit edip duruyor... Acaba, ''demokrasi kelimesini ağzına almaması gerekenler'' kimler diye merak ediyorum..., ya da ''sivil toplumun ortak aklını'' görmezden gelenler, ondan ''etkilenmeyenler''... Hem yeri gelmişken! Seçimden hemen sonra aynı sivil toplumu ''göbeğini kaşıyan adam'' ve ''ahmak'' olarak nitelendiren bazı yazarlar hala gazetenizde yazıyor ve bir tanesi zatınızın da ödül dağıttığı bir törende ödül alıyor! (DKM, 27 Mart 2008). Bu turşunun adını bize de bağışlar mısınız?

Özkök'ün önündeki aynaya bakarak yazdığı yazıdan başka alıntılarla devam edelim:

''İlhan Selçuk, bu kadar hoyratça bir gözaltından sonra, Başbakan’a 'uzlaştırma' çağrısı yapabiliyorsa, herkesin kendi sinirlerini, kendi öfkelerini kontrol altına almak gibi tarihi bir görevi var demektir. Bunun için ne yapmalıyız?... Herkes kulaklarını 'marjinallere', 'savaş tamtamları çalanlara', 'rövanşizme', 'intikamcılığa', savaşa çağıran seslere, kalemlere kulaklarını tıkayacak... Beş on bin satan gazete köşelerinde uydurulan abuk sabuk komplo teorilerini elinin tersiyle itecek.''

Bir şeyi anlamakta güçlük çekiyorum. Selçuk'un kendisi bile kendisini gayet kibar bir atmosferde sorguya götüren ''küpeli'' ve ''okumuş çocuklar'' olan polislere laf edemedi. Bu ulusalcı kanadın olayın sadece zamanına bakarak (sabah saat 4'te) konuyu ''hoyratça'' şeklinde yorumlamalarını anlamak güç. Yahu bu ülke, 12 Eylül dönemlerinde evlerinden götürülen ve kendilerinden bir daha haber alınamayan insanların, aydınların hikayelerini dinlemiş bir ülke. Kendiniz de o dönemlerde bunları tecrübe ettiğiniz halde, artık işini nezaketle yapan, döverek, tartaklayarak adam götürmeyen bir polis buldunuzda neden rahatsız oluyorsunuz? Kıymetini bilsenize. Neden tek söyleyebildiğiniz şey, ''sabah'ın o saatinde alınır mı?'' dan öteye geçemiyor? ve bunu ''hoyratlık'' olarak nitelendiriyor sunuz? Oysa Sacvılık bu sorunuzun cevabını vermişti. Gözaltına alınanlardan bir kaçı erken vakitte yurt dışında bir toplantıya gideceği için operasyonu erkene almaları gerektiğini ifade etmişlerdi. Savcılık, Genelkurmay gibi ''andıç'' uygulamadığına göre, bunlar sizin gazetede yazılmadı galiba!

Hem sonra, İlhan Selçuk salıverildikten sonra ''sakinleşti'' de biz mi farketmedik? Adam hala savcı tehdit edip duruyor. Dünkü, ''Yargı Sisteminin İade-i İtibarı'' başlıklı yazımda bunu detayları ile resmettim (DKM, 27 Mart 2008). Aradan daha bir gün geçti, adam çıkıp savcıyı tekrar tehdit etti: ''Kendi kariyerini tehlikeye atma'' diyerek. Hem de utanmadan; ben yaşlıyım, bunca hastalığım var. Ölseydim katil olacaktın ''katil savcı!'' pişkinliği ile karışık sundu arzettiğim tehdidini. Aklıma gelmişken sorayım: Ergenekon hakkında haber yapan Taraf gazetesi'nden bir gazetecinin evini bastı polis dün. Evde gazetecinin yaşlı annesi vardı. Eğer o kadıncağız da kalpten gitseydi, İlhan Selçuk bu baskına onay veren savcıyı da ''katil'' diyerek tavsif edecek miydi? Yoksa benim savcım ''iyi'', senin ki ''kötü'' yü mü oynayacaktı?

Tüm bunların nesi sakinleşme belirtisi anlayamıyorum. Salıverildikten sonraki ilk açıklamasında hükümete yüklenerek onu, ''yargıyı'' ve ''orduyu'' hedef almakla suçlamadı mı? Hem de yakalanan Ergenekoncuların (Perinçek'in partisinden çıkan belgelerin de desteği ile) yargıç ve komutan öldürme planları göz önünde iken... Buna rağmen Perinçek tutuklanması karşısında hala ''hedefte ordu ve yargı var'' diyebilmişken... Şimdi aynı adam çıkıpta hükümete karşı ''uzlaşı'' kelimesini kullandı diye, bu tehdit dolu ve saldırgan beyanları nasıl ''sakinleşme'' belirtisi olarak kabul edeceğiz ve pişkinlikle, bu suçlamayı yönelttiği partinin liderine ''yahu sakin ol, sakin'' diyeceğiz? Ayrıca, adamların ''uzlaşma'' dan ne kast ettiklerini de iyi biliyoruz: Sakinleştikleri filan yok. Tek istedikleri Ergenekon'un üzerine gidilmemesi ve 'partinin kapatılmamasına karşılık' meselenin (yani bu terör örgütünün) hasır altı edilmesi. Özkök'e soruyorum: Hala sakinleşmeyip ortalığa tehditler savuran Selçuk'un da ''kendi sinirini ve öfkesini kontrol altına almak gibi tarihi bir görevi'' yok mudur? Hem de tarihimizde belkide ilk defa devletin ve milletin savcıları bu kadar açıktan tehdit ediliyor, saygısızca tahkir ediliyorken... Umarım Selçuk ve diğer 'İlhan abiciler' Türkiye Gazeteciler Cemiyetinin en son yayınladığı mesajda savunduğu gazeteci tanımını okurlar: ''Gazeteci... iftira, hakaret, lekeleme, saptırma, manipülasyon, söylenti, dedikodu ve dayanaksız suçlamalardan kesinlikle uzak durur... her ne amaçla olursa olsun, tehdit ve şantaj gibi yollara başvurmaz.'' (DKM, 28 Mart 2008).

Özkök'ün aynasından bizlere yansıttığı çözüm de süper. Neymiş; ''herkes kulaklarını 'marjinallere', 'savaş tamtamları çalanlara', 'rövanşizme', 'intikamcılığa', savaşa çağıran seslere, kalemlere kulaklarını tıkayacak''mış... Beş on bin satan gazete köşelerinde uydurulan abuk sabuk komplo teorilerini elinin tersiyle itecek''miş. Yapma ya! Devletin güvenlik birimleri Ergenekon hakkında her gün yeni bir delil ortaya çıkarırken, Veli Küçük'ün bizzat notlarının başlığı Ergenekon... ifadeleri ile süslenmişken bu örgütlenmenin mafya kurmak, adam fişlemek, yargıç ve kuvvet komutanı katletmek planları ortaya çıkarılmışken... darbe planları bizzat ispatlanmışken... bu kişiler, ''marjinal'', ''savaş tamtamcısı'', ''rövanşist'', ''intikamcı'' olmuyor da; kanuni görevlerini yapan savcı ve emniyet mensupları ile bunları köşelerine taşıyan yazarlar mı oluyor?

Son bir sorum daha var Özkök'e. Artık bir şeyin hakikat olarak değer kazanabilmesi için yazıldığı gazetenin illaki yüksek tirajlı mı olması gerekiyor? Tirajı bir kaç bin diye Taraf veya başka bir gazetenin haber yaptığı deliller direk olarak komplo teorisi yerine mi geçiyor? Sizin tekzip edilmiş yüzlerce haberinizi tirajınız yüksek diye bu halk kabul mü etmeliydi? Ya da parti kapatmaya temel oluşturan ''hiç uydurulmamış!'' haberlerinizi... Madem artık 'tirajın kadar konuş', 'tirajın azsa seni takmaya lüzum yok' gazeteciliği öneriyorsunuz, o zaman Taraf Gazetesi'ne bir öneri yapayım: Bundan sonra elinize geçen ilginç Ergenekon haberlerini Zaman Gazetesi'ne postalayınız. Malum, nerede ise Hürriyet ve Milliyet'in toplamından çok satıyor. O zaman dikkate alır belki Özkök bu haberleri ve Ergenekon diye bir terör örgütünün varlığını (Veli Küçük'ün notlarını görmezden gelsede) kabul etmiş olur.

Yazısını bitirirken şöyle diyor Özkök: ''Ben geçen pazar gününden beri bu 'muzır neşriyata' kulaklarımı tıkadım. İnanın ne olup bittiğine daha sağlıklı bakıyorum. Daha güzel, daha pozitif düşünüyorum.'' Ne olup bittiğine nasıl daha sağlıklı baktığın, hangi aynadan bakarak yazdığın bu yazı ile ifadesini bulmuştur. ''Muzır neşriyatı okumayı bırakma'' tavsiyesine gelince: Asıl ''muzır neşriyat'' hangisi acaba? Özkök'ün ilgili tavsiyesini mevcut Hürriyet okurlarına bir belletmek lazım. 28 Mart 2008