22 Kasım 2007 Perşembe

ÖZDEMİR İNCE VE MEDRESET-Ü PRINCETON

Not: Bu yazı 23 Kasım 2007 tarihli IV. Kuvvet Medya Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

Sizlerin arkadaş meclislerinizde ne tür muhabbetler döner bilemiyorum. Benimkini arzedeyim: Hepsi Amerika'da doktora yapan, gurbette yaşamanın da etkisiyle memleket meseleleri konusunda özel bir hassasiyet geliştirmiş bulunan, duyarlı; ama aynı zamanda çok kıvrak zekalı arkadaşlarım var benim. O kadar zeki ve enaniyetli insanın arasında cereyan eden entellektüel tartışmalardan sağ çıkmak! öyle her baba yiğidin harcı değildir. Farklı farklı hayat görüşlerine sahip o derin insanların meselelere farklı zaviyelerden yaklaştıkları öyle bir ortamda ve mantık kılıçlarının birbirleri ile çarpışırken hasıl ettikleri o stresli atmosferin kucağında bir yandan entellektüel derinliğinizi yeniler, birşeyler öğrenir, bir yandan da mantığınızı bilersiniz.

İşin ilginç tarafı ise şu: Her türlü memleket meselesi karşısında en akla gelmedik çeşitlilikte derin ve çeşitli mülahazalar ortaya koyabilen, bu nedenle de çoğu zaman bir düşünce mıknatısının birbirinden kopamayan; ama zıt uçlarında tecelli eden kutupları gibi konuşlanan bu insanların anlaşabildikleri bir nokta var: O da, konu ne zaman Hürriyet ve Milliyet gibi gazetelere gelip çatsa hemen hepsinin ortak bir aklıselimle hareket etmesi ve bu mecmualarımıza ciddi bir entellektüel düzeysizlik hastalığının musallat olduğundan dem vurmaları. Hatta bir ara, mezkur mecmualarımızın ne tür maksatlar ile gazetecilik yapmaya çalıştıklarını izhar edip, bir kısım yazarlarının meselelere yaklaşımlarını masaya yatırmış ve akabinde ise şöyle bir tezi bile tartışabilmişlerdi: ''Halkımızı bu fikri sığlık ve bağnazlık hastalığına düçar olmuş mecmualarımızdan ve yazarlarından soğutmak, onların (halkımızın) entellüktüel derinliğini artırmada ve birbirlerine empati ile bakabilmelerini sağlama noktasında dolaylı bir katkı sağlar mı?''

Şu sorunun alternatif medyada bile bu açıklıkla ve cesaretle dile getirilebildiğine şahit olmadım hiç. Geleceğin aydınları nelerle meşgul...

Bu, yüzeysel bir değerlendirme olmayıp gelişen şartların ve gazete köşelerinde serdedilen düşüncelerin iyi okunması ile alakalı farklı bir bakış açısı. Hem de bazı Hürriyet yazarlarının açıkça aşağıladıkları ''göbeğini kaşıyan adamların'', Amerika'larda doktora yapan, geleceğin aydınları olacak olan evlatlarının Hürriyet ve benzeri mecmualarımızı idrak ve algılayış şekilleri...

Arkadaşlarımın ''yazı'' değil, ''sıralı cümleler'' yazıyorlar; ve sığ düşünceler, saldırgan üsluplar sunuyorlar şeklinde nitelendirdikleri köşelerden ve onların temsilcilerinden bahsediyorum elbette.

Hürriyet'in bu acınacak yazılar silsilesine yenilerinin eklenmediği gün yok gibi. En sonuncusunu biliyorsunuz. Özdemir İnce, Richard Falk gibi dünyaca meşhur olan ve saygı duyulan Amerikalı bir bilim adamını ''budala'' ve ''medrese muallimi'' olarak takdim edebildi gariban okurlarına. Böylece 600.000 gazete okurumuz dünyaca ünlü uluslararası ilişkiler uzmanı ve Princeton Üniversitesi mensubu olan bu zatın kim olduğunu, Özdemir İnce'nin zihni derinlik! süzgecinden süzülmüş haliyle bu şekilde tanımış oldular. Artık kahve köşelerinde (hani olur ya) ya da Hürriyet okunan ciddi meclislerde ne zaman Richard Falk'un adı geçse, birileri çıkıp ''ha o mu, ya o adam medrese hocasıdır, budalanın da tekidir'' şeklinde ince bir Özdemir İnce analizi sunabilirler birbirlerine ve böylece ülkemizin entellektüel tartışma meclislerine önemli bir katkıda bulunabilirler.

Bu garabetten ilk Taha Kıvanç (Yenişafak, 22 Kasım 2007) yazınca haberim oldu. Kıvanç ile İnce arasında bir anda parlayan bir tartışma hasıl oldu bildiğiniz gibi. Mesele aslında İnce'nin, Falk'un bir röportajda sarfettiği ''non-religous'' şeklindeki ifadesini ''dinsiz'' şeklinde tercüme etmesi (yanlış bir tercüme elbette) ve bu yanlışın girdabına kapılıp öfkelenerek Falk'u; onun bu tercüme hatasından doğan bir hitabını yanlış yorumlayarak, ''budalalıkla'' suçlamış olmasına dayanıyor. Kıvanç'ı kızdıran da açıkça ifade etmese de bu entellektüel sığlık, yüzeysel yaklaşım ve bunların ürettiği öfke ile birilerine saldırma hali.

Bu çok bariz olan hatasını kabul etmek yerine, tartışmayı devam ettirmeyi yeğledi İnce. Hızını alamayarak ve öfkesinin kurbanı olarak Falk'u bir ''budala'', dünyanın en başarılı bir kaç üniversitesinden birisi olan Princeton Üniversitesini de ''medrese'' olarak nitelendirebildi kendisi. Bu argümanları geliştirirken kullandığı düşünce şekli Hürriyet Gazetesi'nde önceden de izlediğimiz bir yaklaşımla bire bir örtüşüyor. Taha Kıvanç'ın ''sen Falk'u tanıyor musun ki?'' sorusuna verdiği cevaptan alıntılayarak devam edeyim. "Richard Falk'un kim olduğunu çok iyi biliyorum: Zaman Gazetesi'nin kiralık yazarı ve Fethullahçılığın eğitim merkezlerinden Princeton Üniversitesi'nin hocalarından biri..."

Yani Hürriyet yazarının Richard Falk tanımlamasının dayanak noktası ve bu dünyaca ünlü bilim adamını ''çok iyi tanıyorum'' derken kullandığı mantık silsilesi şöyle işliyor: Richard Falk Zaman Gazetesi'nde yazıyor (aslında arada bir yorumları çıkıyor o kadar, takip etmiyor belli); Zaman Gazetesi de ''Fethullahçı''; demek ki Richard Falk da ''Fethullahçı.'' Son çıkarım bana ait. İnce'nin ''Fethullahçılığın eğitim merkezlerinden Princeton Üniversitesi'nin hocalarından biri'' şeklindeki beyanını bu şekilde okumak hiç te yanlış olmaz. Zira, koskoca Princeton Üniversitesi'ni bile arzettiğim mantıki çıkarım yöntemi ile ''Fethullahçı eğitim merkezlerinden biri'' olarak ilan edebilen bir zihniyet, haliyle onun bir profesörünü de (o bu nedenle ''medrese muallimi'' ifadesini kullanıyor) ''Fethullahçı'' olarak kabul etmiş olmalıdır.

Şu entellektüel derinliğe bakın! Şimdi benim arkadaşlarımın Hürriyet yazarlarına neden o şekilde baktığını ve arzettiğim ilginç 'tezleri' hangi halet-i ruhiye ile dile getirdiklerini anlıyor sunuz değil mi?

Bir noktaya daha değinip kapatayım. Eğer ben ve Taha Kıvanç yanılıyor isek ve İnce haklı ise benim Fethullah Gülen'den önemli bir ricam olacak. Amerika'nın en üst düzey üniversitelerindeki kaliteyi ve ilmi başarıyı yakinen bilen bir insanım. Eğer Özdemir İnce doğru söylüyor ise, yani koskoca, anlı şanlı Princeton Üniversitesi sizin bir eğitim merkeziniz ise, sizden ricam; bu ''eğitim merkezinizi'' ve onun ürettiği bilgi ve birikimi en kısa sürede Türkiye'ye de taşımanız. Ülkemizdeki üniversitelerin hali ortada. İlmi skaladaki yerimiz içler acısı. Lütfen dünyanın bu en meşhur eğitim merkezinin kendisini getiremeseniz bile en azından tecrübesini buraya getirin. Getirin de millet ülkede Princeton gibi bir ''medrese'', Richard Falk gibi bir ''medrese muallimi'' görsün.