19 Kasım 2007 Pazartesi

ŞU GARİBAN LAİKLİK!

Not: Bu yazı 23 Kasım 2007 tarihli IV. Kuvvet Medya Gazetesi'nde yayınlanmıştır.


Ne ilginç bir kavram haline geldi şu 'laiklik' kavramı. Yeri geldiğinde önemli bir sığınak ve kalkan, yeri geldiğinde çetin bir mücâdele cephesi, yeri geldiğinde ise siyaset oyununun hayat kurtaran jokeri.

Yıllar önce yayınlanmış ve muhtemelen kendisine Türkiye'nin en büyük üniversitesinin rektörlük kapılarının açılmasına dolaylı olarak katkıda bulunmuş bir çalışmasının çalıntı olduğu anlaşılan, ilgili eseri, Amerika'nın en büyük üniversitelerinden birinin İnternet sayfasında ''dünyada çalıntı eserlere (plagiarism) örnek'' başlıkları altında yayınlanan bir profesörümüz kendisini nasıl savunmuştu? Bildiniz! 'Ben bu ülkede laikliğin teminâtıyım. Dinciler beni yok etmeye; böylelikle laikliğe zarar vermeye çalışıyorlar' bağlamında savunmamış mıydı kendisini? ve görevine devam etmemiş miydi?

Etkili ve uzun vadeli siyasi ve politik hedefler, stratejiler üretemeyen bir kısım partilerimiz ''bizler laikliğin teminâtıyız'' sloganları ile oy toplamaya veyahutta mevcut oylarını korumaya çalışmadılar mı yıllarca bu ülkede? Ne zaman başları sıkışsa ve eleştirilseler 'laiklik elden gidiyor' yaygaraları koparmadılar mı her fırsatta? Böylece bulanık suda avlanmaya devam etmediler mi gözümüzün içine baka baka.

Gelişmiş ülkelerin üniversiteleri, bilginin, teknolojinin ve düşünce özgürlüğünün bayraktarlığını yaparken, bizim bir takım üniversitlerimiz her fırsatta 'laikliğin' bayraktarlığını yapmadılar mı bunca zamandır? Çağdışı 'ikna odaları' ve 'başörtüsü' düşmanlığı' hep laiklik olarak tarif ettikleri; ama aslında laiklikle alakası olmayan bir mücadelenin vazgeçilmez unsurları olmadı mı senelerdir?

Kendilerine gerçek laikliğin tanımı hatırlatıldığında büyük bir çaresizlik içerisinde; ''ama bizim şartlarımız başka!'' demekten öteye geçemeyen 'elitler' başka hangi laik ülkede var Allah aşkına.

Sadece elitlerimiz mi? Halk bile laikliğin nasıl etkili bir silah olduğunu öğrenmedi mi zamanla? Belki bazılarınız hatırlar. Bundan bir kaç sene evveldi. Öğrencilerin otobüsler ile akın akın Anıtkabir ve daha başka turlara taşındıkları dönemlerdi. Bir kaza neticesinde bir şehrimizin kaymakamı gezileri yasaklamıştı da, kazançları bu karardan zarar gören bazı otobüs firmaları çareyi; kararı veren kaymakamı laiklik düşmanı olmakla suçlamakta bulmamışlar mıydı? ve bu suçlamadan sonra kaymakam geri adım atmamış mıydı?

Alın size kendi çevremden bir örnek. Beldemize görevli gelen bir emniyet müdürü bir kaç polisin rüşvet temin etme yollarını engellediğinde, bir anda birilerinin laiklik düşmanı-dinci şeklindeki suçlamalarına maruz kaldı ve sorgusuz sualsiz bir şekilde kendisini Van'da buldu kısa bir süre zarfında.

Farklı bir noktaya gelelim...

Daha bir sene evvel, bebek katili Apo bile laikliğin önemine dair vurgular yapıp mevcut laiklik anlayışımıza mersiyeler düzmemiş miydi?

Peki ya DTP'ye ne demeli...

Daha geçenlerde Abdullah Öcalan'ın avukatlığını yapan DTP milletvekili Hasip Kaplan ''DTP'nin laiklik konusunda bir sigorta olduğunu ve kendilerinin olmadığında Güneydoğu'da şeriatin öne çıkacağını'' (Zaman, 12 Kasım 2007) iddia etmemiş miydi? Meğer ''Güneydoğudaki Kur'an kurslarına, türbana, dindarlığa, toplu namaz kılmalara'' (Zaman, 13 Kasım 2007) karşı olan DTP, TSK ve diğer partiler ile aynı laiklik görüşünü paylaşıyormuş Kaplan'a göre. Bu tam olarak doğru olmasa bile, alıntıladığım bu iddialar laikliğin nasıl silah olarak kullanıldığına dair verdiğim örneklerle uyuşmuyor mu?

Maşallah su gibi bir laiklik anlayışımız var bizim. Hangi kaba koysan onun şeklini ve hacmini alıyor. Kimsenin konulan kabın içi pismi, temiz mi diye baktığı, aradığı yok. Ortalıkta bunca laiklik tabanlı zihni kolibasili hastalığının dolaşmasının nedeni de bu zaten. Bunca garabetin arasında can cekişen, yetim kalmış bir laikliğimiz var bizim. Atatürk'ün yetimi. Bazı Türk filmleri vardır hani. Zengin ve fabrikatör babası vefat edince ortada yetim kalan, aynı anda fırsatçı akrabalarının kendisine miras kalan paraya sahip olmak için çocuğa şirin görünmeye çalıştığı Yeşilçam filmlerini hatırlayınız. Nasıl da birbirleri ile rekabete girer çocuğun etrafındakiler; o çocuğa (dolayısıyla) milyonlara hâdim olabilmek için...

Laikliğin daha tanımı noktasında bile derin algı yanılmalarımız var hâlâ. Mâsum bir duyguyla laik olduğunu iddia eden bir kısım az eğitimli halkımızı mâzur görsekte, kendisini laikliğin 'garantörü' olarak ilan eden 'elit' çevrelerin bu konudaki eksikliğine ne demeli? Bir kısmı henüz doğru bir tanım bile yapamıyor. Bir kısmı laikliği lügâti olarak tanımlayabilse de onun niteliklerine sıra gelince afallıyor. Laikliği anlamış ve asli şekliyle hayatına mâl edebilmiş kişileri ise mum ile aramak gerekiyor. Öyle bir noktaya geldik ki, bir yandan ordumuz diğer yandan ise bir dönem ordunun kendilerine karşı darbe yaptığı bir kısım solcular bugün kendilerini laikliğin garantörü olarak görebiliyorlar. Bu da yetmiyor, gene ordumuzun kendileri ile aktif bir mücadele içerisinde olduğu teröristler bile bu ülkede laikliğin garantörü olduklarını savunabiliyorlar. Bu nasıl bir tezattır anlamak güç. Olan ortada kalan dindarlara oluyor tabi.

Senelerimizi laik-anti laik çekişmeleri eşliğinde geçirmiş olmamız ve ülkemizin değerli senelerini bu uğurda harcamış olmamız gerçeğine bu yazıda hiç girmeyeceğim...

Bakalım Atatürk'ün yetimi laikliğin gerçek manada kim elinden tutacak ve ona hakettiği gibi muamele edecek. Benim tahminim ve öngörüm bu işin de ucundan, ılımlı ve çağı okuyabilen dindar çevrelerin tutacağı şeklindedir. Bu iddiama inanmasanız da bir köşeye not edin. Onlar yetim hakkının ne olduğunu iyi bilirler çünkü. Laiklik; ortalıkta 'laiklik' yaygaraları yapanlara ve 'laik' görünenlere bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir ve Mustafa Kemal'in bize önemli bir yâdigârıdır. Bu böyle biline. 19 Kasım 2007