14 Kasım 2007 Çarşamba

İKİ YENİ TİYATRO ESERİ: HIRSIZ VE KUVVACI PEYGAMBERLER?

Bu yazı 15 Kasım tarihli IV.Kuvvet Medya Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

Şöyle kafamızı geriye doğru bir yaslayıp sakince düşünsek, ülkemizi son zamanlarda meşgul eden kaç tane gündem maddesi sayabiliriz? Genel seçimlere yaklaştığımız dönemleri hatırlayın. 367 krizleri, Sezer-Hükümet atışmaları, Baykal'ın ''kan çıkar'' tehditleri, Apo polemikleri, İlhan Selçuk-MHP düetleri, Cumhurbaşkanlığı seçimleri, mantar gibi ortaya dökülen kuvvacı! ve vatansever! hareketler ve tekrar seçime giden bir ülke...

Anlayacağınız eğlence parkına dönmüş bir ülkemiz var bizim. Hani parklarda hızlı giden raylı arabalara binmeden önce yapılan uyarılar vardır: Hamile bayanlar ve kalp rahatsızlığı olanlar binemez diye. Yakında ülkemiz televizyonlarında da benzer uyarılar yayınlanmaya başlarsa hiç şaşırmayın: 'Şimdi haberler! Lütfen hamile bayanlar ve kalp rahatsızlığı olanlar izlemesin'.

Az önce arzettiğim seçim öncesi sıkıntılar bazı arkadaşlarımı öylesine daraltmış olmalı ki, ''hele şu seçimleri bir atlatalım, memleket yoluna girer'' sözleri ile kendilerini rahatlatıyorlardı. ''Durun asıl herşey o zaman başlayacak'' dediğimde ise beni bir felaket tellallığı ile suçlamadıkları kalmıştı.

Peki hâlihazırda memleket ne durumda? Seçimin hemen ardından tam Cumhurbaşkanımızı da seçtik, herşey yoluna girer dediğimiz bir anda, terör aniden patlak verdi. Son 15 senedir 30.000 evladını teröre kurban vermiş bir ülke, 14 şehit verince son 15-20 senenin hıncını çıkarırcasına dünyayı ayağa kaldırdı. Yaşanan bu gelişme karşısında bazı gazetelerimiz Genel Kurmay'ın hatta Meclisimizin yetkilerini ellerine alıp! 'Ordular! İlk hedefiniz Kuzey Irak'tır' emirleri neşretmeye başladılar.

İşte tüm bu stres yüklü hadiseler devam ederken; ben, dikkatlerinizi başka bir yöne çevirmek, sizleri ibretlik bir vâkıa ile düşündürmek; komik başka bir gelişme ile de gülümsetmek istiyorum.

İki tiyatro eserinden bahsedeceğim sizlere. Yalnız, bu eserlerden birisi gerçek, diğeri ise 'eser adayı'; birisi sahnelere yansıdı, diğeri gazete sayfalarına. Birinci tiyatro eserimizin adı ''Hırsız.'' Hırsız'ın konusu gerçek bir hayat hikâyesinden alınma. Yani oyunun konusu olan hırsız, bizzat aramızda yaşayan; adıyla sanıyla bilinen bir zât. Bu hırsız ile ilgili haberler ilk kez gazetelere düştüğünde bile dikkatimi çekmişti. Türkiye'nin değişik vilâyetlerinde hırsızlık yapmış olan bir kişi, gördüğü bir rüyânın etkisi ile pişman olmuş ve ardından çalışıp biriktirdiği para ile eskiden mekan tuttuğu vilayetleri tek tek dolaşıp, mallarını çaldığı kişilere borcunu ödemeye başlamış. İşte bu gerçek hayat hikâyesinin bir tiyatro oyununa dönüştürüldüğünü geçenlerde Nedim Hazar (Zaman, 13 Kasım 2007) yazmasa bilemeyecektim. İstanbul'da yaşıyor olsa idim, bu ilginç ve ibret dolu hayat hikâyesinin Fırat Kültür Merkezi perdelerine aksedişini asla kaçırmazdım.

Diğer eserimiz de İstanbul'dan. Kadıköy'e gidiyoruz bu sefer. Ama Haldun Dormen Tiyatrosuna değil; kuvvacı bir derneğin aktörlerinin kendi derneklerinde ve basın mensupları önünde sergiledikleri, ''bu söylediklerimizi yayınlamazsanız Allah'ın gazabı üzerinizde olsun'' tehditleri ile de izleyenleri selamladıkları bir parodiye... Adı konmamış, gerçek yaşamdan, ayrı bir kesit. Tiyatro eserine dönüştürülür umudu ile ismini ilk ben koyuyorum: 'Kuvvacı Peygamberler'. Arz edeyim...

Zaman Gazetesi'nin (12 Kasım 2007) haberine göre, Kadıköy'de bulunan bir kuvvacı! teşkilatın başkanı olan Hüseyin Görüm, ''kendisine cennetten bir yaprak geldiğini'' iddia etmiş ve ''yanındaki iki kişiyi Hz. İsâ ve Hz. Musa'' olarak tanıtmış. Az önce arzettiğim tehditvâri kapanıştan hemen önce çok ilginç bir senaryo ile çıkmışlar; kendilerini merakla izleyen basın mensuplarının karşısına. Haberden okuduklarımdan ve çekilen fotoğraftan yaptığım çıkarımlara göre, dekor muhteşem. Kuvvacı başkanın bir elinde 99'luk tesbih, diğer elinde enteresan bir sopa (asa demeliydim belkide), masasında ise Kur'an. Konjektüre uygun bırakılmış sakal, bir kuvvacıya! yakışır bordo bere ve kafaya takılmış kuş tüyü... Ya! birazdan başkanın, ''İsa, Musa'' şeklindeki çağrısına uyup odada arz-ı endâm edecek olan iki zât-ı muhteremin! etvârına, endâmına ne demeli. Birer peygamber olarak takdim edilen Musa'nın ve İsâ'nın koltuk altlarında birer Kur'an.. Musa, gayet haşin bakışlı, delikanlı, civanmert edâlı; İsâ ise İsâ Peygamberin mülâyim kişiliğinden esinlenilmiş olsa gerek!, kafa önde, eller bağlanmış vaziyette, masum... Saçlarının uzun olması detayına kadar işlenmiş tabi.

Kuvvacı başkanın odaya çağırdığı ve Hz. İsâ ile Hz. Musa oldukları iddiâ edilen kişilerin meslekleri de belirlenmiş; biri marangoz, diğeri su tesisatçısı. Hani Peygamber mesleğidir ya zanaatçılık...

Dekoru bu kadar güzel düzenlenmiş bir parodinin ne yazık ki senaryosu o kadar başarılı olmamış. Hani tiyatro eleştirmeni ya da din uzmanı olduğumdan değil; ama bir kaç hatayı buradan kendilerine hatırlatayım. Belki eserin sonraki versiyonları daha gerçeğe yakın olarak piyasaya sürülür.

Başkanın ifadelerinden anladığımıza göre, odanın ortasında kuvvacı başkanımızın sağ ve sol yanında temessül! etmiş bulunan İsâ ile Musa ''peygamberler'' meğer ''insanlık için çok önemli'' olan, Hıristiyanlık ve Yahudilik alemlerinin kendilerini bekledikleri (bu ima ediliyor) İsâ ve Musa imişler. Şu ifadeler Hüseyin Görüm'e ait: ''Hıristiyan âlemi Pontus Pontus diye tutturdu çünkü biliyor ki Hz. İsa orada doğacak. Evet İsa orda doğdu elhamdülillah ama iki denizin birleştiği İstanbul'da büyüdü. Ey Yakup oğulları, ey İsrail oğulları siz de biliyordunuz Hz. Musa iki denizin birleştiği yere kadar geleceğini. Ve Musa'nın Kadıköy'de doğacağını biliyordunuz. Evet Musa Üsküdar'da doğdu. Elhamdülillah.''

Efendim, benim senaryo eleştirmenliği işte burada başlıyor. Anlatayım... Hem Hıristiyan alemi hem de İslam alemi Hz İsâ'nın (ya kişi ya da akım şeklinde) hep Diyâr-ı Şam'dan çıkacağını bekledi durdu bugüne kadar. Anlaşılan o ki, İsâ'nın mevcut sınırlarımız; hatta Misâk-ı Milli sınırları dışında bir yerden zühurunun bekleniyor olması kuvvacı milliyetçilerimizin gücüne gitmiş ve onu ''Pontus'dan'' (bizim Karadeniz bölgesinden) çıkarmışlar ve sonrada onu alıp İstanbul'a iki denizin birleştiği yere (Hıristiyanların böyle bir beklentisi olmadığı halde) getirmişler. Asıl İslami kaynaklarda da geçen ve iki denizin birleştiği yere seyahat ettiği düşünülen kişi Musa Peygamber. Onun da yeniden doğacağını iddia eden hiç bir din yok şu yeryüzünde. Bırakın tekrar doğmasını, Mesih gibi tekrar döneceği şeklinde bir beklenti bile mevcut değil Yahudilik inancında. Bekledikleri biri var elbet Yahudilerin; ama bu Musa değil. Beklenen kişi daha çok; bir kurtarıcı (savior) değil de, kutsayıcı (anointer) olacağı düşünülen (bir çeşit düzen getirici) ve bir geri dönüşün neticesi değil de, direk olarak Davud ve Süleyman soyundan gelecek olan bir kral/lider/akım.

Bunlara ilave olarak, iki denizin birleştiği yere hem İsa'yı hem de Musa'yı getiren bizim kuvvacılar bir noktayı daha ıskalamışlar. İslami kaynaklara göre bile hareket etseler! seçtikleri yeri Kadıköy-Üsküdar hattından değil de, Beykoz-Yuşâ tepesinden; yani Karadenizin Boğaza bağlandığı yerden seçseler daha uygun olurdu. Zira Kur'an'da da anlatılan (Kehf suresi) ve Musa Peygamber ile yeğeni Yuşâ tarafından gerçekleştirilen seyahat bu tepeden başlamış, Ayasofya civarına sarkmıştır çünkü (Hüseyin Hatemi, Yenişafak 20 Ağustos 2006).

Kuvvacı örgüt benim 'Kuvvacı Peygamberler' ismini verdiğim tiyatro eserini (ya da adayını) bu nedenden ötürü kendi Kadıköy şubelerinde değilde Yuşa tepesinin güzel manzarasına mukabil sergilese idi bu daha otantik (gerçeğe yakın) olurdu; az önce arzettiğim senaryo kusurları düzeltilmiş, rütuşlanmış bir şekilde tabi.

Daha önce silah üzerine yemin törenleri ve hâin listeleri düzenlemek ile gündeme gelen kuvvacılarımız! neye hazırlanıyorlardır dersiniz? Acaba yeni bir 'Aczimendi' hareketimiz mi olacak? Hani 28 Şubat döneminde bir anda aramıza teşrif buyurmuş, bir yıl içinde kayıplara karışmış olan oluşum. Bunu bilemem; ama şu soruları da sormadan geçemeyeceğim: Üyelerine silah üzerine ve ''Türk anadan, Türk babadan...'' ifadeleri ile başlayan yeminler ettiren bir örgüt, ahir zamanda vadedildiği gibi aramıza dönmüş! bulunan İsâ ve Musa'nın Yahudi kökenli olmaları sorununu nasıl halletti onları aralarına katarken? İkinci sorum: Ülkemize teşrif buyurmuş olan bu iki Peygambere nasıl bir görev tevdi edecekler? Sizler tavsiyeme uyup bu yoğun gündemlerin boğuculuğunda bu iki yeni tiyatro eserinden hangisini izlemeyi tercih edersiniz bilemem; ancak güvenlik birimlerimizin ikinci oyunu mutlaka takip etmeleri gerekiyor. Sözlerimi bizim kuvvacı, peygamber müjdeleyicisi başkanın sözleri ile bitireyim: ''Ya Rab uyandır, uyandır.'' 14 Kasım 2007