Bu yazı 10 Mart 2016 tarihinde Yeniyön.tv de yayınlanan köşe yazısıdır.
Bunun sonucunda sanal bir yaşam tarzı oluşmaya başladı. Artık birçok insan zamanının önemli bir kısmını arkadaşları ve ailesi ile değil; bu sanal alemlerde ekran başında geçiriyor.
Artık normal bir insan bile fikirlerini, kendine ait bir anıyı veya görüntüyü, aynı anda farklı platformlarda dünya çapında bir çok insan ile paylaşabiliyor. İnternet ortamında yaptığı bir paylaşımdan dolayı, bazen kısa süreliğine bazen de kalıcı olarak meşhur olabilen insanlar çıkıyor. Bu da daha çok insanın; daha çok paylaşım yapma yönünde iştahını kabartıyor. Böylece sosyal medya onların nazarında câzibesini artırarak, onları daha da çok içine çekiyor.
Bu gidişattan istifâde edenler sadece vatandaşlar değil elbet. Bu müthiş dinamikten artık şirketler, politikacılar; hatta istihbârat örgütleri bile değişik şekillerde yararlanıyorlar. Sosyal medya kullanıcıları; şirketler için milyar dolarlık büyük bir reklam ve satış pazarını, politik partiler için önemli bir propaganda zeminini, istihbarât örgütleri içinse 5. kol faaliyet alanını temsil ediyorlar.
Günümüzde sosyal medya artık bağımlılık oluşturan, insanların yalnızlık duygularını ya tatmin eden veya onları iyice toplumdan soyutlayan ve asosyalleştiren bir ortam hâline geldi. İnternet ve sosyal medya bağımlılığı, oyun oynama bağımlılığı ile birlikte, bugün psikiyatri merkezlerinin ilgi sahasına girmiş durumda.
İnsanların bu yeni teknoloji ile olan etkileşim şeklini, en azından geldiği boyut itibarıyla, onun para ile olan ruhsal ilişkisine benzetiyorum. Hani nasıl önce insanlık hayatı kolaylaştırsın diye parayı yaptıysa ve para da zamanla onu şekillendirmeye yeltendiyse; teknoloji ile olan ilişkimiz de benzer şekilde gelişiyor.
Sanırım ürettiği şeylerin zamanla esiri olmak, ondan etkilenmek insanın doğasında var. Altını bir maden olarak keşfedip ona bir değer atfeden insan, zamanla kendi değerini topraktan çıkardığı altın ve bastığı para ile ölçmeye başlıyor; ilişkilerini ve ihtiyaçlarını ona göre tanımlar hâle geliyor.
Aynı refleksi; dizayn ettiğimiz şehirler ve oluşturduğumuz kültürel dokular hakkında da söylemek mümkün. Bizler kendi ellerimizle inşâ ettiğimiz şehirlerin ve kendi sosyolojimiz ile ürettiğimiz kültürlerin de zamanla esiri veya ürünü olabiliyoruz.
Aynı bunun gibi; genel olarak teknoloji, özel olarak da İnternet ve sosyal medya teknolojileri ile olan ilişkimiz de benzer şekilde ilerliyor. Yani sürekli gelişerek ilerleyen bir insanî keşif çizgisi; hayatı kolaylaştırma amacını ve sürekli artan ‘ihtiyaç’ dürtüsünü merkezî güç haline getirerek, o merkezin etrafında; zamanla insanın sosyal yönünü ve ruhunu içine hapseden, onun sınırını, alanını belirleyen bir daire çiziyor ve böylece onu çevreleyen bir döngü oluşturuyor. Bu daire çok az insan için velud (doğurgan-üretken) bir daire olurken; çoğu insan içinse onu içine hapseden fasit bir daire (kısırdöngü) meydana getiriyor.
Para örneği ile devam edelim… ABD’li gazeteci yazar Sydney Harris, ‘’insanın yaptığı sahte paralar kadar, paranın da yaptığı sahte insanlar’’ vardır der. Bu, bahsettiğim; metanın bizleri dönüştürme gücüne ve içine hapsettiği fasit daireye işâret eder.
Antik Çağ Yunan şairi Sophokles ‘’insanoğlunun hiçbir icadı, para kadar fesat verici değildir’’ derken belki de bu gerçeği haykırıyordu. Aynı şekilde Bernard Shaw, ‘’parayı köleniz yapın, yoksa efendiniz olur’’ derken, aynı sosyolojik fasit daireye atıfta bulunuyor olmalıydı.
Benzer şekilde şimdilerde bizler de, sosyal medya aygıtlarının, Facebook, Twitter, İnstagram, Periscope…, bağımlısı haline geliyor; kendimizi orada ifâde etmeye çalışıyor, artık hayatımızı oradan yansıttığımız şekliyle yaşar hâle geliyoruz. Sanki orada kendimize yeni bir kimlik inşâ ediyor ve benliğimizi orada oluşturmaya çalışıyoruz.
Bu tam da; J.J.Rousseau’un, ‘’eldeki para hürriyetin âletidir; fakat peşi kovalanan para, tam tersine kölelik âletidir’’ ifadesindeki hakîkate benziyor. Doğası gereği; bilgiye ulaşım ve kendimizi ifâde etme kanallarını çoğaltarak özgürlüğümüzü artırma kaabiliyeti olan sosyal iletişim kanallarını, onu sadece bir araç olarak görüp ‘velud’ amaçlar için kullanabileğimiz bir âlet olmaktan çıkarıyoruz. Onu bir amaç haline getirip (ihtiyaç-lüks-gösteriş-kendimizi gösterme duygusu vb.) kendimizi artık onun için yaşar bir konuma sokuyor; kendimizi âdetâ modern bir köleliğin; bir teknoloji bağımlılığının (esaretinin) kucağına atıyoruz.
Yani Alexandre Dumas’ın ifâdesiyle; nasıl ‘’para iyi bir hizmetçi, kötü bir efendi’’ ise, modern köleliğimizin efendileri hâline getirdiğimiz bu teknolojik araçlar da bizler için hayatı kolaylaştıran iyi birer hizmetçi olmaları gerekirken, bizi kendine bağlayan kötü bir efendimiz konumuna geliveriyorlar.
Üzülerek söylemek gerekir ki; insanoğlu kendi ürettiği bu iletişim ağlarının tesirinden kurtulamadığı müddetçe, sosyal olma yönünü iyice yitirecek ve gittikçe daha çok yalnızlaşarak kendi ruh dünyasına ağır bir darbe daha vuracaktır. Ümid edelim ki Sophokles’in para’ya atfettiği fesat verici özellik zamanla sosyal iletişim ağları için de söylenir hâle gelmesin!
‘’Paranın öldürdüğü ruh, kılıcın öldürdüğü bedenden fazladır.’’ derken çok haklıdır İskoçyalı şair ve yazar Walter Scott. Umarım şimdiki nesiller ‘’sosyalleşelim’’ derken sosyal yaşamdan daha fazla koparak yalnızlaşmaz; kişiliğini ve hayatın gerçekliğini sanal bir dünyada arayarak ruhunu öldürmez…
Gelişmiş ülkeler artık savaşlarını bile medya aracılığıyla ve bilgi savaşları zeminine kaydırırken; kısaca bilgi üretmenin, yönlendirmenin ve sentezlemenin en büyük güç haline geldiği dönemlerde yaşıyorken, bu süreci iletişim ve tüketim kanallarının kölesi, esiri olmuş, düşünemeyen, irdeleyemeyen, sentezleyemeyen nesillerle karşılamak bir ülke için hiçte iyi bir akıbet olmasa gerek. Zaten bu tarz bir hipnozla uyuşmuş, işlenmemiş beyinlere sahip bir nesil yaşlandığında, artan Alzheimer vak’alarıyla topluma yeterince yük de olacaktır.
Sosyal medya kanallarının röntgeni çekildiğinde bu zihinsel ve ruhsal bozulmanın en belirgin göstergesi olarak göze çarpan ‘’troller’’ ve ‘’trolleşme’’ konusu ile devam edeceğiz.