31 Aralık 2015 Perşembe

BATI DÜNYASI, İSLÂM, KAOS VE SAMİMİYET SINAVI

Bu yazı 15 Aralık 2015 tarihinde Yeniyön.tv de yayınlanan köşe yazısıdır.


Hayatı kendisine ve başkalarına zehir etme konusunda son derece mâhir olan insanoğlu, kan ve ızdırap ile yoğurduğu 20. yüzyılın ardından 21. yüzyılda da pek iyi bir insanlık sınavı vereceğe benzemiyor.

Yüz yıl içerisine yüz milyonlarla ifâde edilen sayıda ölüm sığdırdık.

Güç, kaynak ve hırs uğruna çıkan savaşlarla,

Rejim tesis etme veya koruma adına yapılan katliamlarla,

Enerji hatlarının kontrolü adına çıkarılan ülke içi karışıklıklar ve iç isyânlarla,

Diktatörleri ve onların çıkarlarını, konumlarını koruma adına verilen mücâdelelerle veya üretilmiş yapay tehditlerle,

Batı’nın ve onların kuklaları olan diktatör, Tiran, kral, Muhâberat ve Baas marifetleriyle,

Daha çok kazanç uğruna kirletilen veya haksızca sömürülen yeraltı ve yerüstü kaynaklarının etkisiyle açlık ve kirlilik dolayısıyla oluşan hastalıklar ve ölümlerle…

Yüz milyonlarca mâsum insanı katlettik ve 21. yüzyıla da aynı havada girdik.

Tarihteki savaş ve mücâdelelerin eğer tamamı değilse de bir çoğu hep güç, hırs ve açgözlülüğe dayalı ekonomik nedenlerden kaynaklanmıştır.

İçinde bulunduğumuz şu günlerde insanlık tekrar ciddî bir dar boğazın kapısına gelip dayandı. Artık 3. Dünya Savaşı’nın başlama ihtimâlinden söz ediyoruz. Başta Orta Doğu olmak üzere dünyanın her yerinde; ağırlıklı olarak da Müslüman coğrafyalarda hep kan, zulüm ve gözyaşı hâkim. İnsanın yaratılacağını ilk kez haber alan meleklerin; “Orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?’’ derken ki endişelerinde sanki bu yüzyıla uzanmış bakışların hüzün dolu izdüşümlerini görürüm hep.

Birçok yerde vatanlar terkediliyor. Terör, tıpkı bir kanser hücresi gibi onların terk ettikleri yurtlarında, enerji kaynakları üzerine çöküp yerleşiyor ve kaos planlayıcılarına yeni kazanç kapıları sağlıyor.  

Şimdilerde insanlık Suriye ve İŞİD terörü üzerinden yeni bir bataklığa çekilmek üzere.

Dünya’ya kaos ile nizâm vermeye ve onu kontrol etmeye and içmiş bir ‘üst akıl’ adetâ çıldırmış vaziyette; her yerde fesat çıkarıyor. Kur’an’da ifâdesini bulan şekliyle; ‘’Biz barışçılarız; ve ortalığı düzeltmeden başka bir işimiz de yok!’’ diyerek saldırıyor pervâsızca her yere.

Bu kaos teorisyenlerinin en büyük mahâretleri ise şöyle özetlenebilir;

Kaos oluşturarak istikrar beklentisi;

Düşman ve tehdit oluşturarak korku atmosferi;

Bu korkuları sürekli canlı tutmak suretiyle de bir koruyucu ihtiyacı oluşturmak ve o koruyucu sıfatıyla da kendi düzenlerini idâme ettirmek veya değişen şartlara göre yeni dizaynlar gerçekleştirmek.

Bu saldırgan ve yayılmacı tavrın en büyük mağduru Müslüman coğrafya olurken yine en büyük destekçileri de Müslüman toplumların kendi içlerinden çıkardıkları; zaaflarının esîri olmuş; ya bizzat münâfık veyâhuhtta münâfık karakterli liderler, tiranlar, krallar ve daha nice zâlimler; kısaca zamanın Yezidleri ve onların emellerine oyuncak olup, silah ile dünyaya İslâm getireceğini zanneden serserî cahiller güruhu; yani Hadis-i şerifin işaretiyle; ‘Cehennem köpekleri!’

Süreçte Müslümanlar din ile sınav oluyorlar; ona sahip çıkmayarak, onun özünden uzaklaşarak. Evet! Dinin özünden uzak yaşıyoruz. Onu kendi kültürel öğelerimiz ve nefsi hastalıklarımızla, ayrıca imandan uzak olan bozuk, hamasî ve şeklî anlayışlarla kirletiyoruz. Temsil kaabiliyetimiz ise hiç yok.

Hâl böyle olunca; Batı dünyasını da benzer taktiklerle tesiri altına almış olan o üst akla karşı elimiz kolumuz bağlı kalıyor. Özünden kopuk bir şekilde, temsil kaabiliyeti olmadan, medenî Batı insanına ne derdimizi, ne isyanımızı ne de sıkıntılarımızı anlatabiliyoruz. Bu uğurda yola çıkmış ve sistem geliştirmeye çalışan Hizmet hareketi gibi oluşumları da yaptıkları diyalog çalışmalarından dolayı küfür veya ihânet ile suçlayıp ayaklarına çelme takmaya çalışıyoruz.

Büyük kaosun planlayıcısı olan akıl da bunun böyle olmasını istiyor zâten. Zîrâ en istemediği şey, manipülâsyonları ve illüzyonları etkisiyle kandırdığı Batılı ve Doğulu insanın uyanması. Çünkü bu kişilere göre; hep bir medeniyetler çatışması yaşanmalı ve sürekli olarak düşman üretilmeli.

Önceleri komünizm düşman idi; şimdilerde cihatçı ‘’İslâmî’’ terör. Hattâ yaymaya çalıştıkları anlayışa göre İslâm, sadece terörist yetişmesine olanak sağlayan; bozuk, ezilmeye mahkûm bir inanış sistemi; bir hastalık. Elindeki müthiş medya illüzyonu ile Batı insanının kafasına sürekli bu korkunun tohumlarını ekiyor; bunun temîni adına da kendi besleyip büyüttükleri İŞİD ve El Kaide gibi örgütlere Avrupa başkentlerinde eylemler yaptırarak o korkuları hep canlı tutuyorlar.

Bir yandan İslâm coğrafyasında Yezidler ve Tiranlar eliyle çıkardıkları fitnelerle Müslümanları kutuplaştırıp birbirine kırdırırken, diğer yandan da Batı dünyası ile gerçek Müslüman kitleler arasındaki mesâfenin ve kutuplaşmanın daha da artması adına canla başla gayret sarfediyorlar. Bunda da büyük ölçüde başarılı oluyorlar.

Geldiğimiz noktada artık Batı ve onu medenî yapan değerler bütünü de İslâm üzerinden bir samimiyet sınavından geçiyor. Kendi ülkesinde demokrasi ve huzur isteyen Batı, konu başka coğrafyalar olduğunda diktatörlükleri destekleyebiliyor ve oralarda huzursuzluğun garantörü olabiliyor.

Bir samimiyet sınavını da ‘cihad’ ve ‘terör’ kavramları üzerinden veriyor. Kendilerini gittikçe artan oranda tehdit eden ‘’İslâmcı’’ terör karşısında; ‘’peki İslâm barış diniyse o zaman tüm teröristler neden hep Müslümanlardan çıkıyor’’ diye soran Batı ve medyası; ‘’İslâm barış dinidir’’ ve ‘’terörist Müslüman olamaz’’, ‘’terörün bitmesi adına gelin birlikte çalışalım’’ diyen Hizmet hareketi gibi ılımlı Müslümanları dinleme noktasında çekingenlik sergiliyor. Böylece, bir buçuk milyar Müslüman arasından çıkan çok az sayıdaki teröristin sesinin daha çok çıkmasına ve onların Müslümanları temsil eder bir konuma gelmesine zemin oluşturuyorlar.

Elbette bunda az önce işâret ettiğim kaos planlayıcılarının medenî Batı insanının gözleri önüne çektikleri setlerin etkisi de var. Onlar da herşeyi net olarak göremiyorlar. Bakışlar bulanık! Medyatik bir illüzyonun ve korkuya bulanmış bir propagandanın esîri durumundalar. Ancak herşeye rağmen, onlar arasında da önemli bir kesim artık gerçekleri görmeye başlıyor.

Bugün Suriye mültecîleri ve artan terör eylemleri konusunda Batı başkentlerinde yaşanan tartışmalara bakın; her şeye rağmen hâlâ sağduyulu kalabilen bir çok ses işiteceksiniz. Haftalık klise ayinlerinde ‘’İslam barış dinidir’’ şeklinde konuşmalar yapan din adamları bile var. Kaos planlayıcılarının, Batılı ülkelerde faşist reflekslerin artması ve ırkçı aşırı sağ partilerin dizginleri ele geçirmesi adına her türlü manipülâsyonu ve algı operasyonunu yapmalarına ve bunda da önemli ölçüde başarılı olmalarına rağmen, bu sağduyulu kesimlerin varlığı benim geleceğe dönük beklenti ve ümitlerimi artırıyor.

Bu bölünmüşlük, kaos ve kan deryâsı içinde yüzerken; insanoğlunun kendi planlaması ile bu sıkıntıların üstesinden gelebileceğini sanmıyorum. Ancak, her kesimde az sayıda bulunan sağduyulu ve özverili insanların samimi ve ihlâslı gayretleri, duaları ve mazlumların âhı neticesinde Lutf-u ilâhî tecelli eder ve kaos planlayıcılarının ve onlara hizmet eden Tiranların tuzaklarını başlarına çalarsa, insanoğlunu güzel günler bekleyebilir ve kötü başlayan 21. yüzyılın kör ve makûs talihi düzelebilir; yerini aydınlık ve huzurlu günlere bırakabilir.

Ben insanlıktan hâlâ ümitliyim!