Bu yazı 24 Kasım 2015 tarihinde Yeniyön.tv de yayınlanan köşe yazısıdır.
‘AK Parti ve Ergenekon Neden Yargılanmalı?’ başlığı altında dört yazılık bir seri ile konuya çerçeve çizmeye çalışmıştık. Ana hatları ile özetleyerek daha genel bir perspektiften devâm edelim.
İttihatçı gelenekten
gelen Ergenekon yapılanması ve İslâmcı gelenekten gelen ama sonradan son derece materyalist, oportunist
(fırsatçı) ve pragmatik davranan ve bir çıkar sağlama aygıtına dönüşen AK Parti
oluşumunun ortak bazı özellikleri var:
(1) Kendi siyâsî ajandası ve çıkarları uğruna ülkeyi bir hırsın, mâceranın ve hukuk dışı uygulamaların cenderesine
sokmakta beis görmeme,
(2) bunun temîni adına gerekli olan devletçilik
anlayışını ikâme ve idâme etme,
(3) bu uğurda gerekli
polemikleri üretme, her türlü propaganda araçlarını ve manipülâsyon tekniklerini etkin bir şekilde
kullanma,
(4) bu araçları
baskı ve zulüm aracına dönüştürürken hukukun sınırlarını, üretilen
‘’gereklilikler’’ üzerinden zorlama ve onu kontrol etme,
(5) ‘kaos ile
dizayn’ gerçekleştirmek amacıyla önce bir istikrâr boşluğu oluşturup ardından ‘istikrâr’ tesis ederek ‘vazgeçilmezlik’ elde etme
ve bunu yeni siyâsal dizayn
yolunda yapılacak hukuk ihlâllerinin
gerekliliğine bir iknâ aracı
olarak kullanma,
(6) sürekli
düşman üreterek, bölerek, ayrıştırarak, ötekileyerek yönetme.
Bu bağlamda, her iki oluşum da, uygulamalarında bazı yöntem
ve ton farlılıkları olsa da, toplumu kamplara ayırdı ve onları gerek korkutarak
gerekse de birbirleri ile çarpıştırarak temsil ettiği devlet gücünü ‘otoriter
koruyucu’ ve ‘istikrârın sağlayıcısı’ olarak ikâme etti.
Ergenekoncu gladyotik zihniyet, toplumu Kürt, Türk, lâik,
dinci, Alevî, Sünnî, sağcı, solcu vb. kimlikler üzerinden birbiri ile çatışan
fraksiyonlara böldü. Devleti illegal işlerin ve fâili meçhul cinayetlerin içine
sokarken bile herşeyi ‘’devletin bekâsı!’’ için yaptı. Dış ve iç düşmanlar
üretti. Atatürkçülük, Kemalizm, sonrasında da Ulusalcılık anlayışları altında siyâsî ve toplumsal mühendislikler yaptı.
AK Parti de zamanla bir çıkar örgütüne dönüştü ve
yolsuzluklara bulaştı. Bunların örtülmesi adına da Ergenekonla kenetlenerek
devletçi bir zihniyete büründü. Ona yeşil bir entari hediye ederek gönüllü
Truva atı olmayı kabul etti. İnananlarını ise güya ‘şeriatı sağlamak’ maksadıyla;
kayıt dışı maddi güç elde etmenin ve illegal faâliyetlerin gerekliliğine
inandırdı. Artık herşey ‘dâvâ’nın, ‘hilâfete’ gidecek yolun güç taşlarını
döşemek uğruna yapılıyordu! Buna itirâz eden her ses; ‘tek lider’ Erdoğan’a
karşı darbeye teşebbüs eden bir hâin, ajan, dış güç piyonu îlân edildi. Bu
uğurda Müslüman gruplar arasına bile nifak sokmaktan çekinilmediği gibi toplum
iyice kamplara ayrıştırıldı. Adâlet sistemi Erdoğan’ın ve Saray’ın irâdesinin
tutsağı edildi. Basın susturuldu ve özel kurumların mallarına tıpkı eskinin
Varlık Vergileri gibi hukuksuzca el konulmaya başlandı.
Tüm bu uygulamalar Ali Ünal’ın iddiâ ettiği gibi devlet
trenini rayından çıkardı. Kayıt dışı Arap sermayesi ile ayakta tutulmaya
çalışılan ekonomi balonu patladığında; adâlet ve eğitim sistemleri dumura
uğratılmış, yasama-yürütme-yargı dengesi hercümerç edilmiş ve bir sürü suça
bulaştırılmış devlet aygıtı iflâs edecek. O dibe vurma anı yaşandığında
birbirine düşman hale getirilmiş, câhil bırakılmış, vicdânen ve ahlâken çökmüş
ve özgüvenini yitirmiş toplum fertlerinin birlikte o hasarı onarma
kaabiliyetlerinin de köreltilmiş olduğu anlaşılacak. AKP’nin sahneden çökerek çekilmesi ile Ergenekon, devlet yularını bir
darbe veya ‘gerekli koşul’ ile tekrar ele geçirip ülkeyi daha karanlık bir
noktaya getirmezse bile; burada resmini çizdiğim şartlar, altından kalkılması
çok güç bir kaos ve istikrârsızlık ortamı oluşturacak.
Bu bir ülkenin başına gelebilecek en kötü belâlardan birisi
ve bir dibe vurma durumudur. Bu tarz dibe vurmalar her toplumun başına
gelebilir. Bir lütfu ilahi tecellisi olarak o topluma yeni bir şans verilebilir.
Sebepler bazında ise o toplumda birtakım dinamik ve kaabiliyetlerin
tohumlarının olması gerekir. Bunun sağlanabilmesi içinse o toplumda; yozlaşmış,
rüşvetçi, rantçı, spekülator, hırsız, zâlim, ahlaksız idarecilere ve zümrelere
karşı direnen bazı fertlerin olması ve zamanı gelince de onlardan hesap sorma
yetenek, niyet ve dirâyetini sergilemeleri gerekir.
Batı, siyâsî, ekonomik ve ahlâkî bir dibe
vurmanın ardından üzerindeki Ortaçağ zulmüne baş kaldırmış ve Rönesans’ın
ışığını yakabilmiştir. Daha sonra ise 1. ve 2. Dünya savaşları ile dibe vurmuş
ve faşist idârelere direnerek ve onları tarihten silerek bir arada yaşama
zeminini tesis edebilmiştir. Amerika, kölelik gibi bir zulme bulaşmış ancak
hatalardan ders alabilme yeteneği sâyesinde bir iç savaş ile dibe vurduktan
sonra birlikte yaşamayı bilen bir süper güç haline gelebilmiştir.
Bizler şimdilik o
noktada olamadığımız için hâlâ İttihatçı macerâcıların gemisinde kürek çekerek
hayatımızı sürdürüyoruz. Ermeni tehcîrinde yapılan yanlışları bugünkü
nesiller olarak savunmakta ve başkalarının tezlerine karşı bir antitez
geliştirmekte zorlanıyor, sadece onların tezlerine küfrediyoruz. Varlık vergisi
gibi bir zâlimlik ve hırsızlığı yargılamadığımız için o kiri üzerimizden
atamıyor, bugün AKP ile aynı suçu tekrar işliyoruz. Ergenekonvârî örgütlerin
ardında bıraktığı binlerce fâili meçhulü, kendi halkımıza yapılan zulümleri ve
asit kuyularında kaybolan hayatları yargılamadığımız sürece onların kiri de
gelecekteki nesillerin üzerine yapışacak. AK
Parti’nin tüm yolsuzlukları, halkı kamplaştırıp bölmesi, oy uğruna Müslümanlar
arasına soktuğu büyük fitne, komşu ülkelerle yıkılan ilişkiler, silah
kaçakçılıkları, İŞİD ve benzeri terör gruplarına verilen destek gibi bir çok
suçun da hesabı sorulamadığı takdirde bizleri yakın gelecekte çok büyük
sorunlar bekliyor olacak. Rayından çıkan bir devlet sistemi ile de bunun
altından kalkılması adetâ imkansız olacak.
İşte tüm bu nedenlerden ötürü hem AK Parti hem de Ergenekon
türü yapılardan kanunlar çerçevesinde çok ciddî hesaplar sorulmalı ve
sorumlular cezalandırılmalıdır. Aksi takdirde son üç asırdır içinde
bulunduğumuz kısır döngüden çıkamayacağımız gibi, bu sefer, AK Parti ile
yaşayacağımız dibe vuruşun hasarını telâfi edemeyecek ve milletçe hak ettiğimiz
yeni geleceği inşâ edemeyeceğiz.