14 Nisan 2025 Pazartesi

Soru Çalma Suçlaması Paradoksu

 


Bu yazıyı Tr724 gazetesini muhtemel saldırılara karşı koruma maksatlı olarak bir tartışmanın içerisine çekmemek maksadıyla oradaki köşemde değil burada yayınlıyorum. 

Uğur Tezcan  -  4.14.2025

Soru çalmanın kendisi bir gizeme, suçlaması da artık bir paradoksa dönüşmüş durumda. Sağlıklı bir zeminde tartışılmıyor konu; çünkü sosyolojik ve hukuki şartların zorlamasından değil, eğitimli ve satın alınamayan Müslümanları devletin tüm kademelerinden hızlıca temizleyebilme arayışlarından doğmuş bir soykırımına destek amaçlı olarak su yüzüne çıkarılmış yapay bir tartışma konusu bu. Bu nedenle de organik bir zeminde gelişmiyor tartışma. Hatta, tartışmaya ve yargılamaya bile niyetleri yok; iftiralar üzerinden algı yönetimi yapmak dışında ortaya konmuş net bir çaba, delil, hukuki ve adli süreç yok!

İyi veya art niyet orasını bilemem; ancak “Cemaat eleştirisi” kapsamında o da sadece birkaç medyacı ve siyasinin ısrarları ile bahsettiğim yanlış ray üzerinde o da arkadan ittirmek suretiyle götürülmeye çalışılan bir gündem bu. Böyle bir tren ancak hukuk ve kanun lokomotifi ile adalet rayları üzerinde taşınabilir oysa! Ortada süregiden bir soykırım var iken konuyu hukuki ve sosyal-psikolojik bağlamından koparıp, salt itham ve suçlamalara dayalı bir zeminde bozuk raylar üzerine oturtmuşsanız ancak kulak tırmalarsınız ve bir soykırım rejiminin taşıyıcısı olan buharlı propaganda trenine odun taşımış olursunuz.

Benzer bir örnekle özetlemem gerekirse, yıllar önce kendisini İslamcı yazar olarak tanımlayan birisinin, hükümetin “paralel devlet” suçlamaları karşısında Hizmet Hareketini kastederek, “elimde delil yok; ama yaptıklarını biliyorum” demesi gibi bu konu da maalesef benzer bir tarzda ele alınıyor. Birkaç ay önce Avukat Murat Akkoç bir ekip çalışması altında yaptıkları çaplı bir analizin sonuçlarını X, diğer adıyla Twitter, üzerinden açıklarken soru çalma iddiasıyla yargılanan 17 bin 894 kişiden %94' ünün beraat ettiğini söylemişti. Üstelik soykırım rejiminin emrindeki Yargıtay kararlarından bahsediyoruz. Ne var ki soru çalma gibi itham ve suçlamalarla bir milyona yakın insana ceza ve idari soruşturmalar açıldı. Yani rejimin istihbaratı ve mahkemeleri el ele verdikleri ve itirafçılık adı altında tehdit ve baskılama yöntemleri de kullandıkları halde henüz ortada ispatlanabilmiş tek bir iddia yok.

Ortada daha çok; ‘Hizmet kendi içinde araştırsın ve sorumluları bulup kendini temizlesin’ şeklinde bir beklenti var ki bu da son derece hastalıklı ve eksik bir bakış açısı. Bir insan veya grup aleyhinde, ‘hukuk suçlarını henüz ispatlayamadı ama olsun onlar ortaya çıkıp kendilerini temizlesinler ve suçlarını itiraf etsinler şeklinde bir bekleyişi dile getirmek bir beklentiden de öte bir önceki yazımda detaylıca anlattığım bir manipülatif psikolojik taciz (Gaslighting) örneğidir.

Bu ayrıca bir paradokstur ve ilgili toplum adına psikolojik ve sosyolojik bir çıkmazdır. Buna Kafka sendromu diyorlar. Franz Kafka’nın bir eserinden ilhamla; bir kişiye yöneltilen işlemediği suçlar karşısında her yaptığı reddiye bile suçluluğuna delil olarak kullanılıyor. Günümüzde faşist gruplar ve devletler iletişim kanallarını da ellerinde tuttukları için bunu daha rahat bir şekilde başarabiliyorlar. Mesela, birisi size ırkçı suçlaması yapsa ve siz hayır değilim dediğinizde, “zaten bütün ırkçılar öyle der, adam ol açık açık ırkçı olduğunu kabul et…” diye tepki verse bu Kafka sendromu sergileniyor demektir ve kanaatimce ciddi bir zihinsel ve ahlaki hastalıktır. Böyle insanlar sizden sadece bir evet veya hayır cevabı beklerler. Onun yerine mesela soruyu netleştirmelerini isteseniz ve “ırkçılıktan kastın ne?” gibi sorular yöneltseniz onu bile aleyhinizde kullanırlar ve “bak, hayır diyemiyor” şeklinde bir yaygara ile ilgi dağıtıp muhtemel savınızı (antitezinizi) bertaraf etmek isterler! Bugün bazı sosyal medya karakterlerinin ortaya bir iddia atıp ardından üç beş yorum, tepki, soru gelmesi karşısında ilk tepkilerinin hemen, “yetişin linç ediliyorum”, “siz zaten böylesiniz”, “bunlar ‘FETÖ’ yöntemi” gibi tezviratlar ile ilgi dağıtmaya çalışmaları bununla ilintilidir.

Bu tarz insanlar sizlere psikolojik baskılama yöntemleri uygularlarken yukarıdakine benzer başka stratejiler de uygularlar.

Mesela, tartışma literatüründe teknik tabirler olarak da geçen ‘laf kalabalığı yöntemi’ (Verbosity) ve “Gish yardırması” (Gish Gallop) tekniklerini ortaklaşa olarak ya bilerek ya da habisleşmiş ruhları meyilli olduğu için, doğal olarak kullanırlar. Birincisinde, ortaya belirsiz ve karmaşık iddialar yayıp dururlar ve ikinci yöntemle de bir makinalı tüfek hızında bu yarı-doğru veya tamamen iftira nitelindeki söylemleri ortalığa yayarlar ve zihinlerde hep canlı ve taze kalması için çabalarlar ki muhatapları bu iddiaları artık savuşturacak enerjiyi kendilerinde bulamasınlar ve yenilgiyi kabul etsinler! En azından hatalar yapmaya ve kendilerini bir kısır döngüye hapsetmeye başlasınlar.

Bunun yanında bir de “Yuvarlak konuşma” (Double-speak) yöntemi vardır ki burada da niyetlerini açıkça söyleyemeyen insanların belirsiz söylem ve iddialara sığınarak, kötüyü iyi kelimelerle sarıp sarmalayarak maksatlarını gerçekleştirmeye çalışmak gayretleridir. O nedenle her zalim mazlumuna, “bu senin iyiliğin için” der. Her tarafa savaş götürenlerse “biz barış yapıcılarız” derler. Mesela, yaklaşık 10 yıl önce içlerinde çocukların da olduğu iki bin Filistinlinin ölümünden sorumlu olan bazı İsrailli subaylar, “çimleri buduyoruz” demişlerdi. Sizler kendi ülkenizde bir soykırıma maruz kalırken, soykırıma bahane üretme gayretleri kapsamında sizleri soru çalmakla suçlayan bazılarının da çıkıp, “biz sizin kendinizi temizlemenizi, içinizdeki hainlerden kurtulmanızı sağlıyoruz” demeleri gerçek niyetleri örtme maksatlı bir “double-speak” yöntemidir.

Nitekim, Türkiye sosyolojisini 1940’lı yıllardan itibaren bu devlette kadrolaşma, adam kayırma, sonrasında da soru çalma vb. konular üzerinden ele alma samimiyetleri varsa birilerinin, bunu sadece bir gruba parmak uzatmak yerine kapsamlı sosyolojik boyutuyla ele almaya yarayacak sorular sormaları gerekirdi. Sormuyorlar ve soramıyorlar, çünkü ne samimiler ne de kapasiteleri var! Bu yapay gündemi ısrarla ayakta tutmaya çalışanların amaçlarını zaten önceden birkaç yazıda ele almıştık.

Bu mevzuların gerçek niteliğiyle konuşulması gerektiği gibi konuşulacağı günler inşallah gelecektir. Ben hazırım!