13 Temmuz 2016 Çarşamba

POKEMON GO ÇILGINLIĞI

Bu yazı 14 Temmuz 2016 tarihinde Yeniyön.tv de yayınlanan köşe yazısıdır.


Oyun ve İnternet tabanlı satış yapan şirketler son 15 yılda müthiş bir ticaret hacmine ve etki alanına ulaştılar. Birçok devletin üzerinde bütçeleri yönetiyorlar. Teknoloji üzerinden yaşanan toplumsal ve ekonomik değişimlerin neredeyse dinamosu haline geldiler. Bu gelişmeleri en başından beri hem de merkez üssü olan Amerika’dan takip eden birisi olarak kendimi şanslı hissediyorum. Müthiş bir sosyolojik gözlem zevki veriyor bana tüm bu gelişme ve değişimler.

Yeni bir oyun konsulü için sabahlara kadar dükkanların önünde bekleyen bir nesil, mobil aygıtların ve uygulamaların yayılıp gelişmesiyle birlikte bu yeni teknolojilerin esiri olma yolunda. Hepimiz bu taze esaretin derece derece parçasıyız artık.

2010’lu yılların Angry Birds çılgınlığının ardından şimdilerin yeni çılgınlığı ise Japon Niantic firmasının bir mobil alet uygulaması olarak piyasaya sürdüğü Pokemon Go oyunu. Pokemon çizgi filmleri bir neslin bir çılgınlığı idi. Değişik oyunları da üretilmişti. Ancak Pokemon Go tam bir oyun değiştirici. Çünkü oyun, artık hayatımızın bir parçası haline gelmiş olan cep telefonlarının GPS özelliklerini kullanarak, dolaştığınız gerçek mekanlarda Pokemon karakterleri toplama ve ‘gym’ denilen ortamlarda birbirleriyle savaştırma imkanı sağlıyor. Yani, artırılmış gerçeklik (augmented reality) dediğimiz teknolojik uygulama mantığını başarılı bir biçimde hayatımızın içine sokuyor.

Hem artırılmış gerçeklik (augmented reality) hem de sanal gerçeklik (virtual reality) tabanlı oyunlar ve teknolojiler yeni bir trende işaret ediyorlar. Şirketler bu alanlara yatırım yapıyorlar. Cep telefonları da bu ortamlara daha uyumlu hale getirilecek. Pokemon Go’nun başarısının cep telefon firmaları arasında bu sahadaki rekabeti daha da hızlandıracağını düşünüyorum.

Sanal gerçeklik ve artırılmış gerçeklik tabanlı teknolojiler müthiş bir ticaret hacmine doğru koşuyorlar. Super Data dijital ürün ölçüm firmasına göre, 2020 yılına kadar sadece artırılmış gerçeklik teknolojileri pazarı (yazılım ve donanım olarak) 4.3 milyar dolar pazar hacmine ulaşacak. Bu potansiyel, genç nüfusa sahip gelişmekte olan ülkeler adına müthiş gelişme ve bir atılım noktası. Bu pastadan pay alamayanlar büyük bir kayıp içerisinde olacaklar. Buna bir de telefon uygulaması, sanal gerçeklik, oyun pazarı, İnternet tabanlı yazılım ve donanım, video, sosyal medya gibi diğer yeni nesil pazarları da eklediğinizde karşınıza trilyon dolarlık bir pazar ortaya çıkıyor. Türkiye’nin böyle bir 2020’li yıla mevcut siyasi atmosferde girdiğini düşünün. Paralel safsataları, cadı avları, her yerde patlayan bombalar, birbiriyle itişmeler, özgürlükleri kısıtlamalar vs. derken bu treni de kaçıracağız ve bu pazarların sadece tüketicisi olarak kalacağız.

Bir eğitimci olarak bu noktayı çok önemsiyorum. Çünkü bunun başarılabilmesi büyük bir eğitim atılımı ve planlaması gerektirir. Mevcut şartlarda bunun gerçekleştirilebilmesi imkansız. Erdoğan, ülkenin geleceğini her noktada kilitliyor. Erdoğan’dan önce de kötü durumda olan ülke şartları ve eğitim sistemi iyice göçtü. Erdoğan sonrası ise toplum bir travma dönemi yaşayacağından, işimiz daha da zor olacak!

Türkiye’nin son 70-80 yılda ticaret hacmi anlamında gelebildiği noktaya bir göz atalım. Fortune 500’ün 2016’da açıklanan ve 2015 verilerine dayanan en son listesine göre Türkiye’nin en çok net satışa sahip 10 şirketinin toplam gelirleri yaklaşık olarak 80 milyar dolar civarında. Bunlardan Botaş yaklaşık 13 milyar dolar ile birinci iken, 4. olan THY yaklaşık 10 milyar dolar ve 8. olan BİM ise 6 milyar dolar net satışa sahipler.

İnternet üzerinden satış yapan Amerikan Amazon firmasının 2015 hasılatı tek başına 107 milyar dolar. Sadece Amazon bile Türkiye’nin Cumhuriyet döneminde yetiştirebildiği en büyük 10 firmanın toplamından daha çok net satış hacmine sahip. Maliye Bakanlığınca yeni açıklanan bütçe gelirleri 540.8 milyar TL yani yaklaşık 189 milyar dolar değerinde. Bu başarı trendiyle Amazon pek yakında neredeyse tek başına Türkiye demek olacak. Şirket için bu rakam 2011 yılında 48 milyar dolardı. Yani beş yılda tam olarak 59 milyar dolarlık artış sağlanmış. Bu bile büyük bir başarı örneği ve bu firma 1994 yılında kurulan genç bir firma; sadece 22 yaşında.

Pokemon Go oyununa geri dönelim. Bu satırları yazdığım günlerde oyun henüz bir haftasını bile doldurmamıştı ancak Amerikan’ın en önemli haber programlarına ve gazatelerine konu olmayı başardı. Zira, oyun telefon uygulaması pazarına düşer düşmez gündem oldu. Bir hafta içinde şirketin pazar değerini 7.5 milyar dolar arttırdığı söyleniyor. Yani bir haftada şirketin değeri yaklaşık olarak bir THY kadar artmış durumda. Bu zaviyeden bakıldığında yukarıda resmettiğim geleceğin yatırımları ve eğitim öncelikleri konusu daha bir önem kazanıyor.

Morgan Stanley isimli yatırım bankası tarafından CNBC’ye yapılan açıklamaya göre, Pokemon Go oyunu ilk gününde 4-5 milyon dolar para kazandırdı. Bir hafta geçmeden bu rakam 14 milyon dolara ulaştı. Oyunu 7.5 milyon kişi indirdi. Bu büyük bir rakam. Düşünsenize, GPS tabanlı uygulamalar telefonun şarjını adeta yutarlar. Bu oyunu ilk gün indirip telefonunu bir kaç saat sonunda sarj etmek zorunda kalan bu kadar insan kişi başı 1 dolarlık enerji tüketse, bu; enerji firmalarına bir günde 7.5 milyon dolar gelir getirir. Bundan sonrasını sizin hayal gücünüze bırakıyorum. Oyun şimdilik sadece birkaç ülkede resmi olarak piyasaya sürüldü. Bir de dünyaya yayıldığındaki halini bir düşünün!

Oyunun bu ekonomik boyutundan sonra gelin şimdi de sosyal boyutuna biraz göz atalım. Oyundan ilk olarak ilk çıktığı gün, Amerika’da doktora yapan bir Türk arkadaşım sayesinde; o da bizimle değil de telefonuyla ilgilendiğini farkettiğimde haberim oldu. Ertesi gün birçok kanal ve haber programı da oyundan bahsediyorlardı. Hatta ilk gün yaşanan kazalardan ötürü bir eyaletin polis teşkilatı uyarı bile yayınladı.

Bahsettiğim gibi oyun GPS tabanlı bir oyun ve telefonunuzun kontak bilgilerine, ağ bağlantılarına, lokasyon, kamera, fotoğraf gibi özelliklerine erişim hakkına sahip. Google hesabınızla kullandığınız Gmail, Google Drive, Google Maps vb. hesaplarınıza da erişim izni vermiş oluyorsunuz oyuna. Yani bu kısaca şu anlama geliyor. Şirket, size ait tüm bilgilere ulaşabilir; bu bilgileri bir veri havuzunda değerlendirip 3. şahıslara ve şirketlere; hatta istihbarat örgütlerine (hep inkar edilse de) satabilir. Oyunun meraklıları şimdilik bu detayları bilmiyorlar veya görmezden geliyorlar. Zira, kimse bu tür uygulamaların gizlilik politikalarını okumuyor. USA Today’de paylaşılan bir araştırma sonucuna göre ortalama bir insanın yılda okuması gereken gizlilik politika metni 30 gün alıyormuş. Yani, okumak isteseniz de caydırıcı bir yükün altında eziliyor ve bu önemli detayı ihmal ediyorsunuz!

Oyunun çıkışından tam bir hafta sonra bu satırları yazdığım gün, yedi yaşındaki kızımla Amerika’nın Alabama şehrinde büyük bir botanik bahçesini gezmeye gittim ve oyunun insanlar üzerindeki etkisini bizzat müşahade etme imkanı buldum. Sanki bu yazıyı yazmam için özel tasarlanmış bir gözlem laboratuarına sokulmuş gibiydim. Parkta harcadığımız bir saat boyunca; çalışanlar ve bizim dışımızda herkes Pokemon Go oynuyordu. İnanın hiç abartmıyorum! Karşımızdan gelenlerin telefon tutuş ve yürüyüş hallerinden bu oyunu oynadıklarını hemen anlamıştım. Hepsine de laf atıp direk olarak Pokemon bulup bulamadıklarını sordum. Kızım şaşırmıştı. Baba nerden biliyorsun herkesin ne oynadığını diye sordu. Böyle fırsatlar babalar için güzel hava atma fırsatlarıdır, ancak ben kızımı da bu sosyolojik gözlemin içine sokmayı tercih ettim ve nasıl bildiğimi izah ederek, karşılaşacağı herkese sormasını istedim. Sorduğu herkes istisnasız olarak bu oyunu oynuyordu. Kızım, onların etraftaki çiçeklerden ve yanlarındaki kız arkadaşlarından, eş ve çocuklarından kopuk, ekranlara kilitlenerek yürüyen hallerini görünce şöyle dedi: ‘’Baba, çok yakında bir ‘Pokemon Apocalypse’ olur!’’  Apocalypse ifadesi Hollywood’un daha çok zombie kıyameti (kehaneti, ahir zaman gelişmesi) olarak lanse ederek günlük kullanıma soktuğu bir ifade. Kızım, her yaş grubundan insanların o; zombilere benzettiği hallerini görünce, o şekilde bir benzetme yapmayı tercih etmişti.

Son konuştuğu ve iki çocuğu da parkta Pokemon yakalamaya çalışan bir anne kızıma; sen niye oynamıyorsun diye sorduğunda kızım, babam şu nedenle izin vermez dedi. Kadın da ‘sonunda vermek zorunda kalır’ dedi. Belli ki kendisi teslim olmuştu. Parkta 100’ün üzerinde insan gördük ve hepsi de Pokemon avlamaya gelmişlerdi. İşte ‘laboratuar’ derken bunu kastettim. O parkta sanki önümüzdeki günlerde dünyayı saracak bir hastalığın (teknolojik zombi virüsünün) gözlem odasında gibiydim.

Oyun daha ilk günden sakatlanmalara ve hırsızların insanları kuytu alanlara çekmesi ile gündeme gelmeye başladı bile. Bugün Amerika’da bir mezarlık yöneticisi, üretici firmayla irtibata geçerek mezarlıklara Pokemon yerleştirmemelerini söyledi. Görünen o ki, bir hafta içinde yüzlerce insan Pokemon avlamak için o mezarlığa akın etmiş ve mezarlara saygısızlık ederek mezar taşlarının arasında Pokemon yakalamaya çalışmışlar. Yanlarında gezdirdikleri köpekleri de mezar taşlarına işeyince ve mezalar ezilince de çaresiz kalan yönetici firmaya talepte bulunmuş.

Bu yeni çılgınlık bu kadarla kalmaz. Bir pokemon avlamak için başkalarına hatta devlete ait özel alanlara bile izinsiz girişler yapanları, çok tehlikeli yerlerde bile Pokemon arayanları izleyeceksiniz yakında. Snapchat, İnstagram ve Twitter gibi ortamlarda, ‘en ilginç ve tehlikeli yerde bulunan Pokemonlar’ furyaları bile başlar önümüzdeki günlerde.

Evet! İnsanoğlu kendi ürettiği bir ürünün daha tutsağı oluyor. Bu gelişme henüz taze iken onun ekonomik ve sosyo-psikolojik boyutlarına dair duygularımı paylaşmak istedim sizlerle.

Kısa bir süre sonra elinizde telefon Pokemon avlarken belki bu satırları getirirsiniz hatırınıza!