Bu yazı 18 Mayıs 2016 tarihinde Yeniyön.tv de yayınlanan köşe yazısıdır.
Çocuklarımızı hep Cehennem ile korkutur ve bir hesap gününden bahsederiz de, yaşadığımız her anın o hesap gününün ta kendisi olduğunu bir türlü idrâk edemeyiz. Öyle ya! Öldükten sonraki bir zaman diliminde tekrar diriltirip hesap mahallinde hesap vereceğimizi biliriz ancak öldüğümüzde her şeyin zâten bitmiş olduğunu asla düşünemeyiz.
Hesap defteri, öldüğümüz gün kapanmıştır aslında ve sınav bitmiştir. Ahirette sadece durum değerlendirmesi yapılır, alacak-verecekler tahsil edilir ve son hüküm verilir. Bir kanaat notu alır da son anda geçebilir miyiz diye ümitle bekleyeceğimiz yerdir orası.
Yaşadıkları her anın sınavın bizzat kendisi olduğunun bilincinde olmayan insanlar için öldükleri gün sınavın bitmiş olduğunu farkettikleri gün olacaktır. Artık her şey sınav sahibinin insafına ve merhametine kalmıştır. Çünkü bu sınavın bütünlemesi yoktur.
Yeni nesil Müslümanların bu anlayışla yetiştirilmeleri gerekiyor. Yâni sınavın özü ve yaşamın her anına nasıl nüfûz ettiği, standartları ve bunların yol gösterici olan Kur’an’a nasıl içirildiği ve Hz. Peygamberce nasıl temsil edildiği gibi gerçekler, imtihan kavramı merkeze konularak tekrar ele alınmalı ve din ve ahlak eğitimi bu zâviyeden yeniden dizayn edilmelidir.
Aslında Kur’an’ın üslûbu, içeriği ve o içerikten yansıyan imtihan sırrı da sanki bize hep resmini çizmeye çalıştığım bu ‘imtihan’ eksenli yaşam anlayışını öğretmeye çalışır. Büyüklerimizin yaptığı gibi bizi sınavla, semboller ve simgeler üzerinden korkutmaz. Bize onun amacını, değerlendirme standartlarını, mâhiyetini ve yaşama bakan yönlerini ve hayatı onun etrafında tanzîm etmenin inceliklerini öğretir.
Yâni bizlere her an imtihan bilinci ile yaşayan, hassas, dengeli, âhiret yörüngeli, planlı ve hazırlıklı Müslümanlar olmayı öğretir. Hayat menzilinde önümüze bâzı kilometre taşları ve levhalar koyar ki onlara bakıp hangi akıbete ne kadar yakın olduğumuzun bilinciyle yol alabilelim ve sapmalar yaşamayalım. Bizlere; karşımıza nerede ve ne tür sınavlar çıkacak ve bunlara karşı nasıl bir hazırlık gerekecek onu öğütler. Saptırıcı şeylere karşı uyanık olma becerilerimizi canlı tutar.
Bu bağlamda Peygamberler, bizleri o anlık imtihanlara hazırlayan ve her an ‘sınav’ olduğumuzu hatırlatan öğretmenlerdir. O yüzden hiçbiri hüküm vermez, sadece öğütler ve yol gösterirler. Şimdilerde öğretmenlerin yaptıkları gibi ‘sınava hazırlayan eğitici’ rollerini unutup da ‘sınavı yapan makam’ gibi davranmazlar ve kul ile Allah arasına girmezler.
Çünkü imtihanların bir önemli yönü de ‘’her koyun kendi bacağından asılır’’ sözünde anlamını bulan bireyselliktir. Her şahıs sınava topluca hazırlanabilir ama sınava mutlaka tek başına girer ve bireysel bir not alır. Başarısızlığından kimseyi sorumlu tutamaz. Bağışlanma bile kişiseldir. Toplumsal bazda baktığımızda da bu böyledir. Birey diyebileceğimiz her kesim kendi imtihanını verir. Zulüm karşısında dik durabilenler ile zulme boyun eğenler hattâ ona yardım ve yataklık edenler zulüm sınavında kendi akıbetlerini belirlemiş olurlar.
Asr suresinde ‘’hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna’’ denilirken sabrın yanında hak da zikredilir. Kimbilir belki de bu ‘hakkı tavsiye’’ etmeyi başarabilen insanlar, bahsettiğim imtihan sırrının bilincinde yaşayamayı öğrenmiş, hayatlarında belli bir temsil ve tebliğ dengesi kurabilmiş ve hep o uyanıklık hâlinde hareket etmeyi başarabilmiş ve etraflarındaki insanlara Kur’an’dan süzdükleri ‘imtihan bilinci ile yaşama’ kaabiliyetleri aşılayan kimselerdir.
Peygamberler gibi ideal öğretmenler de, öğrenci yetiştirirlerken, yıl boyu anlattıkları derslerin her bir anında sonradan yapılacak olan sınavların standartlarının ve dersin amaçlarının bilincinde olarak hareket ederler. Yani sınavın özüne hakim olan ve o bilinçle hareket ederek içerik-anlatım tekniği dengesini iyi kurabilen öğretmenler mesleğin hakkını veriyorlar demektir.
Bu öğretmenlerin öğrencileri başarıyı daha kolay yakalarlar ve anlatılan konuları ve yapılan değerlendirmeleri hep bir bütünlük, ahenk ve denge içinde algılarlar. Birçok öğretmenin eksik olduğu en önemli nokta budur. Öğrencileri sınava hazırlar gibi davranıp ama aslında ‘sınav yapan ve hüküm veren otorite’ gibi hareket ediyorlar. Bu da anlatım ile ölçme arasında bir kopukluk oluşturuyor ve öğrenme sürecini ikinci plana atıp öğretmene farklı bir rol belirliyor. Öğrenciyi de özne durumundan nesne durumuna iteliyor. Oysa arz etmeye çalıştığım gibi ölçme değerlendirme eksenli bir eğitim anlayışı öne çıksa derslerin kalitesi yükselir ve öğretmenler daha planlı hareket ederler.
Burada resmettiğim bağlamdaki dini ve de dünyevi eğitimlerden ve imtihan sırrını aşılayacak eğiticilerden mahrum olan insanlar gelişigüzel bir yaşam, yüzeysel ve şekilci bir din anlayışı geliştirirler. Bu insanların meydana getirdikleri toplumlar da istikamet üzere olamazlar ve kendi geleceklerini garanti altına alacak olan bir hayat felsefesi ve sistem geliştiremezler. Günübirlik ve rastgele yaşayan bir toplum hâline gelirler.
Velhâsıl, aslında imtihan ile imtihan oluyoruz demek bana doğru bir tanımlama gibi geliyor. Denizde yaşayıp denizin içinde olduğunun bilincinde olmayan balıklar gibi bizler de zaman dediğimiz bir imtihan denizinin içinde yaşıyor ama onun her anımızı kuşatan ıslaklığını hissetmeden yaşıyoruz. Farkında olmadığımız bu deniz; zamanla asıl imtihanımız oluyor ve çokları için de bir kaybetme vesîlesi hâline geliyor.
Bu konuyu açıp kısmetse devâm edeceğiz.