14 Kasım 2015 Cumartesi

BÜYÜK DİKTATÖR CHARLIE CHAPLIN

Bu yazı 8 Kasım 2015 tarihinde Yeniyön.tv de yayınlanan köşe yazısıdır.

Çocukluk ve gençlik yıllarımın Türkiye’sini zihnimde canlandırdığımda hatırıma Barış Manço, Zeki Müren, Metin Akpınar, Zeki Alasya, Kemal Sunal, Adile Naşit, Münir Özkul, Cüneyt Arkın, Orhan Gencebay, Emel Sayın ve onlar kadar değerli başka birçok sanatçının görüntüleri geliyor. Kimisi kişiliğiyle, kimisi güzel sesi ve ustalığıyla, kimisi kendine has üslubuyla, kimisi de benim yaşadığım halk hayatını en mâhir şekilde ekrana yansıtmaları yönüyle hayatımda izler bıraktılar.

Yabancı bir sanatçı olsa da, Charlie Chaplin de sanki hep içimizden biri gibiydi. Diğerleri gibi onu da anne babalarımızın çocukluk dönemlerinden tevârüs etmiştik. Onun siyah beyaz, sessiz ekranda şimdiki birçok oyuncunun en üsturuplu ifâdeler, gelişmiş teknolojik imkânlar, ses ve ışık teknikleri ile bile beceremedikleri bir ustalıkla hayata dâir öğeleri nasıl zihinlerimize kazıdığını; bizleri ekrana kilitleyerek dakikalarca gülümsettiğini; gerektiğinde nasıl dersler verdiğini hiç unutamıyorum. Fakir bir aileden gelen bu başarılı ve özgün sanatçı da çocukluğuma âit önemli bir hayat öğretmeni olmuştur benim için.

Charli Chaplin’in sessiz sinemadaki yeteneği, kendisinin yönetip başrolünü, ilk kez sesli olarak, oynadığı 1940 yılı yapımı ‘Büyük Diktatör’ filminde de kendisini göstermektedir. Filmde Chaplin Tomania (Almanya) ülkesinde fakir bir berberdir ve dönemin faşist diktatörü Adenoid Hynkel’e (Hitler) çok benzemektedir. Bu rolüyle Hitler’i ve onun temsil ettiği faşizmi ağır bir şekilde, politik komedi tarzında, eleştirmektedir. Avusturya’nın işgâli üzerine diktatör, askerlere bir konuşma yapacaktır ancak Tomania askerleri bir karışıklık neticesinde gerçek diktatör Hynkel’i tutuklayıp benzeri olan Berber’i (Chaplin) farkında olmadan kürsüye getirirler. İşte filmin bu son dört dakikasında Chaplin sesli sinemada da çok büyük bir oyuncu olduğunu, müthiş hitâbeti ve taklit yeteneği ile tarihi bir konuşma yaparak zihinlerimize kazır.

Günümüze ışık tutması açısından şimdi bu konuşmanın ilgili kısımlarını sizlerle paylaşmak isterim:

Hepimiz birbirimize yardım etmek istiyoruz. İnsanların yapısı böyledir.
Biz birbirimizin mutluluğu için yaşamayı isteriz, kötülüğü için değil.
Birbirimizden nefret etmek ve hor görmek istemeyiz.
Bu dünyada herkese yetecek yer var ve toprak hepimizin ihtiyâcını karşılayacak kadar bereketlidir.
Yaşam biçimimiz özgürce ve güzel olabilir; ama biz doğru yoldan çıktık.
Aç gözlülük (iktidar hırsı) insanların ruhunu zehirledi, dünyayı bir nefretle kuşattı.
Hepimizi kaz adımlarıyla (ordunun yürüyüş şekline atfen) sefaletin ve kanın içine sürükledi.
Hızımızı arttırdık; ama bunun içine hapsolduk (tutsağı olduk).
Bolluk getiren makineleşme bizi yoksul kıldı.
Edindiğimiz bilgiler bizi alaycı yaptı; zekâmızı ise katı ve acımasız…
Çok fazla düşünüyoruz; ama çok az hissediyoruz.
Makineleşmeden çok insanlığa muhtâcız.
Zekâdan çok iyilik ve anlayışa muhtâcız.
Bu değerler olmadan hayat çok korkunç olur, herşeyimizi yitiririz.
Uçaklar ve radyo bizleri birbirimize yaklaştırdı.
Bu buluşların varoluş nedeni, doğaları gereği, insanın içindeki iyiliği ortaya çıkarmak, evrensel kardeşliği oluşturmak ve hepimizin birleşmesini sağlamaktır.

Beni işitenlere şunu duyurmak istiyorum:
Umutsuzluğa kapılmayın!
Üstünüze çöken belâ, vahşi bir hırsın, insanlığın gelişmesinden korkanların duyduğu acının bir sonucudur.
İnsandaki bu nefret duygusu geçecek ve diktatörler ölecektir!
ve halktan aldıkları güç, yine halkın eline geçecektir.
Son insan ölene kadar özgürlük aslâ yok olmayacaktır!

Kendinizi bu vahşilere teslim etmeyin!
Sizleri hakîr gören ve esir eden, hayatlarınızı yönetmeye çalışan, ne yapmanız, ne düşünmeniz, ne hissetmeniz gerektiğini size emredenlere;
Sizleri bir hayvan terbiye eder gibi şartlandırıp topun ağzına sürenlere boyun eğmeyin.
Bu doğa dışı adamlara boyun eğmeyin, makine kafalı, makine kalpli bu adamlara…
Sizler makine değilsiniz! İnsansınız!
Kalbiniz insanlık sevgisiyle dolup taşmaktadır.
Nefret etmeyin!
Yalnızca sevilmeyenler nefret eder; sevilmeyenler ve doğaya aykırı olanlar…
Kölelik uğruna savaşmayın. Özgürlük için savaşın!
Bu hayatı güzel ve özgür kılacak güce sizler sahipsiniz.
Bu hayatı olağanüstü bir mâceraya çevirecek olan yine sizlersiniz.
Öyleyse, demokrasi adına haydi bu gücümüzü kullanalım. Haydi birleşelim!
Yeni bir dünya için savaşalım; insanca bir dünya için.
Herkese çalışma şansı verecek, gençlere gelecek, yaşlılara güvenlik sağlayacak bir dünya için savaşalım.
Zâlimler de böyle sözler vererek iktidara geldiler. Ama yalan söylediler!
Sözlerini tutmuyorlar. Hiçbir zaman da tutmayacaklar.
Diktatörler kendilerini özgürleştirirler; ama halkı esârete mahkûm ederler…

Sanırım bu konuşmadan gerekli ders alınmıştır. Günümüzde de meselâ; Önder Aytaç’ın mecâzî ‘’Bolivya’’sı gibi bir ülkede, diktatörlük, hilâfet vb. yönetim tarzı meraklısı diktatörler, Yezidler çıkabilir. Önceleri; özgürlük, eşitlik, adâlet, kalkınma, sivil anayasa, istikrar diyebilir; bugün neysek yarın da öyle fakir olacağız sözleriyle gönlünüzü çalabilir; ancak yüzüp kıyıya vardıklarında da, o; gönüllerinde hep saklı tuttukları hırslarının, kinlerinin, güç zehirlenmesinin, Muhâberatçı yönetim heveslerinin tutsağı olabilirler ve bu uğurda yılanların, çıyanların, bilmem hangi gladyotik yapıların kucağına kendilerini bırakabilirler. Sonra da açığa çıkan, artık çuvala sığmayan yolsuzluklarını örtmek adına ülkeyi kaosa ve kara günlere sürükleyebilir, güzel hitâbetleriyle, bir sürü gibi, önüne kattıkları saf halk tabakalarını birbirine düşman kılarak, ülkede kardeşliği, birlik ve beraberliği dinamitleyebilir; mâsum insanları düşman îlân ederek, onların mallarına bile çökme hevesine kapılabilirler. Sonra, Yezid’in Kufe Valisi İbn Ziyâd gibi; ‘onlara su bile yok’ diyebilir ve içine battıkları güç sarhoşluğu ve küstahlıkla sağa sola saldırıp, tehditler savurabilirler ta ki Allah’ın onlara verdiği mühlet dolana kadar…

Siz siz olun, dikkatli olun! Hani olur ya! ‘Büyük Diktatörler’ hiç eksik olmaz! Tarih, diktatörler çöplüğü ne de olsa!


Not: Konuşmanın tercümesi youtube’da bulunan altyazılı bir film videosundan alınmış olmakla birlikte vurgular, eklemeler, imla kuralları bana ait olup, tercümenin doğruluğu tarafımdan kontrol edilmiştir.