9 Temmuz 2010 Cuma

KIBRIS’TAKİ SENDİKA TERÖRÜNE AMERİKA’DAN BAKIŞ

Bu yazı 10 Temmuz 2010 tarihli IV. Kuvvet Medya Gazetesinde yayınlanmıştır.

Oldum olası sendika kavramının bizim toplumumuzdaki algılanış ve uygulanış biçiminden rahatsızlık duymuşumdur. Cumhuriyet tarihimiz sendikalaşma kapsamında nice kutuplaşmaların, sorunların ve çözüm adına üretilen çözümsüzlüklerin gözlendiği bir zaman dilimi olmuştur. Kendisine böyle ek anlamlarla yüklenen misyonu, onu yapay bir mevkiye taşıyınca, sendikalaşma; toplum mühendisliğine soyunan bir takım çevrelerin vazgeçemediği bir alet haline gelmiştir.

Medya, bugün nasıl 4. Kuvvet olarak tanımlanıyorsa, ülkemize has sendikalaşma konsept ve uygulamalarından tevellüd eden sendikaları da 5. Kuvvet olarak tanımlamak hiç yanlış olmaz. Nitekim, halihazırda, mahkeme delil klasörlerine giren bazı deliller ışığında Ergenekon suç örgütünün sendikalara nasıl bir görev biçtiğini yakinen müşahede ettik ve aynı Ergenekon’un Kıbrıs’ta ne kadar etkin olduğunu da çok iyi biliyoruz.

Değişik anlamlar ihtiva edebilen sendika kavramı, ilk uygulanış alanları yönüyle ekonomik temelli olsa da, zamanla gelişen tanımı sayesinde bugün daha farklı kulvarlarda da kullanılmaktadır. Tanımı ve kökeni itibari ile belirli bir amaç/ticari kaygı neticesinde bir araya gelen insanların oluşturdukları bir örgüt veya daha çok Yunanca kökenli ‘syndikos’ kelimesinden türemiş olması bakımından (bkz. Wikipedia) bir ‘sorun’un koruyucusu/kollayıcısı anlamını da ihtiva eder. Fakat dikkatinizi çekmek isterim ki; sendika kavramı belirli bir suç işlemek maksadıyla organize olmuş insanlar birliği olarakta değerlendirilmekte ve tanımlanmaktadır.

Bu bağlamda ülkemize baktığımızda, sendikalar daha çok bir meslek grubunun haklarını savunma amaçlı faaliyet yürütmektedirler! Bu daha çok kişi/meslek grubu eksenli bir algılayış biçiminin bir ürünüdür ve özellikle 80 öncesi ve sonrası gelişen sol hareketlerin güdümü ile artan bir değere ulaşmıştır. Darbe mühendisi çevrelerin ise her zaman iştahını kabartan bir ‘kale’ olarak algılanagelmiştir. Daha özel ve geniş bağlamda, ‘’sorun’’ eksenli sendikalaşmalar (çalışan haklarını hariç tutarsak) bizde biraz eksik kalmıştır. Mesela, bir grup insan bir araya gelip, ‘kıyafet özgürlüğü sendikası’, ‘hayvanları koruma sendikası’ da kurabilirler. Bizim kültürümüzde bu daha çok vakıf mantığı ile ele alınan bir husustur. Henüz daha temel yaşamsal sorunlarla boğuşmakta olan ülkemiz vakıfçılık alanında da zayıf kalmış olsa da, bu konudaki örnekler için Osmanlı dönemine ait vakıflaşma kültürüne göz atmak yeterlidir.

Sizler sendika kavramına, ülkemizdeki ve yavru vatan Kıbrıs’taki muhtemel uygulamalara bu zaviyelerden baka durun, ben bu yazının yazılmasına neden olan hadisenin önce sunumuna ardından da Amerika’da bir eğitim kurumunda görev yapan bir idareci olarak bunun bir değerlendirmesine gireyim.

Takip etmişsinizdir. İlk olarak 1 Temmuzda Kıbrıs’ta bazı eğitim sendikaları, bünyelerinde Milli Eğitim Bakanlığı’nın onayı ve gözetimi dahilinde yaz Kur’an kursları tertip edilen iki okulu bastılar. Zaman Gazetesi’nin aktardığına göre, ortaokul öğrenci ve öğretmenlerini zorla dışarı çıkararak sonrada protestolarını gerçekleştirdiler. Eskiden Türkiye’de çok dinlediğimiz klasik sloganlarını attılar. Tarih 4 Temmuz... Ülkenin Başbakanı bu sendikaları tavırlarından dolayı kınadı ve haklarında hukuki işlem yapılacağını ilan etti! (9 Temmuz itibari ile henüz herhangi bir adım atılmadı). İlaveten, bu sendikaların ‘’toplumun değerlerine savaş açmanın anlamsız olduğunu’’ belirterek onları saygılı olmaya davet etti (Zaman, 4 Temmuz 2010).

6 Temmuz tarihinde baskına ait bir takım detaylar gün yüzüne çıktı. Yine Zaman Gazetesi’nin haberine göre, ismi ‘Kıbrıs Türk’ ifadesi ile başlayan ve bu baskını gerçekleştiren sendika üyeleri, polisin müdahalesine rağmen, okula kapıdan giremeyince yangın merdiveninden giriyorlar; çocukları kovalayarak fotoğraflarını çekiyorlar. Daha sonrada taciz ettikleri öğrenci ve öğretmenler aleyhinde Türk oldukları gerekçesiyle ‘’işgalci’’; onları korumaya çalışan polisleri de ‘’işgali koruyan polisler’’ şeklinde suçluyorlar ve polisle tartışıyorlar. Ve yine habere göre, polis sendika üyelerini güçlükle dışarı çıkarabiliyor.

7 Temmuz... Aynı sendika üyeleri bu sefer başka bir okulu basıyorlar. Hem de KKTC Başbakanı ‘’gerekli güvenlik önlemlerini alıyoruz!’’ demiş olmasına rağmen! Yine polisin engelleyemediği bir eylem... Okula zorla giren ve kapıları tekmeleyerek, öğrencilerin zorla resimlerini çeken sendika üyeleri ve durumdan şikayetçi olan, çaresiz öğrenci velileri... Çaresizliklik içindeki bir velinin; aynı şeyin geçen sene de yaşandığını ve bir işlem yapılmadığını belirten sözleri ile aslında kendisi acizlik içerisinde olan adalet ve hukuk sistemimizin ne durumda olduğuna işaret edip şimdi, Amerika’da bir eğitim kurumunda yöneticilik yapan birisi olarak, Kıbrıs’ta yaşanan bu vahim hadisenin Amerika’da yaşanması halinde izleyeceğimiz senaryoyu Kıbrıs örneğine paralel bir şekilde sizlerle paylaşmak istiyorum.

Öncelikle şunu belirteyim: Amerika’da hiçbir sendika böyle bir eylem gerçekleştirmeye cesaret edemez. Hele Kıbrıstaki gibi ’ayrımcılık yapma’ kategorisine giren bir eylemi... Diyelim ki etti. Bu durumda ne olur? Birincisi; Amerika’da her ilk ve orta öğretim kurumunda, okula baskın olması durumunda öğretmen, idareci ve öğrencilerin nasıl hareket edeceğine dair yıl içerisinde bir kaç kez tatbikat yapılır. Baskın olması durumunda öğrencilerin ve öğretmenlerin bildiği bir sistemle uyarı verilir. Bu uyarıyı duyan herkes kapılarını kilitler. Öğrenciler duvar kenarlarına çömelerek dizilirler. Kıbrıs hadisesinde polis daha dışarıdakileri sakinleştirmeye çalışırken bu yeterli süre zaten mevcuttu.

İdareciler hemen 911’i arayarak okulun bir kaç yetişkin tarafından basıldığını ve silahları olup olmadığını bilmediklerini rapor ederler. Özellikle küçük öğrencilerin bulunduğu okullara yapılan saldırılara karşı daha hassas olan polis teşkilatı olayı fazlasıyla ciddiye alır. Üç dakika içerisinde yerel polis eşliğinde özel eğitimli SWAT timleri ve federal büro ajanları (FBI) ambulanslar ve itfaiye eşliğinde okula gelirler.

Bu aşamada yukarıda koyulaştırdığım noktaları senaryoya yerleştirmeye başlıyorum. Sendika üyelerinin polisle tartışması gibi bir lüksleri yoktur. Polis buna kesinlikle müsaade etmez. Dinlemez bile. Üyeler slogan ata dursunlar, polis kendileri ile ‘’yahu yapmayın etmeyin’’ repliklerine kesinlikle girmez. Aciz değildir çünkü. Arkasında adalet sisteminin olduğunu bilir. Tek şey söyleyip durur: Sizi uyarıyorum derhal susun ve benimle iş birliği yapın babında emir cümleleri kullanır. Öfkeli gurup taşkınlığa devam ettiğinde ise bu sefer onlara birazdan yapacakları uygulamaları hatırlatır; elektrik şoku verme gibi. Tabi bu senaryo hadisenin halen okul dışında cereyan etmesi halindedir. Yerel polisi izlemekteyiz. Diyelim ki sendika üyeleri polisi aştı ve yangın merdiveninden içeri girdi veyahutta polis geldiğinde üyeler zaten içeri girmişlerdi. Birincisi; polisin gözü önünde böyle bir şey cereyan edemez. Anında silahını çeker ve vurur yada başka bir şekilde üyeleri pasivize eder. Yada olaya direk SWAT timleri müdahele eder. Üyelerin derhal dışarı çıkmasının emredildiği bir anonsun ardından çıkmadıkları takdirde, SWAT timleri içeri dalar ve gerekirse sendikacıları öldürür.

Diyelimki sendikacılar sağ salim pasivize edildiler. Direk olarak gözaltına alınırlar. Arkalarında kim var, başımıza iş gelir mi gibi bir endişesi yoktur polisin. Haklarında özel ve kamu davaları açılır. Aileler asla çaresiz olmadıklarını iyi bilirler. Aileler ve eğitim kurumu sendika aleyhine tazminat davaları açarlar. Büyük ihtimalle de kazanırlar. Öğrencilere ve öğretmenlere psikologlar atanır. Muhtemelen sendika da kapatılır yada toplum baskısından dolayı kendisini fesh eder.. Yada idarecileri istifa ederler. Ayrımcılık suçları direk olarak federal bir suç olduğundan sendika kendisini FBI’ın takibinden kurtaramaz.

Amerika’da bir öğrencinin velisinin istemi dışında resmini de çekemezsiniz. Okulun İnternet sayfasında öğrencinin resmini yayımlayabilmek için bile veliden imzalı bir belge almanız gerekir. Öğrencilerinizi herhangi bir yarışmaya götürmek istediğinizde bile, yarışmayı organize eden kurum günler öncesinden öğrencilerin resimlerinin çekilmesi ihtimaline binaen veli izin kağıdı gönderir size. Kıbrıslı sendikacıların, öğrencilerin zorla resimlerini çekmesi bile, başlarına çok büyük belaların açılması için yeterlidir ABD’de.

Daha çok detaylar olsada burada keseceğim. Kıbrıs’ta ve ülkemizde benzer hadiseler, kanunsuzluklar çok uzun zamandır yaşanıyor. Adalet sistemlerimiz böyle zayıf, aciz, pısırık bir kişilik taşıdığı müddetçe de yaşamaya devam edeceğiz. Böyle fütursuz bir kanunsuzluk irtikab eden bir sendika, arkasında ona destek veren Ergenekonvari bir güç olmadan bu tür kabadayılıklara cesaret edemez. Ergenekonvari yapılanmalar ise gücünü bu yazıda resmetmeye çalıştığım zayıf damarımızdan alırlar. Yani, hukuk sistemimizdeki gedikler, devletin güçlü olmaması, polis teşkilatının kanunları koruma noktasında elinin zayıf olması... Yaklaşık bir yıl önce gazetelerin İnternet sayfalarına düşen bir videoyu izliyorum. Elinde bıçak, bir saldırgan etrafındakileri tehdit ediyor; gazetecilerin tabiri ile ‘’dehşet saçıyor’’. En az 10 dakika süren bir zaman zarfında polis memurlarımız sadece, ‘’kardeş yapma etme’’ diyaloğundan öte geçemiyorlar zanlı ile. Amerika’da ise olay çok basittir. Adamı emir cümleleri ile sükunete davet edersiniz ve işbirliği yapmadığı takdirde başına gelecekleri hatırlatırsınız. Hele elindeki bıçağı polise sallamaya da başlamışsa ya elektrik tabancasının elektrotlarını yada bir kurşunun yakıcı sıcaklığını bağrında hissediverir. Artislik yapmasına müsaade edilmez.

Polis ve arkasındaki adalet sistemi güçlü ve yıldırıcı olmalı. Anlayışlı, tedbirli; ama tavizsiz olmalı. Bir grup kendini bilmez, milletin gözünün içine baka baka geçen sene de işlediği bir haltı, aynı cesaretle polisi dahi aşarak işleyememeli. Bu güçlü bir devlet olabilmenin, gerçek bir hukuk devleti olabilmenin göstergesidir. Bir okulunu ve içerisindeki küçük çocukları dahi koruyamayan, sorumluları en ağır şekilde cezalandıramayan bir devletin etkin ve uzun ömürlü olması beklenemez. Bir gün, Amerika’da da benzer bir hadise karşısında ülke başkanının benzer acizlikler içerisinde bir açıklama yaptığını, adalet sistemi ve polis teşkilatının olaya Kıbrıs ve Türkiye’deki gibi müdahale ettiğini görürseniz, Amerika’nın artık son nefeslerini vermeye başladığından emin olabilirsiniz. Çünkü sağlam bir hukuk ve adalet sistemi uzun nefesli bir devlet olmanın temelidir. ‘Adalet mülkün temelidir’; işte bu demektir. Ancak, güçlü bir polis teşkilatı ve güçlü bir hukuk sistemi ile geleceğe güven ve ümitle bakabiliriz. Keşke Polis teşkilatımıza, meclisimize ve hukuk çevrelerimize bu önemli konuda en ince detaylarına kadar bir brifing verebilseydim.