Bu yazı 28 Nisan 2018 tarihinde Yeniyon'de yayınlanan köşe yazısıdır.
Sevgili kardeşlerim? Uzun bir süredir muhabbet edemiyorduk sizlerle. Afiyettesinizdir inşallah!
Türkiye’nin
çok çetin günlerden geçtiği, son demokrasi umutlarının da tamamen
tarumar olduğu, hukuk-adalet gibi kavramların diktatörlükler düzeyinde
temsil edilen boyutlara indirgendiği, hırslarından, arsızlıklarından ve
güçlerinden korkulan hırsızların-yolsuzların lider olarak baştacı
edildikleri, masum insanların mallarına el konulup terörist olarak afişe
edildikleri acınası, talihsiz bir zaman diliminin içinden geçiyoruz ne
yazık ki!
İşte böyle bir süreçte her yönüyle dibe vurmuş bir
ülkede mağdur edildiği ve zulme uğratıldığı halde hala ‘eleştiri’
sahnesine oturtulan tek, ama, tek oluşum gene de Hizmet Hareketi oluyor
nedense!
Bunun sosyo-psikolojik boyutlarını sonraki bir yazıya
bırakıp devam edieyim. Çünkü sizlere aslında benim ne kadar da rikkatli
ama bir o kadar da dikkatli bir eleştirmen olduğumu anlatmak için
yazıyorum bu yazıyı. Küçüklüğüm İstanbul Boğazı’nın ara sokaklarında,
varoşlarında hayatla mücadele ederek, değişik insan psikolojileri ile
güreş yaparak geçti. Sistemsiz çalışan bir devlet aygıtının tüm
çarklarının çıkardığı gıcırtıları da duyan ve bunu bir ozan gibi
eleştiri sazlarıyla dile getiren karakterim, her şeyi ve herkesi
eleştirel bir gözle irdeleme kabiliyetim daha o yaşlarda teşekkül etmeye
başlamıştı. Üniversite yıllarına gelip din-diyanet de öğrenince artık
kendimi ve kendi Müslümanlık anlayışımı bile eleştirip hep daha iyiye
ulaşmaya çalıştığım da olmuştur hani. Yaş ilerledikçe artan tecrübeler,
yurt dışında doktoralar, Batı kültürü içinde edindiğimiz bilgi ve
deneyimler derken eleştiri oklarımız bir hayli sivrileşti tabi…
Hedefleri de daha iyi vurur hale geldik doğal olarak!
O çocukluk
günlerimde halk arasında kullanımı çok revaçta olan bir ifade vardı. Bir
hususu ifade ederken cümlelerimizin başına; duygularımıza,
düşüncelerimize birazcıkta abartı katmak maksadıyla, ‘’çok pis’’
ifadesini eklerdik. ‘Çok pis yemek yaparım!’, ‘çok pis tavla oynarım!’,
‘çok pis gol atarım!’ ve daha neler neler!… Bunu yaparken o şişirdiğimiz
abartı balonları içerisine birazcık da kendini beğenmişlik havası
üflediğimiz olurdu tabi!
Bu ifadeyi ödünç alarak ben de buraya
kadar yazdıklarımı bağlamak maksadıyla, ‘çok pis eleştiri yaparım!’
diyerek yazıma devam edeceğim.
Yurt dışımda bulunduğum yıllarda
Hizmet içinde kalitenin artması ve sistem-model gelişmesi endeksli
eleştiriler yaptığımı, fikirler beyan edip, projeler geliştirdiğimi ve
bunu ilgili bazı kişilerle çekinmeden paylaştığımı beni tanıyanlar iyi
bilirler. Hatta sonradan İhsan Yılmaz hoca liderliğindeki Hizmet’e ait
think thank’in de içine dahil olmuş, yazdığım bir rapor ile daha
sistemli gayretlerin parçası olmaya başlamıştım ki çok kısa bir süre
sonra zalim Erdoğan tarafından kapatılmıştık.
Neyse Efendim! Konumuza dönelim.
Çocukluk
ve gençlik yıllarımda Türkiye bizim tek dünyamızdı. Zaten bize bizden
başka dost da yoktu! Yıllar geçti ve yurtdışına savrulduk. Tam 16
yıldırda buralardayız. Artık dünyaya buradan, Amerika’dan, bakıyoruz.
Bakış açılarımız değişti. Sadece değişmekle de kalmadı; üstelik daha
geniş bir açı ve netlik de kazandı. Dertlerimiz, üzüntü kaynaklarımız,
ideallerimiz kısacası her şey değişmeye, çeşitlilik kazanmaya başladı.
Eskiden Ayşe’nin, Mehmet’in haline üzülmek yetmiyormuş gibi artık
Michael’ın, Jennifer’ın, Roberto’nun dertleri, imanları, içine sıkışıp
kaldıkları çıkmazlar da zihinlerimizi meşgul etmeye başladı.
Etrafıma ve hadiselere şöylece bir bakıyorum:
Yıllar
önce Amerikalı dostlara ‘aslında hepimiz modern birer köleyiz!’ derken
ne kadar da haklıymışım. Materyalist sistemin acımasız çarkları arasında
tıpkı modern köleler gibi çalışıyoruz. Tüketim çılgınlığına, zaman
israfına, insan harcamaya, vicdan köreltmeye dönük çıldırtıcı bir kısır
döngünün içine hapsedilmiş gibiyiz adeta. Sisteme para kazandırdığımız,
verim ürettiğimiz, tükettiğimiz, eleştirmediğimiz hatta idrak
etmediğimiz sürece değer görüyoruz. Hepimiz kendimizi bu sistemin
değerleri, kuralları, gereksinimleri nisbetinde ölçüp biçiyoruz.
İman-Allah yörüngeli ‘yaşayanlarımız’ bile kendimizi Allah sevgisi, hak,
adalet, hakikat temelli değil de; sistemde başarılı olmanın yolları
nelerdir şeklindeki anlayışların ışığı altında şekillendiriyoruz. Öyle
olunca da refah, makam ve itibar kapılarının önünde zalimlerin, güç
sahiplerinin peşine bizler de takılıp gidebiliyoruz çoğunlukla.
Dünyevileşme, tembellik, tenperverlik hepimizin içine sirayet etmiş
durumda.
Tüm bu kermekeşin içinde etrafıma bakıyorum eleştiri dürbünümle.
21.
yüzyıla muazzam bir gelir ve kaynak birikimi, ilmi ve teknolojik
gelişmeler, düşünce yapısında yaşanan tekamüllerle girmiş olsak da hala
milyarlarca insan aramızda açlık ve hastalık sınırının altında yaşıyor.
Gelir dağılımının en adaletsiz bir şekilde dağıldığı çağdayız belkide.
Çıkan savaşların neden çıktığının, ortalıkta mantar gibi bitirilen terör
örgütlerinin amaçlarının ne olduğunun, gelişmiş demokrasilere rağmen
dünyanın belli bölgelerinde zalim diktatörlüklerin neden
desteklendiklerinin bilinmediği dönemler bunlar. Ben, küçük ve karanlık
odamda bu yazıyı yazarken, dünyanın başka yerlerinde ve belki de
yaşadığım şehirde toplamda milyonlarca insan açlıktan, hastalıklardan
ölüyor, türlü türlü sıkıntılar altında inleyip duruyor. Binlercesi
intihar ediyor. Daha fazlası da öldürülüyor ve tecavüzlere uğruyor.
‘Medeni’
Batı ülkelerinde ve ‘İslami’ ülkelerde bile onbinlerce kadın ve genç
kız iğrenç suç trafiklerinin kurbanı oluyorlar. Yine Afrika kıtasının
neredeyse tümünde, Suriye’de, Türkiye’de, Filistin’de şurda burda on
binlerce insan kendi insanlarının zulmünden kaçarken ya nehirlerde
boğuluyor ya da tacirlerin kurbanları oluyorlar. Afrika’da sadece kaçak
göç yollarında tecavüze uğrayan kadın sayısı bile utandırmıyor kimseyi
veya IŞID gibi grupların tecavüz ettikleri, köle pazarlarında sattıkları
binlerce kadının varlığı. Veya mağduriyetleri suistimal edilerek
Türkiye ve daha bilmem hangi ‘İslam’ ülkesinde evlere ikinci kuma olarak
sokulan çocuk yaşta ‘kadınları’. Pakistanda, Hindistanda, Türkiye’de ve
daha nerelerde yaşayan gözleri yaşlı çocuk gelinleri.
İnsanların,
çocukların, bizden olmayanların açlıktan, zulümden ölmesinden de,
tecavüze uğramasından da rahatsız olmuyor günümüz insanlığı. Ne, kadın
hakları konusunda çok ‘hassas’ olan Batılı kadın hakları örgütleri
rahatsızlık duyuyor; göç yollarında, hapishanelerde inleyen kadınların
inlemelerinden, ne de Batılı veya gelişmiş ülkelerin insan hakları
örgütleri harekete geçiyor zulme maruz kalmış milyonlarca insanın
varlığı karşısında...
İnsanlık hem maddi hem de manevi bir saldırı altında adeta. Hem de sistemli ve azmış bir saldırı bu…
Bizleri
Allah’a, imana yakınlaştıracak yolların hepsine taşlar döşenmiş. Bizi o
yoldan alıkoyacak alternatif yollarsa en cazibeli şeylerle sistemli bir
şekilde Kapitalizmin çarkları yardımıyla süslenmiş. Reklamlar, filmler,
İnternet vs. derken her şey dikkatimizi şehevi olana çevirmeye
çalışıyor. Kadın vücudu, ihtiraslar, hırslar, lüks, israf, şatafat,
itibar, güç; hepsi bir arzu, bir hedef haline getirilmiş durumda. Hepsi
birer tüketim aracı konumundalar ve imanın-insanın özüne sürekli ve
sistemli şekilde darbeler indiriyorlar. Vicdan, iz’an, idrak felç olmuş
durumda… İnsanlık insanlığını kaybediyor, vicdan ölüyor!
Sadece
insanlığımız mı! Yediklerimiz, içtiklerimiz, ilaçlarımız vs. her şey
doğamıza aykırı çalışan bir sinsi bir düşman olmuş adeta. Sürekli
radyasyona maruz bırakılan, kaynakları sorumsuzca tüketilen, dengeleri
yıpratılan bir gezegende, sadece insanlığımız değil yiyeceklerimiz bile
yapaylaşmış, özünü-fıtratını kaybetmiş durumda. Onbinlerce çeşit yapay
gıdalarla, kimyasallarla, tatlandırıcılarla, koruyucu maddelerle,
genetikleriyle oynanmış tohumlarla, hem de medeni, ‘hukuk’ devletlerinin
gözleri önünde saldırıya maruz kalıyor insanlık. Bunların neticesinde
de türlü türlü hastalıklar, kanserler, alerjiler, sinir hastalıkları,
karakter bozuklukları vb. sorunlarla boğuşmak zorunda kalan, acı çeken
insanlık…
Özele mi inelim biraz da! Ülkedeki ilerlemenin önündeki
en büyük engel olan Ergenekon gibi devlet görünümlü çete oluşumlarının
yıllardır işledikleri cinayetler, asit kuyularına atılan canlar, türlü
türlü algı operasyonları, halkı kamplaştırmalar, darbe balyozları… ve
bunları bildikleri ve sürekli olarak liberal, aydın, gazeteci, ilim
adamı, medeni, çağdaş geçindikleri halde güçten korktukları veya bir
şekilde o güce angaje oldukları için seslerini çıkarmayan, çıkartamayan,
ama görüntüyü ve imajı da bozmamaya çalışarak, sadece zayıfa, düşene
salvo vurmaktan, eleştirmekten haz duyan, öğütler veren kibirli Türk
entelijansiyası…
Efendim! Gördüğünüz gibi bizim eleştiri dürbünüyle etrafa baktıkça iş içinden çıkılmaz bir hal alıyor.
Gördünüz
mü! Cemaat eleştirisi demiştik, ama konuyu dağıtıp nerelere kadar
geldik. Yoksa ne güzel Cemaat biraz siyasete yanaşmış, bazı abiler
iştişareye ehemmiyet vermemeye başlamış, eleştirilere kapalı kalmış,
şeffafiyet tam becerilememiş, Excelcilik almış başını gitmiş vs. vs.
diyecektik…
Şimdi farkettim ki aslında etrafımızda dikkat
kabartmamız gereken ne kadar da büyük maddi-imani sorunlar varmış.
İnsanlık nasıl bir sorunlar bataklığının içine düşmüş çırpınıp
duruyormuş. Acaba bizler, yani kendine aydın, gazeteci, entel, ilim
adamı, akademisyen vs. diyenlerimiz, Türkiye derken, Erdoğan derken,
Cemaat derken eleştiri dürbününün tersiyle mi bakıyoruz olaylara sadece
küçük bir alana odaklanarak. Uzakları yakınlaştırıp daha önemli
hadiselere daha yakından bakıp analizler yapmak ve onlara çözümler
üretmek adına gayretlerin içine girmek varken, dünya aydını olmak
varken, dürbünü ters çevirip çok daha ufak meselelerin, eleştirilerin
girdabında kendimizi, zamanımızı tüketiyor muyuz dersiniz.
Acaba
artık okumuş bir Türkiye insanı olupta hala Fenerbahçe-Galatasaray
maçlarını merak ederken, kahvehane muhabbeti edasıyla, istisnaları
tenzih ederek, Hizmet Hareketi gibi küçük bir gruba nizam vermeye
çalışırken, onu sanki Türkiye’de yanlış giden her şeyin sorumlusu imiş
gibi eleştirilerle boğmaya çalışırken enerji mi israf ediyoruz dersiniz.
Acaba
artık son yüz yıldır, yaşadığı topluma ve insanına yukarıdan bakan,
birkaç istisnası dışında, dünya çapında kabul gören hiçbir değer, model,
sistem, fikir, ilim, teknoloji, hareket geliştirememiş olan Türk tipi
aydın modelinden çıkıp bu yazıda resmetmeye çalıştığım daha büyük
çaptaki dünyaya, insanlığa ait maddi-manevi sorunların çözümüne katkıda
bulunan bir gazeteci, ilim adamı, aydın, entel modeli, hedefi, gayreti
üzerine mi yoğunlaşsak!
İnsanlığa ve, eğer gerçekten dindarsak, Allah’a, karşı asıl böyle bir sorumluluğumuz var mıdır acaba!
Yoksa
tüm enerjimizi Türkiye üzerine veya Hizmet eleştirisi üzerine teksif
ederken acaba Erdoğan gibi ilim düşmanı cahil adamların gündemlerine ve
hırslarına, Ergenekon gibi fitne ocaklarının sürekli düşman üretme,
birbirinin ümidini kırıp, tenkid ettirme, uzaklaştırma hazlarının,
farkında olmadan, içine mi çekiliyoruz ki!
Dünya vatandaşı, dünya
aydını, dünya gazetecisi olmak varken, Türkiye gündemi veya Hizmet
Hareketi eleştirisi üzerine belki de gereğinden fazla enerji sarfederek
kendi potansiyelimize, geleceğimize, mesleğimize, ideallerimize,
ufkumuza zarar mı vermiş oluyoruz! Hani bazen; o Cemaat eleştirisi
konusunda bazı insanlarda-gruplarda öyle sistematik bir ısrar görüyorum
ki, acaba bu yazıda çerçevesini çizdigim çok daha büyük sorunların
çözümü adına faydalı faaliyetler üretebilecek, sistem geliştirebilecek
tek oluşumu Hizmet Hareketi olarak görüyorlarda, o yüzden de
eleştirilerimizle onu daha fonksiyonel bir hale getirelim ki insanlığın
nefes alabileceği bir zemin oluşsun diye mi düşünüyorlar acaba diye
düşünmeden edemiyorum!
Neyse Efendim! Yazı içinde geçen kendini
beğenme gibi görülebilecek bazı ifadelerimin hiciv sanatı kaynaklı
olduğunu belirterek, ne olur ne olmaz, bitireyim sözlerimi. Sizler de bu
yazıda işaret ettiğim sorularla zihninizi, benim sürekli yaptığım gibi,
meşgul etmeye devam ediniz kıymetli dostlarım benim! Ayrıca, benim
geçen gün yaptığım gibi; zulümden kaçıp artık Amerika’da yaşadıkları
halde hala Fenerbahçe-Galatasaray gündemi tartışan bir grup genci
usülünce azarladığım gibi yapınız sizler de.
Sağlıcakla kalınız!