Türkiye, 17-25
Aralık sonrası AKP döneminde tarihinin en talihsiz günlerini yaşıyor.
Muhalefetin ve Derin Devlet yapılarının da dolaylı yoldan verdikleri destekle
kendine özgüveni artan ve yaşadığı güç zehirlenmesi ile gözü kararan AK Parti
liderliği devlet trenini rayından çıkardı. Ülkenin son yüz yılda demokratik
kazanım adına biriktirebildiği üç-beş ne varsa hepsi bir anda çöpe atıldı.
Yaşanan hukuksuzlukların kabile devletlerinde bile yaşanmayacak boyutlara nasıl
ulaştığını hayretler içerisinde izliyoruz.
Tüm bunlar
olurken bir de AK Partili yetkililerin oluştudukları yapay gündem maddeleri ile
debelenip duruyor ülke. İnsanların zihinleri adına ‘vatan’ denilen bir
tımarhaneye hapsedilmiş durumda adeta. Eskiden
Anadolu denildiğinde aklımıza güzel insanlar diyarı gelirdi. Şimdilerde ise ruh
hastası ve paranoyak insanlarla dolu yığınlar geliyor hatırımıza.
Her gün yeni bir
algı, yeni bir karapropaganda peşinde koşan AKP liderliği çoğunlukla kasten ve manipülatif
ifadeler kullanıyorlar. Ama kimi zaman ahmaklıklarının ve cahilliklerinin eseri
olarak da yanlış ve lüzumsuz beyanlarda bulundukları da oluyor. Yani onlarınki hem
art niyetten hem de zihni kabiliyet yoksunluğundan kaynaklanan muzaaf bir ahmaklık
örneği ve iki dünyayı da kaybettirecek hüzünlü bir kaybediş hikayesi.
İşte bu tarz
ifadelerden bir tanesi daha geçenlerde sarfedildi. TBMM Milli Eğitim
Komisyonu'nun AK Partili üyelerinden Ahmet Çamlı, "Cihat bilmeyen çocuğa
matematik öğretmenin faydası yok" dedi. AKP liderliği fikriyat yönüyle çoğunlukla
ciddiye alınmayacak insanlar olsalarda, dinimizi kirleten, zarar veren ve
kavramlarımızın içini boşaltan tehlikeli sözlerinin ele alınıp irdelenmesi
gerekiyor. Zira bugün iyi biliyoruz ki ülkede AKP ile yaşanan bir radikalleşme,
bir selefileşme ve bir fanatiklik hakim ve artan bir hızla da toplumun
kılcallarına nüfuz ediyor. Bu da İslam’ın ve ülkemizin geleceği adına endişe
verici bir gelişme. O nedenle gelin bu sözden hareket ederek önemli bir kaç
noktaya değinelim.
Çamlı’nın sözünün tersi de çok doğru değil. Yani ‘matematik
bilmeyen çocuğa cihat öğretmenin faydası yok’ önermesi de yanlış ve yetersiz.
Burada asıl üzerine odaklanmamız gereken husus ‘cihat bilmenin’ ne anlama
geldiği, ‘cihat’ kavramını kullanırken başta Selefiler ve İslamcı siyasetçiler
olmak üzere birçok Müslümanın içine düştükleri tanımlama hataları, kavrayış
yoksunlukları, yanlış referans noktaları ve pragmatist seçicilikler. Bu yazıda,
AK Partili fanatikler gibi birçok kesimin idrak edemedikleri bu noktaya
odaklanacağız. Eğer doğru çerçeveye oturtabilirseniz şunu söyleyebiliriz ama; Matematik (ilim) bilmeden modern çağda
(kavramın gerçek ve yan manalarıyla) 'cihat' (nefis kontrolü, temsil, tebliğ)
yapılamaz. Şimdi bunu biraz açalım.
Fanatik-selefi akımlar cihat kavramını yüzeysel anlamı ile
ele alarak, onu tarihsel-pratik bir düzlemde, gerçek kimliğinden soyutlayarak
kullanıyorlar. Bu yaklaşım onlara rahat bir hareket alanı kazandırıyor. Zaten
tüm İslam ülkelerinde bir çeşit zulüm devam ettiğinden dolayı durumdan
rahatsızlık duyan bireylere bu pratik alan üzerinden ulaşmaya çalışıyorlar. Son
derece pragmatist, güç teminine (devşirmeye) dönük ve gündelikçi çıkarlara
dayalı politikalarla nefes alan İslamcı hareketler de böyle bir çerçeveye
oturtulmuş olan cihat kavramını kendi siyaset mağazalarının vitrinine koymak
suretiyle siyasi bir kimlik oluşturup müşteri (taraftar) kazanamaya
çalışıyorlar. Yani oluşturdukları kimliğin ana iskeleti neredeyse bu cihat
kavramı ve onun türevi anlayışların işletilmesine bağlı olarak çalışıyor.
Kısaca, cihat kavramını gerçek kimliğinden soyutlayarak, onu; kendi oluşturdukları
kimliğin özü, esası yapıyorlar. Yani timsahı öldürerek derisi ile kendilerine sağlam
bir kemer, fili öldürerek de fildişi ile büyüleyici kolyeler yapıyorlar.
Hepinizin iyi bildiği gibi cihat, küçük cihat ve büyük cihat
olmak üzere ikiye ayrılır. Bu tanımlama bizzat Efendimizin beyanına dayanmakta.
Yukarıda özetlediğim kesimlerce algılanan cihat şekli sadece küçük olarak
adlandırılan cihat. Hatta bir tesbitte bulunayım: Onlarınki küçük olan cihadın
bile ufak bir parçası aslında. Fethullah Gülen Hocaefendi, küçük cihadı tarif
ederken onu dinin emirlerini fiilen yerine getirme boyutuyla da ele alır. Yani
sadece güçle-emekle mücadele değil, dinin emirlerini fiilen yerine getirmek de
bunun bir parçası. Biz Müslümanlar henüz bu konuda bile yeterli bir mesafe
katedememiş, hayatımızın o yönünü bile günlük yaantımızın içine sistematize
edememiş topluluklarız. Bu, işin benim yüzeysel-şekli anlam dediğim boyutu
sadece. En geniş, ulaşılması zor olan ve en makbül manasıyla cihat ise, birazdan
resmedeceğimiz büyük cihada tekabül ediyor.
Cihat kavramı sözcüklerle ifade edilmesi kolay; ancak derin
manasının gerçek boyutlarıyla anlaşılması zor bir kavram. Mesela bir tablonun
karşısında durup o tabloyu başkalarına anlatabildiğinizi; ama tablodaki o resmi
kendinizin yapma kabiliyetinizin olmadığını veya çok sınırlı olduğunu düşünün.
Yani hakkında etraflıca konuşabiliyor ama yapamıyorsunuz. İşte günümüz
Müslümanlarının durumu da buna benziyor. Bu kavrayış olmayınca da cihadın
temsil ettiği gerçek mana Müslümanca yaşamanın ideal çizgisi haline
getirilemiyor.
Birçok İslam aliminin ifade ettikleri gibi cihat kavramı çok
daha geniş anlamları kapsayan
ve birçok manevi kabiliyeti işlettirmeyi gerektiren derin bir hakikattir. İman; dinin özü, esası ve manevi denizi ise,
gerçek manasıyla cihat da, o öze ulaşmak adına yapılan zorlu bir yolculuğun
adıdır. Hocaefendi de bu zorlu yolculuğa hep işaret etmiş ve onu (büyük
cihat) ‘’insanın kalbi ve ruhi hayatı
itibariyle insanlığa yükseltilmesi ameliyesi’’ olarak nitelendirmiştir. Düşünsenize;
neredeyse nefes alır sıklıkta çevremizle ve zihni melekelerimizle sürekli bir
iletişim halinde bulunuyoruz. Kin, nefret, öfke, bencillik, kıskançlık ve
nefsani arzu gibi son derece ‘’tahrip edici ve insani kemalattan alıkoyucu
duygu ve düşünceler’’ (F. Gülen) yaşam okyanusunun küçük-büyük dalgaları
şeklinde ruh sahillerimizi mütemadiyen dövüyorlar ve onu aşındırıyorlar. İşte büyük cihat, bu tarz ‘’duygu ve
düşüncelerin bütününe karşı ‘kavga’ etmenin’’ (F. Gülen), direnmenin ve o
dalgalara karşı yüzmenin, o uğurda çalışma azim, cehd ve gayretinin adıdır.
Evet! Popüler
kullanımdaki anlamıyla cihat, iman denizinin sahilinde yüzüp, küçük balıklar tutmak
gibidir. Gerçek derinliği ve manasıyla cihat ise, o iman okyanusunda, dalgalara
ve fırtınalara rağmen insan olmanın gerçek manasının anlaşılması uğruna bir sefere
çıkmaktır. Meşakkatli ve hedefe ulaşılması
adeta imkansız gibi görünen o zorlu yolculukta üzerinde ilerlediğimiz gemi ise
ilim gemisidir. Onun dümeni akıl,
pusulası vicdan, yelkenleri de sabırdır. Bedeni ise bilgi ve hakikat
tahtalarından yapılmıştır.
Kainattaki tüm
yaratılış nasıl Allah’ın (c.c.) ilminin bir yansıması ise bizleri Allah’a ulaştıran
iman yolculuğu da o yüce ilmin bir yansıması, bir türevi olan kendi cinsinden
ilimlerin varlığıyla mümkün olabilir. Allah’a en yakın olabilen, ondan
layıkıyla korkabilen ki, bir hadiste “Hikmetin başı Allah korkusudur
denilmiştir, onu gerçek hakikatıyla en iyi şekilde bilip, tanıyıp, anlayabilen kişiler
alimlerdir. Onları Paygamber varisi yapan miras da kendilerine lütfedilen ilim
ve irfandır. Zümer (39-9) suresinde zikredilen “Bilenlerle bilmeyenler bir olur
mu?” hakikati de buna işaret etmektedir. Bu bağlamda; Maide suresi 35. ayetinde
‘’Ey inananlar, Allah'tan korkun, O'na yaklaşmaya yol arayın ve O'nun yolunda cihad edin ki, kurtuluşa eresiniz’’
denilirken, cihat kelimesi ile Allah’a yakınlaşmaya yol arama davetinin
(emrinin) yanyana bir arada zikredilmeleri de son derece ilginçtir (Bu son
cümle şahsi yorumumdur; lütfen tefsir olarak kabul etmeyiniz).
Bu çok az insana
nasip olan ilmi kavrayış ve bakış (basiret-firaset) olmayınca, fertler; korkular,
nefsani tuzaklar ve ihtiraslar aracılığıyla kullanılmaya ve kandırılmaya daha müsait
hale geliyorlar. Günümüzde Müslüman toplulukların yaşadıkları zulüm ve
sıkıntıların temelinde bu vardır. İlahi
hakikatler ile ruh ve vicdanımız arasındaki ilim halatları koptu ve irfan
köprüleri yıkıldı. Bizler de yüksek debide akan bir ırmağın bir köşede
topladığı çalı-çırpı gibi adına ‘Müslüman ülke’ dediğimiz alanlarda ‘Müslüman
yığınlar’ olarak toplandık. Medreselerimiz,
mekteplerimiz, üniversitelerimiz, kışlalarımız, devlet kurumlarımız,
camilerimiz hep cehaletin, ilkesizliğin, taklitçiliğin, tembelliğin,
nemelazımcılığın, sistemsizliğin, şekilciliğin, bid’atların, hatta zulümlerin
merkezleri haline geldiler.
Medeni dünya ilim ve teknoloji alanında çok hızlı bir sür’atle
bizleri geride bırakıp zenginleşirken geliştirdiği sistemleri, insanı ve
toplumu daha iyi analiz eden fikriyatı sayesinde de insanlık dümeninin başına
geçti. Bizler hakikat denizinde irfan ve bilgelik avlayabileceğimiz güçlü inanç
ağlarına sahip olduğumuz halde, onların ilim yoluyla, daha cılız konumdaki
düşünce ağları ile yakaladıkları en küçük vicdan ve ahlak balıklarını dahi
yakalayamadık. Hala da birbirimize zulmedip, birbirimize çelme takıp bir o yana
bir bu yana tosloya tosloya zaman ırmağında, sanki rastgele akıp giden bir ağaç
kabuğu gibi plansızca sürüklenip gidiyoruz.
İşte yukarıda
çerçevesini sunduğum büyük (derin manasıyla) cihat ufkunu yakalanamadığımız
müddetçe (maddi-manevi) ilmin çelik halatları ile o irfan köprüsünü asla
yeniden tesis edemeyecek ve yeniden bize ait bir medeniyet inşa edemeyeceğiz.
Böylece insanlık ile aramızdaki mesafe gittikçe daha da artacak ve bizler hem onların
sadece tüketicileri konumunda kalmaya devam edeceğiz hem de birbirimizin
enerjisini ve geleceğe dair yeşerttiğimiz son ümit kırıntılarını da tüketmeye
devam edeceğiz.
Yani ilimsiz bir cihat yolculuğu; tıpkı bazı Hollywood
filmlerinde işlendiği gibi, batan bir geminin son kalan kütük parçasına
tutunarak okyanusta hayatta kalmaya çalışmaya benzer. Genelde sonu hüsranla
biter ve başarısız olmaya da mahkumdur.
Günümüzde öncelikle
bize ait hakikatleri özümseyip insanlık ufkuna erişebilmenin, ardından da
onları temsil ve tebliğ yoluyla başkalarına da ulaştırabilmenin yani i’la-yı
kelimetullah (Allah’ın kelamını yüceltmek) yoluyla cihat edebilmenin yolu işte
bu ilim yolundan geçer. Zaten, Hocaefendi’nin ifadesiyle, Bediüzzaman Said
Nursi de, “medenilere galebe ikna iledir” diyerek cihat kavramına yeni bir buut
kazandırmıştır. Bu ‘galip’ olabilme hali ilim, düşünce ve sistemleşmede zirveyi
yakalayabilmekle gerçekleşebilir ancak. Bu çerçeveye, Bediüzzaman Hz.lerinin
‘’Merak ilmin hocasıdır’’ ifadesini de oturttuğunuzda resmetmeye çalıştığım
hakikat tablosu daha da netlik kazanmış oluyor ve ilim-cihat-irfan-medeniyet
yolculuğunun başlangıç noktasına perde aralıyor.
Eski ve yeni
bilgilere hakim olmayan, merak edip sorular sorarak hakikatleri didik didik etmeyen
insanlar günübirlik yaşayorlar ve tefekkür ve tekamül yolundan sapıyorlar.
Böylece de gittikçe özlerinden uzaklaşıyor, vicdan, ahlak ve idrak melekelerini
zamanla körleştiriyor veya hepten kaybediyorlar. Böyleleri; çok geçmeden art niyetli siyasetçilerin, din
istismarcılarının, düzenbazların ve zalimlerin kuklaları haline geliveriyorlar,
günlük korkular, gelecek endişeleri veya boş ümit ve hayallerle kolayca kandırılarak
‘cihat’ adı altında yanlış hedeflerin cazibesine kapılıyorlar.
Tıpkı ay ışığının
yakamozları üzerinde yaratıcısını zikretmesi gerekirken, insanların yaktığı
lambaların üzerine atlayarak yanarak ölen böcekler gibi; ilimden ve meraktan
nasipsiz insanlar da Aşk-ı İlahi’den ve Rabbimizin hikmet güneşlerinden süzülüp
gelen nurdan hakikatler (vahyin gerçek frekansı) yerine sahte insanların
yaktıkları sahte siyaset ampüllerinin peşine takılıp gidiyorlar ve hem
dünyalarını hem de ahiretlerini tehlikeye atıyorlar.
İşte bu nedenle derim ki; Peygamber mirasçıları olan alimlerden
kabul ettiğim Fethullah Gülen Hocaefendi ve Bediüzzaman Hazretleri gibi alimler
insanları yanlış ve eksik olan cihadi perspektiflerle motive etmiyorlar ve böylece
onları boş hayallerin, temelsiz fikirlerin ve fırsatçı-gaddar yönetimlerin
peşine takılıp gitmekten kurtarıyorlar. Zaten
sisteme o şekilde biat etmemiş olduklarından dolayı çeşit çeşit zulümlerin baş
hedefleri haline geliyorlar.
Gerçek alimler bireyi
temel plana alarak onun kafa-ruh-vicdan bütünlüğü ve insicamına yani iman
inşasına odaklanırlar. Bireyin Allah’a yakınlaşmasına vesile olmak gayesiyle onun
ruh havzasına köprü kurup ilim-iman-vicdan bütünleşmesine yoğunlaşırlar. Bunu
yaparken de birey ile toplumu, ilim ile imanı, vicdan ile ahlakı, irfan ile
medeniyeti buluşturmaya gayret ederler. Bu yöntem Peygamber mesleği olması
hasebiyle günümüzde de hala en geçerli olan cihat şeklidir. Doğru olan yöntem
de budur. Medeni asırda i’la-yı kelimetullah yani Allah’ın adını yüceltmek
ancak bu tarz yöntemlerle mümkündür.