3 Ekim 2016 Pazartesi

FİTNECİ DEVLET, BOZUK TOPLUM, ISLAHÇI CEMAAT

Bu yazı 3 Ekim 2016 tarihinde Yeniyonum.com (Baz Haber) de yayınlanan köşe yazısıdır.



Bazı yabancı kaynaklar 1942 yılı Varlık Vergisini anlatırken, amacını ‘yeni bir Müslüman burjuva sınıfı oluşturmak’ olarak ele alıyorlar. Oysa CHP dönemlerinden bahsediyoruz. Buna aslında seküler, laik ve Kemalist, hatta CHP’li ve ‘Türkçü’ (Türk değil) bir burjuva demek daha yerinde olur. Ya da, en azından, bu çizgideki bir rejime odun taşıyabilecek nitelikte olan herkes. O talihsiz süreç yaşanırken, Yahudiler çoğunlukla mallarını yurtdışına kaçırabildiler. Bu tür durumlara çoklukla maruz kalan bir topluluk oldukları için böyle tehlikelere hazırlıklılar. Hatta, bu tür reflekslerinden dolayı dünyada bankacılık sistemini ilk olarak Yahudilerin tesis ettikleri bile söylenir.

Rahmetli Oktay Sinanoğlu hoca ile Amerika’da yaptığımız meşealtı sohbetlerinden birinde anlatmıştı bunu bana. Yahudilerin böyle bir sistem geliştirmekteki amaçlarından birinin; sıkıntı anlarında varlıklarını, dünya üzerinde daha güvenli bölgelere en hızlı şekilde aktarabilmek olduğunu söylemişti. Görünen o ki; böyle bir kaosa hazırlıklı olmayan diğer ecnebi vatandaşlarimiz 1942 fırtınasına hazırlıksız yakalanmışlardı.

Bu olayda amaç sadece ekonominin değil toplumun da ‘Türkleşmesi’ idi; ama unutmayın ki bu tür Türkçülük anlayışları daha İttihat ve Terakki’nin ilk zamanlarından itibaren, gerçekte kendileri Türk olmayan bu kesimler tarafından sürekli suistimal edilmiş, Türkçülük adeta güce ve kontrole bir maske olarak kullanılmıştır. Atatürk’ün, ölümünün ardından devlet sistemi ve toplum mühendisliği çerçevesinde kutsanan bir konuma getirilmesi de yine Atatürk’ün kendi isteğiyle olmamıştır. Bu aşırı kutsama durumu, İttihadçı-Türkçü damarın; onun karizmasını, konumunu ve potansiyelini kullanmak istemesiyle ve Atatürkçülük-Kemalizm dediğimiz rejime dönüştürmesiyle oluşmuştur.

Bu nedenle de Türkiye’nin inşasında kullanılan ‘Türkçülük’, hastalıklı bir anlayıştır; fıtri ve doğal değildir. Bu anlayış sayesinde, Osmanlı’ya bağlı olan Arap ve diğer ulusların bünyeden daha kolay kopmaları sağlanmış ve bu akımlar Osmanlı’daki toplumsal çözülmeyi hızlandıran bir katalizör görevi görmüşlerdir. Diğer yandan da o mahiyetimizdeki uluslara, yine İngilizler tarafından öğretilen, ulusçuluk akımı ile de bu kopmalar hızlandırılmıştır. Yani içeride Türkçülük şeklinde beliren ‘Ulusculuk’, Osmanlı toplumunun dokusunu oluşturan değişik unsurlara da bir ideoloji olarak benimsetilmiştir. Bugün Perinçek ve Ergenekon Gladyosu ile temsil edilen ve Kemalizmin bir türevi gibi hareket eden Ulusalcı akım da yine bu çerçevede değerlendirilmelidir. Bunun İngiliz aklından bağımsız olmadığı unutulmamalıdır.

6-7 Eylül 1955 olaylarında, Özel Harp eliyle, Kıbrıs bahane edilerek çıkan olaylarda daha çok Rum vatandaşlarına ait yerlere saldırıldı. Bunun için de Selanik’te Atatük’ün evine Rumlar tarafından bomba atıldığı iddia edildi. Kendi Gladyomuzun bir Türk’e yaptırdığı bu kışkırtıcı eylemden bir yıl evvel, bir İngiliz elçinin kendi ülkesine ‘Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin iyi ama kırılgan olduğu, Atatürk’ün evine yapılacak bir saldırının kaosa neden olabileceği’ şeklinde bir rapor gönerdiği de bilinmektedir. Yani, o olayda da İngiliz aklı ve İttihadçı Gladyo işbirliğinin izleri görülmektedir.

Başta Ermeniler olmak üzere tüm gayr-ı Müslüm vatandaşlarımızı etkileyen, 1942 Varlık Vergisi bir vergi uygulaması olarak lanse edilmiş; ama aslında tam bir gasp aracı olmuştur.

İnsanlar 15 gün içinde o ağır vergileri ödemek durumunda bırakıldılar. Malı olan malını ancak kelepir fiyatına satabildi, çünkü böyle zamanlarda toplumun sadece korku (itaat) damarları değil; çirkeflik damarları da ortaya çıkar. Tıpkı sıkılan bir bilekte damarın daha belirgin bir hale gelmesi gibi fırsatçılık zirve yapar! Bir önceki; ‘’Düşene Vuran Toplumdan, Herkese Vuran Topluma’’ başlıklı yazımızı hatırlayın! Bu dönemde, belirlenen sürede ‘vergisini’ ödeyemeyenler çalışma kamplarına gönderildiler. Bu kamplarda bazı yaşlı insanların öldükleri de söyleniyor.

Fırsatçılığın hortladığı, şartların zorlaştığı bu dönemde firmalar fiyatlarını arttırdılar ve  böylece enflasyon şişti. Tüm halk da bundan etkilenmiş oldu. Bir de böyle kaos zamanları, kolay yoldan zengin olmak isteyen çevreler ve kişiler için fırsat zamanlarıdır. Olan hep sosyal pramidin en altındaki halka olur. Hem farklı motiflerle toplumu maniple eden liderlerin savaşını vererek canından ve malından olurlar, hem de kaos zamanı fırsatçılarının zulümleri yüzünden zor zamanlar geçirirler.

O dönemde Şükrü Saraçoğlu (CHP) hükümetinin kullandığı bazı söylemlere de bir göz atalım:

"Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz." Şimdi de 15 Temmuz çakma darbesi ardından Erdoğan’ın sarfettiği bazı ifadeleri hatırlayın: ‘Bu bize Allah’ın bir lütfu oldu’, ‘FETÖ’ye kanunlar kapsamında bir şey yapamıyorduk, normal şartlarda yapamadıklarımızı yapabiliyoruz artık!’ ‘Ne mahkemesi, teröristin mahkemesi mi olur.’ Sanırım bu benzerliklerdeki maksadım anlaşılmıştır.

Zaten AKP’nin son 15 yıllık eylemlerine baktığınızda kendi partici çevrelerini en hızlı yoldan zengin edip yeni bir yeşil sermaye oluşturmaya çalıştığını görüyoruz. Rakip olarak görülen başta Hizmet Hareketine ve kişilere bağlı tüm vakıf ve özel kurum ve kuruluşlara el konuldu, malları gasp edildi ve yüz binlerce masum insan hapishanelere dolduruldu. Üstelik bu sefer yapılan zulümlere ‘vergi’ gibi bir kılıf uydurma gereği bile görülmedi. İnsanlar kanundışı yöntemlerle, sadece Erdoğan’ın lafı üzerinden ‘terörist’ ve ‘hain’ ilan edildiler ve soygunlar böylece devlet terörü şeklinde işlenmeye başlandı. İster 1942 olsun, ister şimdiki talihsizlikler; olayların ardındaki Özel Harpçi Gladyotik akıl değişmediği için saçmalıklardan hiç kurtulamıyoruz. Bu noktayı, ‘’Cemaat Türkiye’yi Dava Manyağı Yaparsa’’ başlıklı yazımıza havale ederek, Saraçoğlu’nun diğer ifadeleriyle devam edelim.

"Bu memleket tarafından gösterilen misafirperverlikten faydalanarak zengin oldukları halde, ona karşı bu nazik anda vazifelerini yapmaktan kaçınacak kimseler hakkında bu kanun, bütün şiddetiyle uygulanacaktır.’’

"Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve laakal o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir. (...) Biz ne sarayın, ne sermayenin, ne de sınıfların saltanatını istiyoruz. İstediğimiz sadece Türk milletinin hakimiyetidir."

Bugün Hizmet Hareketi’ne saldırılıp malları gasp edilirken ve AK Parti’nin 17-25 Aralık yolsuzluk dosyaları halkın gözü önünden kaçırılmaya çalışılırken kullanılan; ‘halkın olanı alıp halka veriyoruz’’, ‘’kanunlar dahilinde bunlara karşı bir şey yapamıyorduk’’, ‘’halkın zaferi’’, ‘’Yeni Türkiye’’, ‘’bizi kıskanıyorlar, iyiliğimizi istemiyorlar’’, ‘’hedef Erdoğan’’, ‘’faiz lobisi’’, ‘’kökü dışarıda hainler’’, ‘’sülükler’’ vb. şekillerdeki argümanları da bu gözle bir daha değerlendirin ve paralellikleri görün.

Böyle hatalarından ders al(a)mayan bozuk toplumlar, bizde olduğu gibi, benzer sorunları tekrar tekrar yaşarlar. Önceleri Ergenekon Örgütü eliyle 28 Şubat dönemi cinayetlerini, soygunlarını ve ekonomik krizlerini yaşadık. Şimdilerde ise Türkiye tarihinin belki de şimdiye kadar gördüğü en büyük hırsızlıkları ve gaspları yani AK Parti ve Erdoğan dönemi hırsızlıklarını yaşıyoruz.

Saraçoğlu hükümetinin, yeni (yandaş) burjuva sınıfı oluşturma ve toplumsal dokuyu etkileme kurnazlığı adına kullandığı toplumsal maniplasyon taktikleri ile, Ergenekon’un ‘laik rejim tehlikede’, ‘gerici-İran olmayacağız’ yaygaraları ve Erdoğan’ın ‘Yeni Türkiye’, ‘dış güçler’, ‘paralel devlet’, ‘FETÖ’ safsataları hep aynı şark kurnazlığı örnekleridirler. Yani bir hırsızlığı örtme çabası ve çuvalı halkın gözünden kaçırırken onlara seyrettirilen sihirbazlık maharetleridir tüm bu yaşananlar. Bunun siyasi karşılığı da ‘algı operasyonu’ veya ‘Psikolojik Harp Taktiği’dir.

6-7 Eylül 1955 hadiselerine geri dönelim. Bu talihsiz talan hadiseleri benzer çevrelerin etkisiyle hem de Demokrat Parti döneminde yaşandı. Bugün nasıl Gladyo, Hizmet Hareketi’ne karşı yaptığı tüm çirkefliklere AK Parti ve Erdoğan’ı alet ediyor, onların suç ve zaaflarını kullanıyorsa, o gün de Demokrat Parti’yi kullandığı çok açık. Zamanı geldiğinde de tüm suçlar Menderes’in boynuna asılan idam urganına takıldılar. Derin devletin olaylardaki organizatör rolü Menderes’in boynuna asılarak halka unutturuldu. Bu, elbette Demokrat Parti’nin hatalarını ve ihmallerini görmemek anlamına gelmez. Alet olmak da suçun ortağı olmaktır. Bugün Ergenekoncu Perinçek, açıkça; ‘Erdoğan bizim çizgimizde, ne dersek onu yapıyor’, ‘tasfiye listelerini biz verdik’, ‘bir sürü kaset dosyaları var’ vs. diyorsa, bunlar Erdoğan etrafında oluşan ve artık bir suç organizasyonuna dünüşmüş olan AK Partili kesimlerin suçlarını hafifletmez.

Özetle; her zaman söylediğim gibi, hatalarından ders al(a)mayan toplumlar ne terakki edebilirler ne de çürümüşlükten kurtulabilirler. Aynı hataların girdaplarında, aynı yılanlar tarafından sokulup dururlar. Amerikan toplumunun en beğendiğim yanlarından biri; belli dönemlerde hatalar yapsalar da, hatalarından ders alabilme konusunda bazı toplumsal ve hukuksal refleksler sergileyebilmeleridir.

Bizler İttihat ve Terakki döneminde yaşamaya başladığımız ve sonra onun uzantısı olan Gladyo ile de yaşamaya devam ettiğimiz sorunları artık knonik bir şekilde tekrar ve tekrar yaşamaya devam ediyoruz.

Umarım bir gün biz de daha şağlıklı bir toplum haline gelebilir, hatalarından ders çıkarmayı becerebilen bir kıvama gelebilir ve bu yönde gerekli olan birtakım onarıcı kaabiliyetleri geliştirebiliriz.

Ancak acı olan şu ki; bu reflekslerin gelişebilmesi yönünde belki de en ciddi faaliyetleri gerçekleştiren ve bu uğurda gerekli azmi sergileyen, en sistemli hareket olan Hizmet Hareketi’ni, yani en aktif ıslah edicisini, bugünlerde kudurmuşçasına bitirmeye çalışan ve bununla da ciddi zaman ve enerji kaybeden bir toplumuz aynı zamanda.
Bozuk bir toplumun bağrında hayat bulan, hırsız ve fitneci devlet anlayışı bütün hırsıyla ve gücüyle geleceğe ait tüm ümitlerimizi çalmaya ve kanımızı emmeye devam ediyor!

Bakalım gelecek yıllar, bu topraklara neler gösterecek!

Unutmayın!

Kutsal olan devlet değil; insanlığımız, adalet ve hakkaniyet ölçümüzdür! Geleceğimizin teminatı da devlet aygıtı değil; insanlarımızın kalitesidir.

Bu konu ile alaklı diğer bir yazımız:

Ganimet Diyerek Çalmak
Düşene Vuran Toplumdan, Herkese Vuran Topluma
Cemaat Türkiye’yi Dava Manyağı Yaparsa!