8 Eylül 2016 Perşembe

GANİMET DİYEREK ÇALMAK

Bu yazı 8 Eylül 2016 tarihinde Yeniyön.tv (Baz Haber) de yayınlanan köşe yazısıdır.


Ülkemiz tarihinin insanlık adına en karanlık ve utanç verici günlerini yaşıyoruz. Bir adamın hedef göstermesi ile birlikte bütün ülke transa geçmiş gibi çıldırmışcasına kendi insanının üzerine saldırıyor. Kanuna saygı yok, hukuk ve adalet kavramları ayaklar altında. Akıl ve vicdan; zan, iftira, hamaset ve fırsatçılık duygularına teslim olmuş durumda. ‘FETÖ’ denilerek masum insanlar hapse atılıyor ve mallarına adaletsiz bir şekilde ‘ganimet’ denilerek el konuluyor. En acı veren tarafı da tüm devlet aygıtının bu işe alet ve ortak edilmesi.

Türkiye daha önce de açık veya gizli şekillerde devlet aygıtından destek alarak yapılan toplu gasp olaylarına tanık olmuştu. 1942 yılının Varlık Vergisi, kelimenin tam anlamıyla bir gasp soygunu idi. İkinci Dünya Savaşı öncesi dünyanın üzerine çöken kara bulutlar insanların karakterini bozuyor, vicdanları köreltiyor, güç sahiplerini de zehirlemeye devam ediyordu. İngilizlerin sinsi ve kardeşi kardeşe, alt kimliği alt kimliğe dövdürme taktikleri başarı ile her yerde uygulanmaya devam ediyordu. Türkiye de bu maniplasyonlara aç; fırsatçı ve ezik politikacıların, derin Gladyoların güdümünde bir ülke olduğundan bu vetireden fazlasıyla payını alıyordu.

İlimden, ahlaktan, evrensel değerlerden, vicdandan yoksun, kırık dökük bir insanlık çizgisinde ilerleyen Türkiye insanı, ki bu cümleler neredeyse son yüzyılımızı özetliyor, bu etrafa yayılan zehirlerden kolayca etkileniyordu. Varlık Vergisi bahane edilerek yabancı uyrukluların hatta köylülerin mallarına, derecesine ve şekline göre, el konuluyor, üzerlerine ‘çökülüyordu.’ Devlet görünüşte bahaneler üretiyor, konuya politik, ideolojik kısaca iş görecek ve halkı inandıracak her ne malzeme varsa kullanıyordu. Fakat gerçekte olan şey bir güç devşirme, konum sağlamlaştırma, güç dengelerini lehine çevirme ve en önemlisi de kendi burjuva sınıfını oluşturma amacını güdüyordu.

Evet! Köylünün bile malına el konularak bu güç oluşumuna destek veren bir kesim rahat ettiriliyor, yabancıların mallarına ve ticarethanelerine el konularak da servet yeni bir burjuva adayı, partici bir kesime aktarılıyor; onların kolay yoldan zenginleşmesi sağlanmaya çalışılıyordu. Onlara göre bu ‘ulusal’ olabilmenin bir gerekliliğiydi. Eğer toplumun kalanı da zengin olsaydı veya o zaman da bugünün Hizmet Hareketi gibi bir oluşum bulunsaydı, bir bahane bulunur ve onların mallarına da el konulurdu. Rahmetli anannem, İnönü döneminde henüz küçük bir çocukken köylerine gelen jandarmanın 10 çuval hasattan dokuzuna nasıl el koyduğunu ve şehre kadar da onlara nasıl taşıttığını anlatırdı bize. Bu malların CHP tarafından asker ailelerine dağıtıldığını da söylerdi.

1945 yılı da devlet destekli bir gladyo operasyonuna şahit olmuştu. İçlerinde Süleyman Demirel ve İlhan Selçuk gibi isimlerin de olduğu, çoğunluğu turancı ve İslamcı denilen gençler ‘’Allah, Allah’’ diyerek, ‘’Kömünistlere ölüm’’ diyerek Tan gazetesini bastılar. Henüz Celal Bayar ve Mendereslerin CHP’den yeni ayrıldıkları günlerdi. Belli ki kendini devletin sahibi zanneden derin gladyo (Özel Harp eliyle) yeni bir toplumsal ajitasyon planlamış ve ahtopotun elverişli bir kolu ile de siyasi bir maniplasyona girişmişti.

Aynı Gladyo benzer olayları Varlık Vergisi döneminde 1955 yılının 6-7 Eylül olayları sırasında yaşatmıştı ülkeye. Bu tarihte Özel Harbin, ki bu eski MGK genel sekreterliği yapan Sabri Yirmibeşoğlu tarafından itiraf edilmiştir, planlaması ve kışkırtması ile gaza getirilen kitleler sokaklara döküldüler. ‘Rumlar, Atatürk’ün Selanik’teki evini bombaladılar’ denilerek kandırılan, ajite edilen ve örgütlenen insanları sokaklara dökerek yine yabancı uyruklu ama daha çok Rum olan vatandaşlarımızın üzerlerine saldırttılar. Evlere, kiliselere, iş yerlerine ve mezarlara saldırıldı. Mezarlardaki kemikler bile etraflara saçıldı. Resmi rakamlara göre 70 ama belki de 400’e yakın kıza tecavüz edildi. Kimbilir belki o insanlara da şimdilerde olduğu gibi ‘Ya Allah, Bismillah, Allahu Ekber’ veya benzeri naralar attırılmıştır. Şimdilik bildiğimiz ‘’Kıbrıs Türklerindir!’’ sloganları eşliğinde yaşandığı tüm rezaletin.

Tan olaylarının katılımcısı Demirel gibi isimlerin sonradan parladığını biliyoruz. 6-7 Eylül olaylarını ateşleyen olayın müsebbibi, Atatürk’ün evinin bahçesine bomba attığı iddia edilen Türk öğrencinin de sonradan istihbaratçı ve vali yapıldığını biliyoruz.

Kısaca, Özel Harp’in tetiğe basmasıyla belli ajanlar veya kullanışlı guruplar harekete geçirilmiş ve kitleler yönlendirmişti. Aynı stratejiler sonraki yıllarda, 1980 darbesinde kardeşin kardeşi öldürdüğü günlerde de başarıyla uygulanmıştı.

Şimdilerde de değişen pek bir şey yok. Tıpkı 6-7 Eylül olayları gibi; önceden hazırlandığı ve başarısızlığa programlandığı açık olan bir ‘darbe’ teşebbüsü, adalet mekanizması es geçilerek Erdoğan ve AK Parti hükümetinin hedef göstermeleri sonucu toplumsal bir cadı avına dönüştürüldü. 6-7 Eylül, ekonomik gücün yeni ve ‘ulusal’ bir güce aktarılması ve Kıbrıs sorunu üzerinden toplumsal zihnin dizayn edilmesi çabaları ise, 15 temmuz darbe senaryosu da ekonomik ve bürokratik-siyasi gücün tekrar ‘’ulusalcılaşması’’ ve toplum zihninin korku ve dehşet saçılmak suretiyle bu dizayna hazırlanması hadisesidir. Erdoğanlı AK Parti her ne kadar süreçten güç devşirmeye çalışıp tabanını İslamcı motifli ‘’Yeni Türkiye’’ dizaynı olarak satmaya çalışsa da olayın gerçek beyni yukarıda işaret ettiğim Özel Harp zekası ve hırsıdır. Tüm pis emellerini; kullanışlı ve bu kirli ilişkiye mahkum olan AKP liderliği üzerinden gerçekleştirmektedir sadece.

İşte bu süreç de büyük gaspların ve hak ihlallerinin yaşandığı bir sonuç doğurdu. Darbe bahane edilerek binlerce ticaret işletmesi ve fabrikaya malları ile birlikte el konuldu ve belli çevrelere peşkeş çekildi. Veya en güçlü rekabet bertaraf edilip partici bir kesimin önü açılmış oldu. Binlerce okula el konuldu. Yandaşlara peşkeş çektikleri halde tabelalara ‘’milletin malı milletin hizmetinde’’ ifadesi yazıldı. Darbenin hemen ardından ‘bu Allah’ın bir lütfu’ denilip başlanıldı soygunlara. "Bunların kökünü kazıyacağız, şu anda inlerine girdik. İşgalcileri hukuk içerisinde temizliyoruz. Listeler önceden vardı ama hukuk kuralları içinde bir şey yapamıyorduk’’ denildi sonra. Amacı şüpheli (muhtemelen Özel Harbe çalışan) bir ‘din adamı’ çıkıp ‘’Bunların mallarının hayrını görün, 15 üniversite sizin, hastaneler sizin, 1000 tane okulun hayrını görün, tepe tepe kullanın.. Afiyet olsun, hakkınızdır, ganimettir, ganimet’’ diyebildi ve önündeki kalabalık da bunu alkışladı. Zaten uzunca bir süredir bazı cemaatlerden ve tarikatlarden insanlar hem de darbeden çok önce çat kapı şekilde Hizmet Hareketine ait okullara gidiyorlar ve burası bizim olacak, o yüzden gezmeye geldik diyorlardı. Bazı önde gelen AK Partililer de gasp edilen Hizmet kurumları önünde resimler çektiriyorlar ve Twitter hesaplarına ‘’Elhamdülillah’’ yazarak ‘’ganimeti’’ kutluyorlardı. Onların eşleri de ganimettir diyen İŞİD zihniyetli partililer bile çıktı. Böyle bir gasp; kanlı mücadelelere sahne olan 12 Eylül darbesi döneminde bile yaşanmamıştı. Özel Harp tarafından toplumdaki 6-7 Eylül ruhu daha iğrenç ve etraflı bir şekilde hayata geçirilmiş oldu tekrardan. Bizzat anlatılan hadiselerden biliyorum. Bir kuyumcunun dükkanını basan polisler tutanaksız bir şekilde bütün malları alıp götürmüşler. Hizmet Hareketinden bir tüccara borcu olan partili bazı iş adamları, ‘artık borçlarımızı ödemeye gerek yok, savaş yaptık ve kazandık, bu artık ganimet’ diyorlarmış. Hırsızlık ve hırsızlığın vicdanlara ‘ganimet’ denilerek yedirilmesi işte bu boyutlarda tecelli ediyor.

Üstelik bu sefer gayrımüslimler değil, toplumun her kesimini ortak bir ideal etrafında birleştirmeyi başarmış olan Müslüman ve dindar bir Hareketin mallarına ve haklarına saldırılıyor, başka ‘dindarlar’ ve masum insanlar hapse atılıyorlar. Hem de on binlercesiyle… 6-7 Eylül için devlet 60 milyon lira tazminat ödemek zorunda kalmıştı. Şimdiki iğrençliğin ve yüz karası uygulamaların hukuki boyutunu ‘’Cemaat, Türkiye’yi Dava Manyağı Yaparsa!’’ başlıklı yazımda ele almıştım.

Evet, bugün Hizmet Hareketine karşı yönlendirilen gasp eylemi Türkiye tarihinin hatta Türk tarihinin en yüz karartıcı hadisesi olmaya adaydır. Toplum, dini motifler kullanılarak ‘’ganimet’’ denilerek iyice hırsız, gaspçı, hamasi bir çizgiye çekilmekte; kalan son ahlak kırıntıları da yok edilmektedir. Anadolu halkının harcı olan birlikte yaşama ve komşuya, insana saygı eksenli kaabiliyetler dinamitlenmektedir. Bunun daha büyük ve acı sonuçları olacaktır. Yazılarımda konunun bu toplumsal boyutunu değişik yönleriyle sürekli irdeliyorum.

Sonuç itibarıyla; darbe de yalan, paralel safsatası da yalan, ‘FETÖ’ de yalan, ‘Yeni Türkiye’ idealleri de yalan…

Gerçek olan tek şey; 17-25 Aralıkta ortalığa saçılan devasa boyuttaki kirlenmenin, hırsızlıkların, rüşvetlerin, yolsuzlukların ve para aklamaların üzerlerini örtme gayretleri ve bu uğurda verilen adaleti felç etme mücadelesi… Ayrıca, halkın dini duyguları sömürülerek bir siyasi illüzyona uğratılması… Tek cümleyle; hırsızlık sisteminin devam ve idamesi… Buna engel olarak algılanan Hizmet Hareketi’nin bu nedenle bitirilmesinin gerekliliği…

Herbert, ‘’Bana bir yalancı göster, sana bir hırsız göstereyim’’ derken ne kadar da haklıdır değil mi? Tarihimizin en büyük yalanına şahit oluyoruz bizler de. Hırsızların, yolsuzların güdümünde bir ülke olduk artık. Goethe’yi hatırlıyorum bu noktada hemen. ‘’Küçük hırsızları asıp yok ederler. Büyükleri çok ilerlemiştir, ülkeyi ve sarayı yönetiyorlar’’ der o da.

Demek ülkenin mayası bu kadar bozulmuş olmalı ki, toplum bu tür suçları bırak izlemek, artık alkışlar bir hale gelmiş durumda. O da yetmezmiş gibi, vicdanını dini bir kavram olan ‘ganimet’ ifadesiyle közleyip o hırsızlıktan nemalanmak için salya akıtıyor; fırsat kolluyor artık halk. Kalanı da bana dokunmasın da önemli değil hali içerisinde. Lübnan kökenli Amerikalı sanatçı ve şair Halil Cibran ile bitireyim o zaman.

‘’Nasıl ki yaprak; ancak bütün ağacın sessiz bilgisi ve isteği olmadan sararmazsa, suç işleyen de topunuzun gizli isteği olmadan, o suçu işleyemez.’’ 

Kendilerini düzelt(e)meyen toplumlar acı bir akıbete hazır olmalıdırlar. Toplumsal akıbet ve çöküş saati geri saymaya devam ediyor!