31 Aralık 2007 Pazartesi

'KAFASINI KAŞIYAN ADAM', ''GÖBEĞİNİ KAŞIYAN ADAMA'' KARŞI

Bu yazı 2 Ocak 2008 tarihli IV. Kuvvet Medya Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

Hollywood filmleri meraklılarının başlıktaki espiriyi hemen yakaladıklarına eminim. Rocky, Ivan Dragon'a karşı... Rambo, Vietnamlılara karşı... Red Kit, Daltonlara Karşı... Süpermen falancaya, Batman filancaya karşı şeklindeki uzun bir listeyi hatırlatmama gerek yok sanırım. Yeşilçam filmlerinde bile durum pek farklı değildi hatırlarsanız. Kaçımız, 'Battal Gazi (Cüneyt Arkın) Bizanslılara Karşı' teması altında seyrimize sunulan filmleri beşer onar defa izlemedik ki...

Bu tarz filmler yerlerini artık yeni anlayışlarla çekilen filmlere bırakmış olsalarda, zihin ve hayal dünyamızda bıraktıkları tesirler hala etkilerini sürdürüyorlar; zihin perdelerimizde yeni tasavvurlara, farklı farklı tahayyüllere kapılar açıp duruyorlar...

Şimdilerde insanlar hayal güçlerini kullanarak farklı film karakterlerini kendi düşünce dünyalarının perdelerinde birbirlerine vurduruyor ve olası bir karşılaşmada hangisi üstün gelir düşüncesi ile merak sularına yelken açıyorlar. Süperman Batman'a karşı... Rocky Bruce Lee'ye karşı... Uzaylılar Vahşi Yaratıklara karşı (Alien vs. Predator)... Rambo Bin Laden'e karşı... şeklinde bir sürü hayal ürünü konuşma, video, tartışma, çizgi roman, hatta film bulmak mümkün.

Yoğun ülke gündemleri arasında çoğumuzun gözünden kaçmış olsa da, ülkemiz sınırları içerisinde de benzer bir çekişmemiz var bizim. Birileri birilerine karşı yoğun bir sindirme cehd ve gayreti içerisinde. Bu; yukarıda arz ettiğim tarzdaki bir hayal ufkunun ürünü gibi görünen; ama aslında uzun bir süredir aramızda var olan yarı açık-yarı gizli bir mücadele...

Bu mücadeleyi; yanlış ve kasıtlı terimler kullanarak, 'Beyaz Türkler, Zenci Türklere karşı' bağlamında ele alanlar olduğu gibi, benim gibi; 'Oligarşik Elitler, Halk'a Karşı' şeklinde özetleyenler de mevcut. Oligarşik elitler derken Tanzimat dönemlerinden itibaren kendisini halktan üstün gören, halkı aşağılayan, onun adına kendisinde temsil görevi gören, onu hiç bir iş beceremeyen, ne istediğini bilemeyen, basit, köylü, bayağı, kaba-saba, bağnaz bir ahmaklar yığını olarak kabul eden bir kitleden bahsediyorum. Bu kitlenin en mümeyyiz vasfı, kibrini ve cebindeki parayı bilgi ve yücelik zannedip, kendisini 'aydın', halkı ise köylü olarak tasnif ve takdim etmesi. Senelerdir Atatürk'ün gerçek demokrasi hayallerinin gerçekleşememiş olmasının önündeki en büyük engel olan ve garip bir laiklik anlayışının cenderesinden kendisini kurtaramamış bulunan bir 'seçkinler kitlesi' bu. Halkın kendi özgür iradesini kullanarak mantıklı bir seçim yapamayacağını düşünen, kibir dolu olan bu hayat görüşü, zikrettiğim çekişmenin temelini işte böyle oluşturuyor.

Bir de dikkat ederseniz, falanca filancaya karşı şeklindeki tamlama bir tek yönlülük çağrıştırıyor. Bizim örneğimizde de, taraflardan biri diğerine karşı çetin bir mücadele verirken, diğeri böyle bir mücadeleden habersiz, sadece hayatta kalma ve kendi olarak varolma gayreti içerisinde.

Fazıl Say'ın neden olduğu son tartışma, tartışmanın şekli ve polemikleri bu bağlamda değerlendirilebilecek ölçekte. Yeni tartışmanın niteliğine ve tarafların kimliklerine ait bir değerlendirmemi bir önceki yazıda sunmuş (DKM, 24 Aralık 2007); Fazıl Say'ın, ''gitmeyi düşünüyorum...'', ''onlar yüzde 70, biz yüzde 30...'', ''Ortaçağ karanlığı, bütün aydınlarımız gibi beni de kaygılandırıyor'' şeklindeki ifadelerini bu konu kapsamında değerlendirmiştim. Ayrıca, konunun aslında 'değişen toplum' ve bu değişimin oligarşik zihniyetler nezdinde hasıl ettiği rahatsızlıkla alakalı olduğuna temas etmiştim.

''Fazıl Say nasıl olsa özür dilemeyecek'' diyerek bitirdiğim o yazıdan bir kaç gün sonra, yeni açıklamalarla çıktı karşımıza Say ve ''çirkin bir benzetme'' (Zaman, 28 Aralık 2007) yaparak telefon ile katıldığı bir programda Osman Yağmurdereli için, ''kendisi hakikaten orada Bekir Coşkun'un anlattığı göbeğini kaşıyan adam durumundadır benim gözümde'' ifadesini kullandı.

İşte bu söz, son Say olayını arzettiğim boyutta ele almanın haklı bir gerekçesi konumunda. Bu sözün en son ne zaman piyasaya sürüldüğünü sanırım hepiniz hatırlıyorsunuzdur. Son genel seçimlerde halkımızın nerede ise yarıya yakını, belli çevrelerin tüm aleyhte çalışmalarına rağmen, AK Partiyi iktidara taşımıştı. Halkın, iyi veya kötü, kendi özgür iradesi ile yaptığı bu tercihi beğenmeyen oligarşik elitlerimiz aynen yukarıda tasvir ettiğim psikoloji ile hareket etmişler ve halkımızı ''ahmaklar'' ve ''göbeğini kaşıyan adamlar'' (yani bir şeyden anlamayan, iradesiz, basit, kaba-saba, bağışlayın 'öküz' demek istiyorlar) olarak nitelendirmişlerdi.

İşte Say'ın da aynı ifadeyi sahiplenmiş olması aynı oligarşik zümrenin bir ferdi olduğunun, aynı ideolojiyi alkışladığının açık bir göstergesidir. Kendisi haddini aşarak aynı hastalıklı hayat görüşünün bir temsilcisi olduğunu haykırmıştır. Birilerinin ''göbeğini kaşıyan adam'' diyerek aşağıladığı halk tabakasının seçtiği bir milletvekilini, üstelik o da bir sanatçı olduğu halde, aynı kılıfa sokabilmiştir. Kendisini 'aydınlıkta', ötekileri ise ''Ortaçağ karanlığında'' gören zihniyet işte böyle refleksler üretmektedir kendisine. Geçenlerde Beşir Ayvazoğlu (Zaman, 27 Aralık 2007) bu tür bir zihniyet yapısının nasıl bir totaliter anlayışa kayabildiğini tarihten güzel bir örnek ile süsleyerek önümüze sundu ve gene sanatçı olan Mahmut Ragıp Bey'in, yasaklara rağmen kendi geleneksel müziğine sahip çıkan halkı 'alaturkacılar' diyerek nasıl aşağıladığını ve hepsinin idam cezası ile cezalandırılması gerektiğini söylediğini bizlere hatırlattı. Garip bir ideoloji bu. Bu aşamada Fazıl Say'a Nedim Hazar'ın (Zaman, 22 Aralık 2007), ''ideoloji, sanatın katilidir'' şeklindeki tavsiyesini hatırlatıp geçeyim. Bence bu son çıkışı ile Say, sanatçı kişiliğini ''sanatçı hassasiyeti'' boyutundan çıkararak böyle bir ideoloji boyutuna taşımış ve millet nezdindeki itibarını ciddi ölçüde zedelemiştir.

Ahmet Turan Alkan'ın (Zaman, 22 Aralık 2007) keskin zekasından kaçmayan ve güzel bir tahlille değerlendirdiği bir örnek daha var elimde. O da, bir kaç gün evvel Mehmet Ali Birand'ın şu ifadelerinde gizli: ''Türkiye giderek muhafazakarlaşıyor... Demek ki, siyasi partiler de bundan böyle dindarlaşacaklar ve milyonların beklentilerini karşılamaya çalışacaklar. İlerde, bu partilerden biri çıkıp, bir adım daha atıp din unsurunu ülke yönetimine tam anlamıyla sokmak istediğinde ne olacak?... Merak etmeyin, böyle bir ihtimale karşı en büyük teminatımız AB'dir.'' İşte size başka bir; 'halk doğru bir seçim yapamaz... ondan gelen bir değişim mantıksızdır, kötüdür ve mutlaka üst bir kurum tarafından engellenmelidir' tandanslı yaklaşıma güzel bir örnek. Alkan'ın ifadeleri ile; ''kendi halkını adam yerine koymayan, 'bunları kendi haline bırakırsan gider din devleti kurarlar' tarzında'' bir aşağılamaya, sanal korku üretmeye ve vehme dayalı bir bakış açısı...

Tüm bu örneklerin ardından yazının başlığında kullandığım 'kafasını kaşıyan adam' ifadesini izah edeyim şimdi de.

'Kafa kaşıma' tabiri üç şeye işaret edebilir. Bir insanın saçı ya gerçekten kirlendiği (kepeklendiği) veyahutta bit, pire gibi mahlukatın saldırısına maruz kaldığı için kaşınır. Bunun haricinde bir de psikolojik bir durum söz konusu olabilir: O da, yanında bitten, pireden bahsedilen bir insanın ister istemez kaşınma hissine kapılması halidir. Sonuncu çağrışım ise tamamem mecazi. Hani, karikatürlerde çokça görülen bir tasvir vardır: Birçok karikatürist, kafası karışan, şaşkın bir insanı tasvir ederken 'kafasını kaşıyan bir adam' çizer. Filmlerde; hatta günlük hayatta bile sıklıkla karşılaştığımız insani (bazen maymunlarda bile varolan) bir reflekstir bu.

İşte 'kafasını kaşıyan adam' derken böyle bir mecazi anlatıma işaret ediyorum. Bu yazıda ve bundan önceki yazılarda tahlil etmeye çalıştığım 'oligarşik elitlerimizi' ve onların yaşanan toplumsal dönüşüm karşısında sergiledikleri şaşkınlığı bu şekilde özetlemek istedim. Gelin bundan sonra bizler de bu oligarşik zihniyeti bu ifade ile çağıralım. Herkes referans göstermeye gerek kalmadan bu tabiri kendisininmiş gibi kullanabilir. Bu arada birileri çıkıpta; bu 'aydın' kişilerin kafalarının (zihinlerinin) gerçekten kirlendiği için kaşındığını iddia ederse; ya da kendilerine ürettikleri sanal korkuları (muhafazakarlaşma, türban, özgürleşme, demokrasi, 'laiklik elden gidiyor', ''sinsi köylülük'') kastederek aynı tabiri, kafalarında bit, pire var şeklinde düşündükleri için psikolojik bir etki altında kalarak kafalarını kaşıyorlar şeklinde açıklarsa onlara da hayır demeyelim.

Evet! 'Kafasını kaşıyan adam', ''göbeğini kaşıyan adama karşı''... Peki! Sizce kim kazanacak? Köylü, halk ve onun temsil ettiği demokrasi ve ekonomik kalkınma endeksli dönüşüm mü? yoksa oligarşik azınlığın; burjuvazi hevesli, kibirli, aşağılayıcı, ötekileştirici, dışlayıcı, kısıtlayıcı, totaliter zihniyeti mi? 31 Aralık 2007