16 Ağustos 2007 Perşembe

Son Tango

Bu yazıda, daha önce ele aldığım bazı hususları desteklediğini düşündüğüm; ilgili konulara değinen yazılarımı yayınladığım tarihlerden itibaren yayınlanmış ve bazı usta kalemler tarafından dile getirilmiş alıntılara yer vererek, zihin egzersizlerine devam etmek istiyorum.

Ufak bazı hatırlatmalar yapıp sonra alıntılara geçeceğim. ''Gül'ün adaylığı meselesi ve ehl-i işhas'' başlıklı yazımda kısaca; ''AKP'ye istediği adayı seçtirmemek için sürekli huzursuzluk çıkaran çevrelerden'' ve bunların amaçlarının neler olduğundan, neyi gerçekleştirmeye çalıştıklarından kısaca bahsetmiş; medya üzerinden oynanan bu oyunların ve sinsi planların mahiyetine dikkat çekmiş; bu kişilerin niyet-i asliyelerine işaret ederek onları (fesat çıkarma gayretlerinden ötürü) 'ehl-i işhas' olarak adlandırmıştım.

O yazılarda ve burada zikredeceğim alıntılarda da göreceğiniz gibi, bu tanımlamaların adresi bizleri medyaya; medyanın fil dişi kulelerinde ve o kulelerin tepelerinde yer edinmiş, niyetleri açısından kamufle olmayı başarmış bazı kişilere götürüyor. Her zamanki amacım; konuyu kişi ve isimlerden ziyade kavramlar açısından değerlendirmek. Çünkü, kişiler gelip geçicidir; ancak kavramlar, niyetler, gayeler, düzenler kalıcıdır. O nedenle de adres verirken asıl niyetim; şahıslardan ziyade, onların 'toplum mühendisliği' çarklarını ve bu çarkların çalışma prensiplerini analiz etmektir. Yazılanların bu açıdan değerlendirilmesinin daha sağlıklı olacağı kanaatindeyim. Elbette, bu süreçler irdelenirken bazen belli şahısların ve basın-yayın organlarının isimleri zikredilebilir. Bunlar, az önce altını çizdiğim genel amaçtan bir sapma olarak görülmemelidir.

Devam edelim...

Belirli çevrelerin, Gül'ün adaylığı etrafında kopardıkları fırtınanın nedenlerine dikkat çekerken, asıl gayenin Gül'ün şahsiyetinden ziyade; AKP'yi baskı altında tutarak etkisizleştirmek, liderleri arasında husumete sebebiyet vermek, onu halkın insiyatifi aleyhinde hareket etmeye zorlamak, böylece halk ile (Gül'ün adaylığı meselesi üzerinden) aralarını açmak olduğuna değinmiştim. Diğer ikincil amaçları zikretmeye bu noktada gerek yok. Geçenlerde bazı usta kalemler de benzer noktaların altını çizdi ve bu kesimlerin asıl amaçlarını şöyle sıraladılar: ''AK Parti içinde var olduğunu düşündükleri-aslında olmasını temenni ettikleri- çatlağı ortaya çıkarıp derinleştirmek'' (Ali Bulaç, Zaman 12 Ağustos 2007), Gül ile Erdoğan arasında cumhurbaşkanlığı konusunda bir görüş ayrılığına sebebiyet vererek, AKP'yi ikiye parçalamak (Ali Bulaç, aynı yazısı) ve ''sandıktan güçlü çıkmış AKP iktidarını etkisiz kılmak'' (Taha Kıvanç, Yenişafak 10 Ağustos 2007). Aynı kesimler, özellikle Milliyet, Hürriyet ve Vatan gazeteleri aracılığı ile yürüttükleri ve benim 'zihin bulandırma', 'algı şartlandırması oluşturma' ve 'hedef saptırma' diye tarif ettiğim 'operasyonları' ile işte bu tür gayelerin peşinden koştular ve hala da koşmaya devam ediyorlar. Hatta aynı çevreler bu uğurda; Erdoğan ile Gül arasında bir sinir harbi yaşandığını, Erdoğan'ın Gül'ün adaylıktan çekilmesi için araya aracılar koyduğunu ve bu konudaki ısrarını koruduğunu (Tamer Korkmaz, Zaman 10 Ağustos 2007) yazabildiler. Tüm bunlara ilave olarak, bir önceki yazımda da belirttiğim gibi, Gül'ü ''adaylıkta ısrar eden, mızıkçı, illa ben diyen megaloman birisi'' gibi göstermeye çalışmaktan da geri durmadı aynı basın organları.  

Akl-ı selim sahibi herkesin defaatlerce kere ifade ettiği bir gerçek var: O da, Abdullah Gül'ün; üzerinde bu kadar tartışma koparılmaya değmeyecek kadar ılımlı, açık fikirli, diyaloğa açık, farklı kesimleri temsil gücü bulunan, güçlü bir Cumhurbaşkanı adayı olduğu. Türkiye içerisinde bu adaylık konusu üzerinden kaos ortamı çıkarmaya çalışanlar malum... Dışarıya baktığımızda ise en göze çarpan muhalefet Amerika içerisinden geliyor. Amerika 'Neo-Con' olarak isimlendirilen etkili çevre çok zamandır AKP ve Gül karşıtı bir politika takip ediyor. Ali Aslan (Zaman, 13 Ağustos 2007), çok yerinde bir tanımlama ile bu kesimleri, henüz ''Holokost travmasını, Filistin sendromunu, 11 Eylül şokunu'' üzerlerinden atamamış, ''her dindar Müslüman'ı potansiyel intihar bombacısı gibi gören'' kişilerden oluşan bir kitle olarak tarif ediyor. Elbette, bu meselenin sadece bir yönü. Meselenin; bu kesimlerin siyasi, politik, ekonomik ve mesihi (dini) motivasyonları açısından izaha açık bir tarafı da var. Bilahare ele alacağım...

Meselenin bu noktasında sorulması gereken önemli bir soru var: O da, bu kesimler ile tartışmanın bizim içimizdeki uzantıları arasında organik ya da inorganik bir bağın bulunup bulunmadığı. İşte geçenlerde tam da bu soruyu soruyordu Taha Kıvanç Yenişafak'taki köşesinde (12 Ağustos 2007). Beraberce okuyalım: ''Abdullah Gül'ün adaylığına ülkemizde şiddetle karşı çıkanlarla Washington'daki 'Neo-Çılgınlar' arasında bir ilişki var mı acaba? Halkın büyük çoğunluğunun cumhurbaşkanı olmasını istediği bir ortamda, Abdullah Gül'e ilânı-ı aşk edercesine övgüler yağdırırken 'Ama kendisinden şövalyelik bekliyorum diyebilen Rodos Şövalyeleri (geçenlerde Rodos adasında toplantı yapan Aydın Doğan, Ertuğrul Özkök ve ekibini kastediyor) bu denklemin neresinde? Mâsum bir çıkış mı onlarınki, yoksa örgütün bir parçası sayılmalılar mı?.'' Nitekim, aynı gün içerisinde Tamer Kokmaz da Zaman'daki köşesinde; ''hakim medyanın 'uzlaşma'  söylemi ile Atlantik'in Öte Yanı'ndaki 'Neo-Çılgınlar'ın Gül karşıtı söylemlerinin karbon kâğıdı konulmuş gibi birbirine benzemesi''nin ''tesadüflüğüne!'' dikkatlerimizi çekti. Kanaatimce, bu sorunun yada ''tesadüfün'' muhatabı olan denklem sadece medya uzantılı olarak ele alınmamalı. Ben şahsen aynı sorunun kapsamı içerisine CHP, 'Anti-Amerikancı! İlhan Selçuk ve Cumhuriyet Gazetesi efradı ve 'Ulusalcı elit!'in de eklenmesi taraftarıyım. Matematikte bir problemi çözebilmenin en önemli ve ilk basamağı çözüme katkı sağlayacak değişkenlerin tespit edilmesidir çünkü... İkinci basamak ise, değişkenler arasındaki 'ilişkileri' eldeki matematiksel model (denklem) ışığında işleme tabi tutmaktır... Sanırım ne kastettiğim anlaşıldı...

Peki, hem ''Neo-çılgınlar'' hem de bizdeki ''hakim medya'' bu operasyonlardan neler bekliyor olabilirler? 'Neo-con' çevrelerin bu denklemdeki yerini irdelemek çok etraflıca ele alınması gereken bir konu. Çünkü meselenin; Irak savaşı, 'Yeni Dünya düzeni', yaklaşan İran savaşı, Ortadoğuya yeni şeklini verme, Mesihi planlar (Armegedon), silah ve petrol lobisi ve Amerikan siyasetinin dizginlerini (şu an için) elinde bulunduran konzörvatif (tutucu) çevreler açısından ele alınması gereken yönleri mevcut. AKP, bilerek ya da bilmeyerek, bu ilişkiler yumağındaki bazı çıkarların önünde engel olarak görüldüğü, Irak savaşında kendisinden arzu edilen rölü oynamadığı için hedef tahtasında bugün. Ayrıca AKP'nin, kendilerine 'potansiyel düşman' olarak gördükleri 'müslümanları' temsil ettiğini düşündükleri bir yönü olması da ürkütüyor bu çevreleri.

Bizdeki bazı çevrelerin (özellikler ulusalcı ve vatansever!) AKP'yi ''Amerikan çıkarlarına hizmet eden'', ''vatanı peşkeş çeken'' bir parti gibi göstermeye çalışmaları samimi değil. Onların asıl derdi; özelde AKP'nin, genelde ise halkın çoğunluğunu temsil eden kesimlerin, kendilerinin ilişki içerisinde olduğu 'Neo-Con' çevrelerin ve onların politikalarının yörüngesinden çıkması ve çıkıyor olduğu korkusudur. Sonuçta tek bir Amerika olmadığını, 'Neo-Con' çevrelerin Amerika'da tek mutlak hakim olmadıklarını da akıldan çıkarmamak gerekir. Bizdekilere gelince... Onların mutlak endişeleri ne olabilir dersiniz?... Fehmi Koru (Yenişafak, 12 Ağustos 2007) ile devam edeyim o zaman: ''Onların bütün derdinin ne olduğunu biliyoruz: İktidarın paylaşıldığı bir Türkiye... Buna da seçimde sandıktan çıkacağını umdukları yarım yamalak bir iktidar tablosuyla varacaklarını umuyorlardı; ya bir koalisyon hükümeti, ya da bir parti öne çıksa bile gücü kırpılarak etkisizleştirilmiş bir sözde iktidar.'' Bu çevrelerin Cumhurbaşkanlığı seçimi tartışması üzerinden sergiledikleri bu ''iktidarı paylaşmama'' direnişinin altında şüphesiz şu motivasyon yatıyor: "Bu ülkenin sahipleri biziz, güç bizdedir; bu gücü köylülere kaptırmayız" (Ekrem Dumanlı, Zaman 13 Ağustos 2007). Bu hengamede, İsmet İnönü'nün bazı subaylara söylediği şu söz ile bu faslı bitirelim: ''Unutmayın bu millet düşmanınızdır'' (Tamer Korkmaz, Zaman 10 Ağustos 2007). 

İşte içimizdeki 'kriz takipçisi-yoksa oluşturucusu' bu çevreler, bu millletin -her kesiminden insanı ile- kendi yörüngelerinden çıkmasından doğrudan rahatsız oluyorlar. Dolaylı olarak ise, yurt dışındaki efendilerinin güdümünden kurtuluyor olmasının hazımsızlığını yaşıyorlar. Medyada aylardır izlediğimiz tüm korkutma çabalarının, 'kriz' takipçiliğinin, ordu ve darbe çığırtkanlığının altında bu tür nedenler yatıyor. Nitekim daha bir iki gün evvel AKP yönetimi, Gül'ün adaylığını kesinleştirdiğinde aynı ekip bu sefer 'asker ne der' tartışmaşlarını tekrar piyasaya sürmeye başladı. Hatırlayacaksınız, bu 'baskın medya'nın bir önceki taktiği; bir yandan Gül'ü 'ısrarcı' biri gibi göstermek, bir yandan Erdoğan ile arasını açmak, bir yandan da 'fedakarlık' yapmasını istemekti. O söylemler ve kışkırtmalar işe yaramayınca, her zaman etkili bir silah olarak ellerinde tutukları 'ordu ne der' silahına sarıldılar. Evet! planları tutmadı ve onun için yeni kanallar arıyorlar kendilerine.

Bütün o uğraşlarının başarılı olması ve AKP'nin 'taviz' vermesi durumunda neler olabileceğine bir önceki yazımda değinmiştim. Bu kişilerin hal-i hazırda sahip oldukları psikolojik durum itibari ile şu yorumda bulunmuştum: ''AK partinin uzun süredir başarı ile sürdürdüğü ve milletin de bunu ödüllendirdiği istikrarlı duruşunda ve tavrında gedik açılınca, karşı taraf boş durmayacak. Kendisine gelen güvenle birlikte, medya aracılığı ile, her türlü tezvirata ve saldırıya devam edecekler'' (9 Ağustos 2007). Daha geçenlerde, bu görüşümde yalnız olmadığımı gösteren bir yazı okuyunca bu konuya tekrar temas etmek istedim. Yenişafak'taki köşesinde şöyle diyordu Fehmi Koru: ''Tehditleri başarılı olsa, yani her iki kişiden birinin oyunu alarak yeniden iktidar olma hakkını kazanmış siyasi parti 'Neme lâzım' deyip adayını fedakârlığa zorlasa, ardından neler geleceğini hesap edebiliyorsunuz herhalde. Hükümetin atacağı her adıma müdahaleyi hak sayacak o cüretkâr grup, aynı sopayı 'Sakın ha!' edasıyla elinden hiç düşürmeyecek...'' (12 Ağustos 2007).

Bu çevreler artık; milletin ülkede 'gerçek demokrasi' görmek istediğini, ''aptal olmadığını'' ve dönen bazı dolapların farkında olduğunu görmeliler. İnsanların iradesini sonsuza kadar baskı altında tutamazsınız. O birgün mutlaka bir yolunu bulur ve felaha çıkar. Ne güzel ki, 'bilge' ve 'sabırlı' Anadolu insanı böyle bir patlama yaparken demokratik ortamları tercih ediyor. İradesini sandıklara yansıtma yolunu kendisine yol ediniyor. İşte bu gidişatın temel dinamiklerini iyi okuyamayan yada okumak istemeyen art niyetli çevreler, bu topraklardaki son tangolarını oynuyorlar. ''22 Temmuz'da Milli İrade"nin tecelli etmiş olmasını hâlâ hazmedemeyen ve devleti milletten korumaya çalışan Gizli İktidar'ın artık bu topraklarda egemen olmadığını görmek zorundalar...'' (Tamer Korkmaz, Zaman 14 Ağustos 2007). Görmek zorundalar; zira sandıktan yansıyan bu sesler karşısında bu çevrelerin kaleme aldıkları bu ''çılgın yazılar'', Fehmi Koru'nun (Yenişafak, 12 Ağustos 2007) ifade ettiği gibi, ''Türkiye'nin değişmekte olduğunun tamtam sesleri.'' Bu tamtam sesleri arasında onlara son tangolarını yapma şansı veriyor bu millet. Gelecek onların değil. Tamtam sesleri kesildiğinde bu çevreler, artık ''Türkiye'yi ve siyaseti sahte konularla meşgul ederek, birikmiş enerjinin boşa harcanmasına'' (Ali Bulaç, Zaman 13 Ağustos 2007) sebep olamayacaklardır. Temennimiz budur. 16 Ağustos 2007