Bu yazı 31 Aralık 2014 tarihinde FarukArslan.com sitesinde yayınlanmıştır.
Daha önce hiç
böyle duygular yaşamamıştı. Hani bazı insanlar vardır hiç rüya görmediklerini
iddia eden. Kendilerini bilimsel söylemler kullanarak ‘her insan rüya görür;
ama hatırlamaz’ gibi repliklerle ancak ikna edebilirsiniz. O da o insanlardan
birisidir işte. Sade, kendi halinde, renksiz bir ruh dünyası vardır; rüyaların
boyasının bile karışmadığı…
O yüzden olsa
gerek, hayatına bir anda giren o en son gördüğü rüyaları hiç unutamamış;
onların etkisinden hala kurtulamamıştır. Acaba birşeyler mi olacak diye
düşünmektedir! Iran’dan getirilen büyücü… sevdiği insanlara rahatsızlık veren;
ama kaybeden ve kendisinin onların ahiretteki akıbetleri için oturup hüngür
hüngür ağladığı insanlar….
Düşüncelerinin bu
kasvetle sarsıldığı böyle günlerde bir rüya daha görür. Sanki bir savaşın, daha
doğrusu bir katliamın yaşandığı bir şehrin kalıntıları arasında dolaşmaktadır.
Her yer kan gölüdür. Binalar harabeye dönmüş; sokaklar cesetler ile doludur.
Yürümeye devam eder. Birazdan karşısına çocuk cesetleri çıkar. Gördüğü manzara
karşısında dayanamaz. Dizlerinin bağı çözülür sanki. İçinde fırtınalar kopar
bir anda. Müthiş bir his kaplar benliğini. O anda hisseder ki; hadise
Gayretullaha dokunmuştur! İstemdışı bir şekilde ellerini parmakları aşağıya
gelecek şekilde kaldırır. Her bir parmağından şimşekler çıkmaya başlar. Dünya,
gözleri önünde bir anda küçülür; bir haritaya döner adeta ve dünyanın değişik
noktalarında, o gördüğü kanlı sahneden sorumlu kişilerin konumları bir nokta
şeklinde işaretlenir. O da, parmaklarından çıkan şimlekler ile o noktalara
atışlar yapmaya başlar. Birkaç vuruşun ardından henüz bütün noktalar tümüyle
vurulmamıştır ki bir anda dünya haritası kaybolur ve Türkiye haritası belirir
gözünün önünde. Sıra oraya gelmiştir!
Uyanır korku ve
endişe ile. Zaten önceki rüyaların etkisi ile hep; ‘’neler olacak!’’ diye
düşünüp durmaktadır. Bu rüya onu daha da sarsar. Acaba Türkiye’nin başına bir
şeyler mi gelecektir? Türkiye’de, ne yada kimler cezalandırılacaktır?..
Günler geçer ve
nihayet 17-25 Aralık olarak ifade edilen dönem gelip çatmıştır. Kimselerin
bilemediği bir şekil ve zamanda enteresan hadiseler patlak vermiş; devir yeni
Tiranlar ve Yezidler doğurmaktadır. Tek dertleri insanlığa hizmet etmek olan
güzel insanların eğitim kurumları hedef alınmış; kendilerine ağır hitamlar yapılmaya
başlanmıştır. İşte şaşkınlıkla geçen böyle günlerden birinde bir rüya daha
görür. Kendisini o sonradan Tiran olarak adlandırılan malum kişinin etrafında
görür. Onun konuşma yapacağı bir yerdedir; hatta onu rahatsız etmeyecek şekilde
konuşma metnini de o yazmıştır yada yazan kişilerden biridir. Malum zat halkın
önüne çıkar ve konuşmasına başlar. Birkaç kelam ettikten sonra birşeylerin
yanlış olduğunu düşünür. Konuşmasını keser ve ‘’bana o konuşma metnini getirin’’
der. Bir bilgisayar ekranı koyarlar önüne. Yazıyı okumaya başlar malum şahıs.
Okudukça morali bozulur, gittikçe de sinirlenir. Hatta öyle olur ki, öfkesi birazdan
bir siniri nöbet şeklini alır ve titremeye başlar. Henüz insanların FuatAvni
diye bir fenomeni duymadıkları günlerdir. Ancak o, ‘’korkma, titre!’’ nidasının
ne anlama geldiğini sanki bu rüyada önceden bizzat görmüştür. Malum şahıs,
sinir nöbeti devam ederken bir an için toparlar kendisini ve son bir hamle
yapar O’nun üstüne doğru. O’nun ise yapacağı tek şey vardır. Teslimiyet içinde
gözlerini kapatır; ellerini yana ve yukarı doğru açar ve ardından da ‘’Rabbi
yessir…’’ duasını okumaya başlar. İşte o anda, henüz duayı bile tamamlayamadan
hamle yapan malum şahıs bir anda üzerine kapaklanır; ölmüştür!
Bu rüya ile düşünce
dünyası daha da allak bullak olmuştur. Her gün düşünce hafakanları
yaşamaktadır. Bir eğitimci olarak iş hayatı da çok sıkıntılı geçtiğinden her
günü artık daha da kasvetli bir hal almıştır. O günlerde bir rüya daha görür.
Yüksek bir gökdelenin tepesindedir. Yanında gönül verdiği hizmetten olduğu
anlaşılan bazı insanlar ve küçük çocuklar vardır. Oradaki insanları o koordine
etmektedir. Herkes kucağına küçük bir çocuk almış; onlara tefekkür etmeyi
öğretmektedir. Evet, oradaki işleri budur. İnsanları koordine ettikten sonra o
da kucağına küçük çocuklardan birisini alır. Parmağı ile ona ufuk çizgisini
göstermektedir. Gökyüzü hafif kızıla boyanmıştır; sanki şafak vaktidir.
Çocuklara tefekkür etmeyi öğretirken bir yandan da ‘Gayril magdubi aleyhim…’
ifadesini tekrar ettirmektedirler.
İşte tamda o anda
gökyüzünden bir helikopter iner binanın tepesine. İçinden genç görünümlü,
yakışıklı bir adam iner. İçine doğar hemen; gelen bir melektir. Teftişe
geldiğini anlar O’nun; hissetmiştir bunu. Konuşmaz kendisiyle gelen Zat. Beni
takip et manasına bir işaret eder ve onu bir kat aşağıya indirir. Çatıdaki
arkadaşlarından tanımadığı birisi de takılır yanlarına. Aşağı kata indiklerinde eline bir silah alır
gelen ziyaretçi. Yanlarında gelen arkadaşına karşısına geçmesini söyler; ona
ateş edecektir. Genç adam teslimiyet içinde geçer hiç tereddüt etmeden. O ise
şaşkın bakışlarla o zatı ve üçüncü kişiyi izlemektedir. O zat ona kenara
çekilip izlemesini işaret eder. Sanki onun şahitlik etmesini ve izlemesini istemektedir.
Sihanını kaldırır, yerde mevzi alır ve gence doğrultur. Gençte hiçbir kıpırdama
yoktur; teslimiyet tamdır. Tam ateş edecekken o zat tekrar ayağa kalkar; genci
vurmaktan vazgeçmiştir. Arkasını döner ve oradan ayrılmaya hazırlanır. Hiçbir konuşma
olmadığı halde onu uğurlaması gerektiğini düşünür ve yanında yürümeye başlar.
Melek bir balkonun kenarına kadar gelir. Tam ayrılmak üzereyken bir anda yüzünü
hafifçe yana doğru çevirir ve ona bakar. Göz göze gelirler. Tek bir şey söyler
ona: ‘’Çok güzel!’’ der ve balkonun
kenarına çıkıp havada yürüyerek oradan ayrılır. Binanın tepesinde başlayan
sonra alt katta devam eden teftiş bitmiştir!
Gelişen hadiseler
ışığında ve bu rüyanın tesiri ile artık şüphesi kalmamıştır. Gönül verdiği
hizmet ve arkadaşlarını çok çetin bir imtihan dönemi beklemektedir. Ama herkes
tamdır; hazırdır (Allah’ın izniyle). Belki de böyle bir süreçte yapılması
gerekli şeylerin kodları da vardır bu rüyada diye düşünür hep: Ne olursa olsun
hizmete, eğitmeye, yeni bir nesil yetiştirmeye, (eğitmeniyle, memuruyla) hadiseler
karşısında sebat edip dik durmaya ve tevekkül etmeye devam…
Nitekim böyle
olduğunu da görmüştü aslında. 17 Aralık hadisesi patlak vermeden önce
Hocaefendi’nin kaldığı mekanı ziyaret etmek kısmet olmuştu kendisine. Yaklaşan
fırtınaya rağmen orada sadece iman hakikatlerinin konuşulduğunu görmüş; tevekkül
soluklamış, gönlü huzur bulmuştu. *
Günler
ilerledikçe ortalık daha da kızışmaya başlamıştı. Henüz birkaç ay evvel
Hocaefendiyi övgü dolu ifadeler ile ülkeye davet eden malum şahıs bir anda
değişmiş, akla hayale gelmedik iftira ve söylemlerle o güzel insana ve hizmet
erlerine hakaretler etmeye başlamıştı. Bu insanların o ithamları hiç hak
etmediklerini çok iyi bilen bir güruh insan da makamlarının, ilimlerinin
hakkını verememiş; kimisi hırs, kimisi haset, kimisi de makam-mansıp gibi
saiklerle derin bir sessizliğe bürünmüşlerdi. Hak için halkla beraber olması
gereken kişiler; yılanların, çiyanların sofrasına oturmuş; onların ‘önüne
yatıp’, maskaraları durumuna düşmüşlerdi. Ne tür bir tuzağa düşmüşlerdi ki; bu,
samimiyetini ve masumiyetini çok iyi bildikleri insanlara karşı onları,
’haşhaşi’’, ‘’sülük’’, ‘’ajan’’, ‘’içi boş alim müsveddesi’’ vb. ifadeler kullanmaya
zorluyordu!
İçinin bu
gelişmeler ile sıkıldığı bir gece bir rüya daha gördü. Hafif bayır bir yolun
üst kısmında Hocaefendi ve birkaç kişi ile beraber duruyorlardı. O yolun
bitiminde de o yolu diklemesine kesen başka bir yol daha vardı. İnsanların
artık Tiran olarak çağırmaya başladıkları o kişi de oradaydı. Sinirli ve öfkeli
bir şekilde diğer yolda uzaklaşarak gidiyordu. Hocaefendi onun arkasından
seslendi. Hatta, seslenmekle de kalmayıp bulundukları yokuş aşağı yolun sonuna
kadar yürüyerek arkasından onu çağırmaya devam etti. Hal ve tavırları ile de
sanki gitme, öfkeni yen, geri gel diyordu. Hocaefendi, bunu bir şefkat emaresi
olarak yapıyordu. Ancak o zat hiç umursamadan öfke ile; ardına bile bakmadan
oradan uzaklaşıyordu. O ise, bayırın başında durmuş oradakilerle beraber
hadiseyi izliyordu. Ancak bir farkla; sanki her an bir şey olacakmış gibi bir
his vardı içinde. O yüzden istemdışı bir şekilde tüm o hadiseler yaşanırken bir
yandan Hocaefendiye, bir yandan o öfkeli zata, bir yandan da gökyüzüne bakıp
duruyordu. Hocaefendi’nin artık belki de son olarak ona seslendiği ve ‘’geri
dön’’ dediği bir andı. Gözü öfkeli kişiye son bir kez baktı; değişen bir şey
yoktu. O anda gözü aniden gökyüzüne kaydı. Sanki Gayretullaha dokunmuştu artık hadise;
gökyüzünde bir anda bir gökyüzükapısı açılmıştı… Uyandı!
Elbette herşeyin
en iyisini Allah (cc) bilirdi ve rüyalarla amel edilmezdi. Ama onun hisleri onu
hiç yalnız bırakmıyordu. Tıpkı daha önce gördüğü rüyadaki o ‘kaybeden’
insanların akıbetine ağladığı gibi, bu son rüyalarda gördüğü kişi ve onun
hatalarına esir olmuş kişiler için de aynı şekilde üzüntü duyuyordu. Çok
geçmemişti ki, Türkiye ziyaretini yaptığı günlerden birinde o öfkeli zatı
tekrar rüyasında gördü. Onun tam yanında idi. Göz göze bakıyorlardı. Suratı
kıpkırmızı kesilmişti; şeytanlaşmıştı adeta ve patlamak üzere olan bir
yanardağın enerjisi vurmuştu suratına. Çok geçmedi ki birden titremeye başladı
o zat. Onun titremeye başlaması ile birlikte bir anda kendisinin o boyuttan
çıkıp başka bir boyuta geçtiğini gördü. Bir anda insanların arasında buluverdi
kendisini. Sarsıntı olmuş; deprem olmuştu ve insanlar kaçışıyorlardı…
Uyandı! Allah
(cc) ülkemizi, insanımızı afetlerle imtihan etmesin, hakkında hayırlısını nasip
etsin ve onu korusun diyerek dua etmekten başka sığınacak bir düşünce bulamadı
gecenin ıssız karanlığında.
* Bu Pennsylvania
ziyaretime ve yazıda adı geçen kişiye Hocaefendi tarafından gönderilen
hediyelerin (kendimce) anlamına dair duygularımı anlattığım ‘Pennsylvania’dan
Mesaj Var’ başlıklı yazım için link: http://akliselim.blogspot.com/2014/05/pennsylvaniadan-mesaj-var.html
Not: Süreç içerisinde görülen başka bir rüyaya
dair yazılan ve Zaman Amerika’da yayınlanan ‘Vefasızlığın Çıldırtan Sessizliği’
başlıklı yazı için link: http://akliselim.blogspot.com/
Uğur Tezcan
Twitter: @ugur_tezcan