27 Mart 2016 Pazar

AK TROLLERDE ERGENEKON GENİ VAR MI?

Bu yazı 28 Mart 2016 tarihinde Yeniyön.tv de yayınlanan köşe yazısıdır.


AK Trol ekiplerinin faâliyete geçmesi ile birlikte küfür, tehdit ve hakâret içeren saldırı mesajları, Twitter’i en aktif kullanan ülkelerden birisi olan ülkemizde karşılaşılan, ciddî sorunlardan biri hâline geldi.

Özellikle 17-25 Aralık sürecinin ardından birçok trolün, saldırdıkları kişiler tarafından savcılığa şikâyet edildiklerini ve cezalar aldıklarını, kimlikleri tesbit edilen bazılarınınsa hemen ‘özür!’ mesajları yazarak kurtulmaya çalıştıklarını ibretle takip ettik.

Bu süreçte insanların en çok dile getirdikleri şaşkınlık unsuru; AKP’nin ‘’dindar’’ parti tabanından seçerek belirli bir ücret karşılığı toparladığı genç bir kuşağın, gizli hesaplar arkasına saklanarak nasıl bu kadar küfürbaz, saldırgan, öfke dolu, tekfirci, tolerans yoksunu, dışlayıcı ve hattâ yalancı bir karakter sergileyebilecekleri oldu. Kendilerini bizzat parti içinden bâzı siyâsilerin bile ‘Trol’ ve ‘Troliçe’ diye nitelendirdikleri birçok Havuz medyası yazarı ve medyacısını da az önceki satırlara dâhil ediyorum.

Belediyeler veya farklı kurumlar bünyesinde teşkil edilen trol ekiplerinin varlığı hiçbir zaman yalanlanmadı. AK Parti içinden insanlar bile varlıklarını doğrulayıcı söylemlerde bulundular.

Bu noktada insanların pek farkında olmadıkları başka bir gerçeği dile getirmek istiyorum. Ergenekon yapılanması nasıl siyâseten AKP içinde kendine yeni bir vücut kazanmış ve giydiği yeni yeşil elbise sâyesinde nasıl yeni bir hareket alanı kazanmışsa, bu trol meselesinde de son derece aktif bir rol üstlendiğini düşünüyorum. AK Partinin hukuk ve yargı sistemine yaptığı müdâhaleler, fişlemeler, kayyım atamalar ve atanan kişilerin motivasyonları ve benzeri birçok eylemlere bakıldığında ardında hep Ergenekon refleksleri ve motivasyonları olduğu görülür. AKP çok yakın bir gelecekte yargılandığında ve soruşturmalar Ergenekon’a sıçradığında bunun daha net bir şekilde ortaya çıkacağını şimdiden söyleyebilirim.

Ergenekon ve Balyoz dâvâları süreçlerini hatırlıyorsanız şayet; bu derin örgütün, askeriyenin imkanlarını kullanarak İnternet üzerinde algı, imaj ve dezenformasyon yapacak ekipler oluşturduklarını da hatırlarsınız. Bu kadar tecrübeli, hırslı ve psikolojik harp yöntemlerine önem veren yasa dışı bir örgütlenmenin, özellikle de yaşadığı Ergenekon davaları şokunun ardından, AKP eliyle yeniden hayat bulmaya çalıştığı ve yeni örgütlenmesini tam gaz gerçekleştirdiği böyle bir dönemde, bu ‘trol orduları’ meselesini ihmâl edeceğini sanmıyorum.

Her yeni hukuksuz eylemde arkasında iz bırakmamak adına AKP’nin vücudunu kullanan bu derin ekibin, AK Trol oluşumlarında da parmağı olduğuna eminim. Az önce özetlediğim stratejilere ilâve olarak, AKP’nin Hizmet Hareketi’ni ve cemaatleri bitirmek maksadıyla yaptığı çalışmalarda da Ergenekon’un motivasyonlarını ve reflekslerini görmek mümkün. Perinçek bunu birçok kez dile getirdi. Bu yöndeki düşüncelerimi ben de daha önce dile getirmiştim.

AK Trol ordusunun belli hesaplar üzerinden gerçekleştirmeye çalıştıkları algı operasyonlarının nitelikleri de bu düşünceyi kuvvetlendiriyor. Gazeteci Faruk Arslan’ın Twitter hesabını ele geçiren uzman gladyocu bir ekibin hesaba koydukları mesajların ve sergilenen düzeyin AK Troller aracılığıyla başarılmaya çalışılan algı operasyonlarıyla benzerliği, trol eylemlerinin AKP’den daha üst bir akıl tarafından organize edildiğini gösteriyor. Onların uyguladıkları içerik ve düzeyin paket olarak troller tarafından da kullanıldığını görmek zor değil. Erdoğan çevresinde kümelenen oligarşik bir kadrolaşmanın bu Ergenekonvâri çevreler ve trol ekipleri ile olan yakın ilişkileri çokları tarafından dile getirilmişti zâten.

Benzer şekilde, benim AKP ile ilgili yazdığım yazılarımı Twitter okuyucuları ile paylaşan Emre Uslu’ya yönlendirilen organize hakaretlerin ve saldırıların niteliği ile Ergenekon aleyhine yazdığım yazılarda, yine Uslu’ya, yönlendirilen saldırılar hep benzer özellikler taşıyorlar. Bu da bana saldırıların AKP üstü bir organize merkezi olduğunu düşündürüyor.

Trol ekiplerinin en ufak bir parti içi muhâlefete bile saldırdıklarını, Ergenekoncu çevrelere hiç laf etmediklerini, Erdoğan’a hakâret eden Perinçek’e bile tek bir laf söylemediklerini, HDP ve Kürt sorununa Ernekoncu tepkiler verdiklerini, APO’ya bile saldırmadıklarını müşâhede etmişsinizdir. İddiâ ediyorum ki, AK Parti ve Erdoğan’ın ipleri Ergenekon tarafından çekildiğinde bu trol ekiplerinden bir kısmının onlara da saldırdıklarını göreceksiniz.

Yâni özetle; AK görünümlü, AKP bünyesinde ve onun örtülü ödenekleri ile sübvanse edilen; ama Ergenekoncu olan trol ekipleri olduğunu düşünüyorum. Eminim ki bu yapılanma, adâlet bir gün trollerin peşine düştüğünde AK Partili kandırılmış gençlerin isimlerini trol listeleri olarak adâlete teslim edecek ve kendi gladyotik trol ekiplerini adâletin periskobundan kaçırmaya çalışacaktır.

Sosyal medya üzerinden algı oluşturma ve yönlendirme amaçlı ‘trol orduları’ veya ‘trol grupları’ oluşturma meselesi yeni bir strateji değil. Bugün Amerikan siyâset ve politika literatürüne bile giren ve ‘’kamuoyu oluşturma maksadıyla sun’i kitle yaratma’’ (Astroturfing) stratejisi olarak bilinen bu uygulama sosyal medyada da kullanılmaktadır.

Meselâ, AKP’li tabanı kandırma adına sanki Mısır’da öldürülen Rabiâ isimli kıza destek halktan geliyormuşçasına oluşturulan organize tepki, aslında AKP adına bir seçim malzemesi olarak tasarlanmıştı. Oysa bugün Rabiâ’nın adı bile anılmıyor. Hattâ onun katili olan diktatör Sisi’nin bugünlerde Türkiye’ye dâvet edileceği söyleniyor. Mursi’yi, Sisi’nin ve dolayısıyla Suud’ların kucağına atanın yine Suud’larla çok yakın ilişkileri olan, zamanın Erdoğan hükümeti olduğu yönünde ciddî iddiâlar var. Hâl böyleyken; AKP’ye ait medya havuzunun ve trol ekiplerinin yapay algı operasyonlarıyla; ölen Rabiâ üzerinden, sanki Erdoğan mazlumların hâmisi ve darbeye karşı Mısır halkının yanında imiş gibi bir hava oluşturuldu ve bu da oya dönüştürüldü. Örnekler çoğaltılabilir…

Wikipedia’da yayınlanan bir yazıda, ABD’de bir dönem araştırmacı gazetecilik yapan Sharyl Attkisson’a atfen, ‘astroturfing’ kapsamında trol grupları oluşturup kullanmanın gittikçe artan bir eğilim olduğu dile getiriliyordu. Bu tür stratejilerin bizimki gibi üçüncü sınıf demokrasilerde, sadece yaydıkları algılar ve korkular ile nefes alabilen muhâberat hevesli derin gladyotik ekiplerce ıskalanacağını sanmıyorum.

AK Trol ve Ergenekoncu çevrelerin devlet imkânları ile oluşturdukları bu algı operatörü grupların amaçları insanları yıldırmak, baskılamak, kamuoyu ve gündem oluşturmak, gerektiğinde tehdit etmek ve dezenfarmasyon yaparak kamuoyunun dikkat ve algılarını belli istikametlerde maniple etmek.

Başta da resmettiğim gibi elbette bütün troller belli bir grubun üyesi veya örgütlenmenin parçası olarak hareket etmiyorlar. Gönüllü ve bireysel olarak bu tür algı operasyonlarının maşası hâline gelen bireyler de mevcut. Bu, insanlardaki birtakım karakter açıklarının, kırılmaların ve hastalıkların bir yansıması ve bu yüzden de münferit şahıslar tarafından da büyük oranda temsîl ediliyor.

Trollere böyle genel bir bakışın ardından daha mikro bir alana kayıp onların iç dünyalarına ait birtakım ruhsal ve psikolojik özelliklerini irdeleyerek konumuza devâm edeceğiz.



21 Mart 2016 Pazartesi

AK Parti’nin Cemaatleşme Süreci Hoş Karşılanmalı mı?

Bu yazı 21 Mart 2016 tarihinde Yeniyön.tv de yayınlanan köşe yazısıdır.


Olgun ve yerleşmiş bir demokraside toplumdaki her bireyin ve bireylerin oluşturdukları toplulukların, kanunlar çerçevesinde kalmak koşuluyla, örgütlenme, cemaatleşme ve vakıflaşma hakları vardır. Kendini ifâde etme hürriyeti, başkalarınınkine de saygı göstermek koşuluyla, birey ve gruplara arzu ettikleri organize olma hakkını verir.

Bu bağlamda demokrasilerde cemaatlerin, tarikatların, vakıfların, derneklerin, sendikaların vb. grupların varlığı saygıyla karşılanır. Hattâ, bir çok gelişmiş devlet toplumsal sorunların çözümü ve tabandan tavana doğru işleyen demokratik teâmüllerin devâmı adına bu tür grupların varlığından memnuniyet duyar ve teşvikçi olur.

Sıkıntı; insanlara örgütlenme hakkı verilmemesi, ifâde hürriyetinin ve eleştiri mekanizmasının engellenmesi söz konusu olduğunda ortaya çıkar. Toplumun belirli bir kesimine sunulan özgürlük ve hareket alanının diğer gruplar için sağlanmaması, bazı grupların demokrasi çarkı dâhilinde kendini ifâde etmelerine izin verilmemesi veya baskılanmaları durumunda sorunlar yaşanmaya başlanır.

Bu düzlemde bakıldığında ülkemiz demokrasi târihi köklü başarısızlıkların ve yanlış uygulamaların yapboz tahtası gibidir. Kürt, Alevî ve farklı dinlere mensup vatandaşlarımızın yaşadıkları temsil, ifâde ve hak sorunları yıllardır ülke gündemini farklı boyutlarda meşgûl ediyor.

Son geldiğimiz noktada, Erdoğan ve AKP Hükümetinin, yolsuzlukları örtme adına yürürlüğe koydukları ve Hizmet Hareketi’ni hedef alan, kendi ifâdeleriyle, ‘’cadı avının’’ geldiği nokta endişe verici boyutlarda cereyân ediyor ve demokrasinin temellerini dinamitliyor.

Tüm bu olumsuzluklar devâm ederken AKP’nin devlet imkânlarını ve haksız rekabet doğuran birtakım yöntemleri kullanarak  cemaatleşme ve örgütlenmesini geliştirme yönünde çok ciddî adımlar attığı gözlerden kaçmıyor.

Bu durumda akla şöyle bir soru geliyor: AK Parti’nin cemaatleşme gayretleri tolere edilmeli ve demokratik düzlemde değerlendirilip anlayışla karşılanmalı mı? ve İslâmî çerçeveden bakıldığında bu tolerans ve hoşgörü zemini nasıl görülmeli ve muâmele edilmeli? 

Erdoğan öncülüğünde Hizmet Hareketi’ne dönük tehditlerin ilk başladığı günlerde ve öncesinde, AKP’nin Hizmet örgütlenmesini kopye etmeye çalışan birtakım uygulamalar içerisinde olduğu iyi biliniyordu. Yâni Hareket’in yöntemleri dışta eleştirilirken, el altından kopye edilmeye çalışılıyordu. Daha sonra bu yöntemler Hizmet’in kurumlarına el koymak sûretiyle başka gruplara devretme şekline büründü. Hareket’in hareket sahasının daraltılıp varlığına son verilmesi amacıyla AKP’ye bîat ettirilen diğer dinî grupları güçlendirme ve o sahaları doldurma; ilerye dönük olarak da tüm o grupları ortadan kaldırarak yada AKP bünyesinde eriterek TÜRGEV benzeri bir oluşum altında; devletleşmiş, yeni AKP cemaatinin temellerini atma yönünde bir yöntem izlendi.

17-25 Aralık’ın ardından bu yöndeki tartışmaların başladığı ilk günlerde Hizmet Hareketi’nden bazı yazarların yine de hakşinâs davranıp; ‘AKP, rakip görüp elemeye çalışmak yerine, gerek yurt içinde gerekse de yurt dışında, kendi hizmet kurumlarını açabilir, bu hayırda yarışma anlamına gelir’ bağlamında ifâdeler kullandıklarını hatırlıyorum.

Ben, salt demokratik teâmüller baz alındığında AK Parti’nin bu yöndeki örgütleşme, hayır ve hizmet kurumları teşkîl etme vb. haklarını saygıyla karşılıyorum. Ancak buna, bir hakîkat planında itirâzım; bir de İslâmî hizmet temelinde bir rıza göstermeme eğilimim var.

İzah edeyim:

Hakîkat noktasında itirâzım şöyle: Az önce de ifâde ettiğim gibi AK Parti’nin bu yöndeki kurumsallaşması kaynağı belli olmayan, denetimden uzak, haksız rekabetten ve devlet imkânlarının haksız şekillerde tasarrufuna dayanan bir süreç ile gelişiyor. Devlet ile sivil-vakıf alanı tamanen iç içe geçmiş bir vaziyette! TÜRGEV adı altında kamuya ait birçok arsa, bina, yurt vs. çok ucuz fiyatlara Erdoğan’ın oğluna ait olan vakfa devrediliyor. Şeffaflık yok, denetim yok. Belediyelerin bu vakfa hibe ettikleri binalar var. Geçenlerde bir milli eğitim müdürünün TÜRGEV’e ‘’arz ederim’’ diyerek gönderdiği dilekçe konuşuluyordu. Millî eğitimin ne zaman ve hangi amaçla bir vakfa rapor verir olduğu şüphe konusu.

Diyânet ve İmam Hatip okulları adetâ partinin arka bahçesi hâline getirilmiş durumdalar.
İçinde AKP’nin adının hattâ öyle bir ihtimâlin geçtiği hiçbir yolsuzluk dosyası konuşulamaz halde; hemen; ‘paralel komplo!’ denilerek sümenaltı ediliyor.

Yurtdışında faaliyet gösteren bazı AKP derneklerinin faaliyetleri o ülke makamlarınca şüphe ile takip ediliyor. Hatta, bâzı üyelerin fişleme veya illegal birtakım faaliyetler neticesinde ajanlık suçları ile tutuklanıp yargılandıkkları örnekler mevcut. Nijer’e THY aracılığıyla gönderilen kaçak silahlara ait ses kaydını çoğunuz dinlemişssinizdir. Bir yardım kuruluşunun imkânları kullanılarak, MİT tırları adı altında Suriye’ye silah ve cephane taşındığı da herkesin mâlûmu.

İşte, tüm bu olumsuzluklardan beslenerek gelişen bir örgütlenmenin mâsum bir vakıflaşma, cemaatleşme özgürlüğü olabileceği konusunda benim itirâzlarım ve ciddî endişelerim mevcut. Suça, haksız rekabet yöntemlerine, başkalarının benzer hürriyetlerine, malvarlıklarına; kayyımlar atamak veya kaynaklarını kısmak sûretiyle onlara zarar vererek oluşturulan bir oluşumdan imparatorluk bile kursanız yargı ve denetim kurumlarınca aklanmadan hak ölçüsü kazanamaz benim gözümde.

Bunlar beni ikinci noktaya; yâni, İslâmî hizmetler zâviyesinden olan rızasızlığıma, isteksizliğime, sıcak bakmamama, ‘keşke imkân bulamasalar!’ noktasından ‘Allah fırsat vermesin!’ noktasına uzanan bir yelpazedeki; yapılanları onaylamama hâlime getiriyor mevzûyu.

Neden mi?

Çünkü, yukarıda özetlemeye çalıştığım tüm yanlış yöntemler ile gelişen ‘İslâmî’ bir hareket, dine yarardan çok zarar getirir. Haram mal ve yöntemler ile din hizmeti olmaz! Bakan çocuklarının evlerinde çıkan ayakkabı kutularına istiflenmiş milyon dolarlar için ‘İmam Hatip açacaktık!’ veya ‘dine hizmet ediyoruz!’ diyerek kurtulamazsınız!

Bilinçsizce gelişen; denetimden ve özden yoksun, aceleci ve ötekileştirici olan, fırsatçılıklara ve öfkelere dayalı, tek adam hayranlığı ve bir anlamda gizli şirki ile malûl, diğer dinî hizmetlerin dağıtılması ve tekelleşme endeksli hareket eden bir oluşum yapıcı olamaz. O sadece yıkar; inşâ edemez. Ondan uzun soluklu, temelleşebilen, kurumsallaşabilen, bir felsefe oluşturabilen bir ‘hareket’ çıkamaz. Lider gidince kristaller gibi dağılır gider de, kristalleştirdiği bütün öğeler de eski hususiyetlerini kaybederler.

Böyle bir oluşum gayreti; dinin özünden beslenen bir ‘hareket’ değil; bir liderin öfke, kibir, hırs ve hasedinden beslenen bir tepki, bir yok etme ve yıkma ameliyesidir ancak. Yapmaz; yıkar. Elde edemezse, yakar; kül eder. Neron sendromudur bu. Fırsatçılık ve talan doğurur.

Nitekim bugün AK Parti ile ülkenin geldiği noktada din çok büyük yara aldığı gibi, Müslüman imajı da çok ciddî zararlar gördü. Halk her ne kadar tahammül ediyor veya katlanıyor gibi görünse de, zihinlerin gerisinde dindar insanlara karşı olan güven duygusu ve saygı çok büyük hasar gördü. Artık hırsızlık, yolsuzluk, çirkeflik noktasında AK Parti ile temsîl edilen büyük bir göçük altında kaldı dindar insan imajı. Bununla da kalınmadı; yapılan yanlışları örtbas etme ve gözlerden kaçırma adına veya kendi vicdanlarını bastırma adına, tüm yapılanlar; yanlış fetvalar ve yorumlarla desteklendi. Bir anlamda, ilâhiyatçı yazar Ahmet Kurucan’ın ifâdesiyle; ‘’dinin içi boşaltıldı!’’

Toplumdaki tüm ahlâkî çöküntü kişisel çıkarların korunmasına fedâ edildiği gibi, Mut’a ve bilumum yanlış yorum, şirke açık övgüler ve temsiller ile de İslâmî anlayışa erezyonlar yaşatıldı. İşte böyle bir zeminde gelişen ve İslâm dinine uzun vâdede belki de İŞID’den bile daha çok zarar verecek olan bu yapay cemaatleşme olgusunun bir an evvel başarısızlıkla neticelenmesini ümitle beklemekteyim.

Sözün hülâsası; eğer demokratik, etik ve yasal zeminde gelişiyor olsaydı varlığını hoşgörü ile karşılayıp hattâ teşvik bile edeceğim bu AK Parti cemaatleşme hareketini, yukarıda özetlemeye çalıştığım çerçeve kapsamında hoş karşılamıyorum. Zîrâ bu bir dinî oluşum değil! Siyâsî ve ticâri, Erdoğan kültüne dayalı, doğal değil yapay itelemeler ve teşvikler ile gelişen bir balondan söz ediyoruz. Bu balonun çok yakın bir gelecekte patlayacağını düşünüyorum.

AK Parti güdümlü cemaatleşme çalışmalarının en önemli ayaklarından olan ENSAR Vakfı’nda ortaya çıkan ve 45 çocuğa vakıf kurumlarında tecâvüz edildiği ve bunun ilk olmadığı yönündeki iddiâlar ve ayrıca Avrupa’da ki parti teşkilatlarından birinde ortaya çıkan Mut’a skaldalı gibi haberler aslında şişen balonun ulaştığı son dayanma noktasından gelen çatırdılar niteliğinde. Bu haberlerin şimdilik, yayın yasakları, medya kontrolü, algı operasyonları, ailelere para ödeme ve suçu ‘paralel komploya’ yıkma yöntemleriyle geçiştiriliyor oluşu sizi aldatmasın! Ben; patlama yakın, kulaklarınızı tıkayın derim!

O balon patladığında bizler AK Parti ve Erdoğan’ın enkaz hâline çevirdikleri ülkenin ve Müslüman imajının küllerinden yeni bir dünya inşâ etmekle meşgûl olacağız. AKP’nin faaliyete devâm ettiği her gün ise tahrîbât daha da derinleşiyor ve işimizi daha da güçleştiriyor!


14 Mart 2016 Pazartesi

TROLLER: SOSYAL MEDYA TACİZCİLERİ!

Bu yazı 14 Mart 2016 tarihinde Yeniyön.tv de yayınlanan köşe yazısıdır.


İnternet ortamında sıkça karşılaştığımız trol (İng. Troll) meselesi yeni bir sorun değil. İnternet’in ilk kullanıma girdiği yıllardan itibaren üzerinde tartışılan bir konu. Gelişmiş ülkelerde İnternet trolleri meselesi sosyoloji ve psikolojinin sahasına gireli çok oldu. Bizim ülkemizde ise daha çok sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla tanınmaya başlanan yeni bir kavram.

Hattâ ülkemizde, trol konusu sistematik olarak ele alınmadığı; yalnızca duygusal boyutta muâmele gördüğü için, bugün en ufak bir eleştiri karşısında bile karşıdakini trol olarak nitelendirebiliyoruz. Twitter, doğası gereği ve kullanım çokluğu yönüyle bu hastalık belirtisinin en çok görüldüğü platform konumunda. Periscope da, Twitter bazlı çalıştığı ve görüntülü yayın yapmanın getirdiği özelliklerinden dolayı troller için yeni bir bereketli mecrâ oluşturmakta ki bu konuya ayrı bir yazıyla değiniriz.

AK Parti’nin sosyal medya üzerindeki propaganda gücünün zayıf olduğunu farkmesinin ardından devlet imkânlarını kullanarak sayıları binlerle ifâde edilen ‘trol orduları’ teşkil etmesiyle birlikte, troll kavramı, ‘AK Trol’ tanımlaması üzerinden ülkemizde daha bilinir ve konuşulur bir hâl aldı.

Bu noktada şu soruyu irdelemek önem arz ediyor. Trollük ile ilişkilendirilen rahatsızlık verici davranış biçimleri İnternet’in doğası neticesinde mi doğdu; yoksa toplumda zâten varolan bir takım kişilik ve davranış bozuklukları, İnternet üzerinde kendisine gelişme ve uygulama sahası mı buldu?

‘Sosyal Medya Bizi Dönüştürüyor mu?’ başlıklı yazımızda insanın İnternet ile olan ilişkisini, onun para ile olan ilişkisine benzetmiştik.

Aynı minvalde, yukarıdaki soruya 18. Yüzyıl Fransız romancılarından Marie J. Riccoboni’nin bir sözü ile yanıt arayalım. ‘’Para insanı değiştirmez, sadece yüzündeki maskeyi düşürür’’ der Riccoboni.

Bu bağlamda, özellikle sosyal etkileşimler temeline dayanan İnternet 2.0 teknolojilerinin bozulan insan kimyasının yüzündeki maskeyi düşüren bir zemin tesis ettiğini, zâten ahlâkî ve vicdânî erozyonlar yaşayan günümüz insanının o ortamda geniş bir hareket sahası bulduğunu söylemek mümkün.

Yâni olay, başlangıcı itibarıyla, aslında İnternet’in insanları bozması değil de, bozulan insanın akan suyun kendine bir yol bulması gibi çirkefleşen dünyasını akıtacak yeni bir mecrâ bulması şeklinde algılanabilir. Elbette, İnternet ve sosyal medyanın bir önceki yazımızda işâret ettiğimiz gibi insanı sonradan ve zamanla dönüştüren etkisini de göz ardı etmemek gerekir.

Buna ilâveten; her geliştirdiği şeyin zamanla esiri olmayı ve onun tarafından bir dönüşüme uğramayı çok iyi becerebilen aciz varlıklar olduğumuz hakikatini de unutmamak gerekiyor.

Normal hayat şartlarında sergilemeye cesâret edemeyeceğimiz bir çok davranış ve tutumu İnternet’in gizemli, gizli, ve daha çok etkileşime imkân tanıyan dehlizlerinde sergilemeye cesâret edebilen insan sayısı azımsanamayacak düzeyde. 

İnsanlararası ilişkiler ve sosyo-psikolojinin alanına giren yönleriyle bugün İnternet üzerinde resim, yazı, ses ve görüntü paylaşımlarına imkan tanıyan Instagram, Twitter, Facebook, Periscope gibi bir çok platformda karşılaşılan en ciddi sorun trol sorunudur ve gelişen teknolojiye rağmen hâlâ önüne geçilememiştir.

Yalnızca ülkemizde değil, gelişmiş ülkelerde de karşılaşılan en büyük sosyal iletişim sorunlarının başında gelmektedir trol sorunu. Örnek olması açısından birkaç örnek vereyim.

Meselâ ABD’de, Huffington Post’ta çıkan bir haberde beyzbol oyuncusu bir baba, kızının beyzbol bursu kazandığı üniversitenin adını açıkladığında bir çok trol tarafından cinsel tehditler içeren hakâret mesajları aldığını açıklamıştı. İşin garip tarafı da bu çirkefliği sergileyenlerin çoğunun, tıpkı kızı gibi değişik üniversitelerin takımlarında oynayan atletler olmalarıydı.

Durumu şikâyet eden baba o kişilerin bulunup ceza almalarını sağlamış, ardından yaptığı açıklamada ise; bu, ‘’klavye ve monitörlerin ardında büyüyen çocukların gerçek dünyaya ait olan bir dersi öğrenemediklerini; onun da gerçek dünyada yaptıkları şeylerden sorumlu tutulacaklarını bilmemeleri’’ olduğunu dile getirmişti.

Yine ABD’de CNN’de çıkan bir haberde; bir bayan sinema sanatçısının bir basket maçının ardından yazdığı Twitter mesajı üzerine aldığı küfür ve tehdit dolu mesajlar ve sorumluların dava edilmeleri ele alınıyordu.

Konu hakkında açıklama yapan Twitter CEO’su Costolo ise bu tür tâciz edici kişilere karşı önlem alma konusunda yetersiz kaldıklarını itirâf etmişti.

AK Troller ve ülkemizde bu konuda yaşanan sıkıntılara değinerek devâm edeceğiz…



10 Mart 2016 Perşembe

SOSYAL MEDYA BİZİ DÖNÜŞTÜRÜYOR MU?

Bu yazı 10 Mart 2016 tarihinde Yeniyön.tv de yayınlanan köşe yazısıdır.


İlk nesil İnternet genellikle tek yönlü ve farklı zamanlı iletişimlere olanak sağlıyordu. Karşılıklı görüşlerin yazılabildiği forumlar bulunsa da bunlar eş zamanlı paylaşımlara pek de elverişli değillerdi. Ardından ‘online’ muhabbet (chat) ortamları çoğalmaya başladı. Yeni nesil İnternet (İnternet 2.0) ile birlikte karşılıklı etkileşim, anlık video, mesaj, ses vb. paylaşımların yapılabildiği çoklu iletişim sağlayan platformlar ortaya çıktı. Bu teknolojilerin cep telefonlarında bile kullanılabilir hâle gelmesiyle birlikte milyarlarca kullanıcıyı içine alan muazzam boyutlarda bir etkileşim ağı meydana geldi.

Bunun sonucunda sanal bir yaşam tarzı oluşmaya başladı. Artık birçok insan zamanının önemli bir kısmını arkadaşları ve ailesi ile değil; bu sanal alemlerde ekran başında geçiriyor.

Artık normal bir insan bile fikirlerini, kendine ait bir anıyı veya görüntüyü, aynı anda farklı platformlarda dünya çapında bir çok insan ile paylaşabiliyor. İnternet ortamında yaptığı bir paylaşımdan dolayı, bazen kısa süreliğine bazen de kalıcı olarak meşhur olabilen insanlar çıkıyor. Bu da daha çok insanın; daha çok paylaşım yapma yönünde iştahını kabartıyor. Böylece sosyal medya onların nazarında câzibesini artırarak, onları daha da çok içine çekiyor.

Bu gidişattan istifâde edenler sadece vatandaşlar değil elbet. Bu müthiş dinamikten artık şirketler, politikacılar; hatta istihbârat örgütleri bile değişik şekillerde yararlanıyorlar. Sosyal medya kullanıcıları; şirketler için milyar dolarlık büyük bir reklam ve satış pazarını, politik partiler için önemli bir propaganda zeminini, istihbarât örgütleri içinse 5. kol faaliyet alanını temsil ediyorlar.

Günümüzde sosyal medya artık bağımlılık oluşturan, insanların yalnızlık duygularını ya tatmin eden veya onları iyice toplumdan soyutlayan ve asosyalleştiren bir ortam hâline geldi. İnternet ve sosyal medya bağımlılığı, oyun oynama bağımlılığı ile birlikte, bugün psikiyatri merkezlerinin ilgi sahasına girmiş durumda.

İnsanların bu yeni teknoloji ile olan etkileşim şeklini, en azından geldiği boyut itibarıyla, onun para ile olan ruhsal ilişkisine benzetiyorum. Hani nasıl önce insanlık hayatı kolaylaştırsın diye parayı yaptıysa ve para da zamanla onu şekillendirmeye yeltendiyse; teknoloji ile olan ilişkimiz de benzer şekilde gelişiyor.

Sanırım ürettiği şeylerin zamanla esiri olmak, ondan etkilenmek insanın doğasında var. Altını bir maden olarak keşfedip ona bir değer atfeden insan, zamanla kendi değerini topraktan çıkardığı altın ve bastığı para ile ölçmeye başlıyor; ilişkilerini ve ihtiyaçlarını ona göre tanımlar hâle geliyor.

Aynı refleksi; dizayn ettiğimiz şehirler ve oluşturduğumuz kültürel dokular hakkında da söylemek mümkün. Bizler kendi ellerimizle inşâ ettiğimiz şehirlerin ve kendi sosyolojimiz ile ürettiğimiz kültürlerin de zamanla esiri veya ürünü olabiliyoruz.

Aynı bunun gibi; genel olarak teknoloji, özel olarak da İnternet ve sosyal medya teknolojileri ile olan ilişkimiz de benzer şekilde ilerliyor. Yani sürekli gelişerek ilerleyen bir insanî keşif çizgisi; hayatı kolaylaştırma amacını ve sürekli artan ‘ihtiyaç’ dürtüsünü merkezî güç haline getirerek, o merkezin etrafında; zamanla insanın sosyal yönünü ve ruhunu içine hapseden, onun sınırını, alanını belirleyen bir daire çiziyor ve böylece onu çevreleyen bir döngü oluşturuyor. Bu daire çok az insan için velud (doğurgan-üretken) bir daire olurken; çoğu insan içinse onu içine hapseden fasit bir daire (kısırdöngü) meydana getiriyor.

Para örneği ile devam edelim… ABD’li gazeteci yazar Sydney Harris, ‘’insanın yaptığı sahte paralar kadar, paranın da yaptığı sahte insanlar’’ vardır der. Bu, bahsettiğim; metanın bizleri dönüştürme gücüne ve içine hapsettiği fasit daireye işâret eder.

Antik Çağ Yunan şairi Sophokles ‘’insanoğlunun hiçbir icadı, para kadar fesat verici değildir’’ derken belki de bu gerçeği haykırıyordu. Aynı şekilde Bernard Shaw, ‘’parayı köleniz yapın, yoksa efendiniz olur’’ derken, aynı sosyolojik fasit daireye atıfta bulunuyor olmalıydı.

Benzer şekilde şimdilerde bizler de, sosyal medya aygıtlarının, Facebook, Twitter, İnstagram, Periscope…, bağımlısı haline geliyor; kendimizi orada ifâde etmeye çalışıyor, artık hayatımızı oradan yansıttığımız şekliyle yaşar hâle geliyoruz. Sanki orada kendimize yeni bir kimlik inşâ ediyor ve benliğimizi orada oluşturmaya çalışıyoruz.

Bu tam da; J.J.Rousseau’un, ‘’eldeki para hürriyetin âletidir; fakat peşi kovalanan para, tam tersine kölelik âletidir’’ ifadesindeki hakîkate benziyor. Doğası gereği; bilgiye ulaşım ve kendimizi ifâde etme kanallarını çoğaltarak özgürlüğümüzü artırma kaabiliyeti olan sosyal iletişim kanallarını, onu sadece bir araç olarak görüp ‘velud’ amaçlar için kullanabileğimiz bir âlet olmaktan çıkarıyoruz. Onu bir amaç haline getirip (ihtiyaç-lüks-gösteriş-kendimizi gösterme duygusu vb.) kendimizi artık onun için yaşar bir konuma sokuyor; kendimizi âdetâ modern bir köleliğin; bir teknoloji bağımlılığının (esaretinin) kucağına atıyoruz.

Yani Alexandre Dumas’ın ifâdesiyle; nasıl ‘’para iyi bir hizmetçi, kötü bir efendi’’ ise, modern köleliğimizin efendileri hâline getirdiğimiz bu teknolojik araçlar da bizler için hayatı kolaylaştıran iyi birer hizmetçi olmaları gerekirken, bizi kendine bağlayan kötü bir efendimiz konumuna geliveriyorlar.

Üzülerek söylemek gerekir ki; insanoğlu kendi ürettiği bu iletişim ağlarının tesirinden kurtulamadığı müddetçe, sosyal olma yönünü iyice yitirecek ve gittikçe daha çok yalnızlaşarak kendi ruh dünyasına ağır bir darbe daha vuracaktır. Ümid edelim ki Sophokles’in para’ya atfettiği fesat verici özellik zamanla sosyal iletişim ağları için de söylenir hâle gelmesin!

‘’Paranın öldürdüğü ruh, kılıcın öldürdüğü bedenden fazladır.’’ derken çok haklıdır İskoçyalı şair ve yazar Walter Scott. Umarım şimdiki nesiller ‘’sosyalleşelim’’ derken sosyal yaşamdan daha fazla koparak yalnızlaşmaz; kişiliğini ve hayatın gerçekliğini sanal bir dünyada arayarak ruhunu öldürmez…

Gelişmiş ülkeler artık savaşlarını bile medya aracılığıyla ve bilgi savaşları zeminine kaydırırken; kısaca bilgi üretmenin, yönlendirmenin ve sentezlemenin en büyük güç haline geldiği dönemlerde yaşıyorken, bu süreci iletişim ve tüketim kanallarının kölesi, esiri olmuş, düşünemeyen, irdeleyemeyen, sentezleyemeyen nesillerle karşılamak bir ülke için hiçte iyi bir akıbet olmasa gerek. Zaten bu tarz bir hipnozla uyuşmuş, işlenmemiş beyinlere sahip bir nesil yaşlandığında, artan Alzheimer vak’alarıyla topluma yeterince yük de olacaktır.

Sosyal medya kanallarının röntgeni çekildiğinde bu zihinsel ve ruhsal bozulmanın en belirgin göstergesi olarak göze çarpan ‘’troller’’ ve ‘’trolleşme’’ konusu ile devam edeceğiz.





7 Mart 2016 Pazartesi

BİR KARABASAN GİBİ ÇÖKTÜN ÜZERİMİZE!

Bu yazı 7 Mart 2016 tarihinde Yeniyön.tv de yayınlanan köşe yazısıdır.


Birkaç gün önce attım bu başlığı bilgisayarımda; altı boş kaldı günlerce, sebebini bilemedim. Hafakanlarımla boğuşuyordum çünkü. Altını doldurmak; Zaman Gazetesi’nin hukuksuzca gaspedilip, üzerine çökülüp, kadın ve çocukların üzerine gaz sıkılıp tartaklandıkları bugüne nasipmiş meğer!

Bir karabasan gibi çöktün üzerimize…

Çokları Yezid, Süfyan, Diktatör, Faşist, Firavun diyor ya! Ben onları bile çok görüyorum sana.

Sen ne olduğu bile belli olmayan, tıpkı karanlık bir gölge gibi göğüs kafesimizin üzerine çöküp iradelerimizi ve hareketlerimizi tutsak eden bir karabasan olabilirsin ancak!

Gölge gibi karalığı ve üzerimize çökmesi sebebiyle karabasan deriz biz ona. Sen de; Müslümanların firâsetini gölgeleyen, münafıkça bir sinsilikle gelip oturdun göğüs kafesimize. Çöktün hayallerimizin üstüne! Sadece ümitlerimizi değil; ülkenin kaynaklarının ve kurumlarının da üstüne çöktün, kinle bezeli haramice açgözlülüğünle. Emdikçe emdin, tükettin tâkatimizi!

Kandırdın herkesi yalan vaadlerinle, bizce olan ifâdelerin ve kulağa hoş gelen hitâbetinle! ‘Gömlek değiştirdik!’ dedin ama bizler üzerine giydiğin yeni gömleği farkedemedik. İnandık sana ve bize demokrasi vaad eden tatlı sözlerine.

Yükseklere çıkmakmış belli ki tek amacın omuzlarımıza basarak. Çıkmaya çalıştığın kayanın üzerinde elinden tutup çeken başka hâinler varmış meğer. Bizler, halkın omuzlarında yükseliyor zannediyorduk seni oysa. Sırtına çuvallar da doldurmuşsun duvarın ötesinde lazım olur diye! Biz de ne kadar da ağırlaştı birden bu; ama olsun diyorduk safça! Demokrasi gelecekti ya! Olsundu!

Duvara çıktığın ilk anda bize de el uzatacağını sandık da; sen tekmeledin bizi ilk fırsatta. Bizi de çekmek için yardım maksatlı uzattığını sandığımız el, senin hadi; çıkmak istiyorsanız öpün, bîat edin demenle tokat gibi indi suratımıza! Uyandırdı bizi daldığımız demokrasi serâbından!

Ben buraya kendi çabamla çıktım diyen tarihteki örneklerine karıştın talihsizce! Utanmadan bir de nutuk attın bize duvarın üzerinden. Bu sefer kin, nefret ve öfke taşıyordu dudaklarından; tatlı sözler ve iltifatlar kaybolmuştu artık. Siret, sûret’e ilk defa yansımıştı! Şu mırın kırın edenler var ya!’ işte onlar ‘paralel’, ‘örgüt’ dedin insafsızca! ‘’Haşhâşi’’ dedin, haramîliğini örtmek için, masum insanlara. Terörist dedin ve çöktün kurumlarına! Nasılsa hâlâ inananlar çıkar deyip ümit tacirliğine devâm ettin ve duvarın üzerine sizin için çıktım dedin insanlara. Yine inandırmayı başardın saf kitleleri kendine. Ustalıkla çevirdin onların bakışlarını; senin sırtındaki çuvaldan içlerindeki ‘’hâin!’’ masumlara… Birbirleriyle uğraşırlarken çuvalı görmezler diyen aklınla; maharetini sergiledin büyük bir ustalıkla.

Nasıl inanmasınlardı ki sana! Ben buraya çıkmazsam aşağıda kaos çıkar, istikrar bozulur dedin, inandırdın onları; korku saldın yüreklerine. Nedense bir anda patlak veren terör saldırıları bir sinema perdesi gibi besledi o korkularını!

Tam kurtulduk dediğimiz anda, Ergenekon ahtapotunun kollarına attın gene bizi! Bilmiyordun ki önce senin boğazını sıkacak, sonra bizimkini; istediğini aldığında.

Bir karabasan gibi çöktün üzerimize…

Felç ettin idrakleri, vicdanları. Artık kan ve gözyaşına bile tepki veremez oldu insanlar. Anayasayı takmıyorum diyen adamlarına ve sana, milletin bir yerine koyacağız diyen iş adamlarına, Google’dan ‘’ayet sallıyorum’’ diyen bakanlarına, seni peygamber îlân eden yalakalarına, yolsuzlukları zıvanadan çıkmış avânelerine, ormanları katleden mütahitlerine; evde eğitimsiz bırakılmış kendi çocuklarına, ceplerindeki parasızlığa, etrafında artan suç oranlarına, birbirine düşman kesilmiş yığınlara, bölünmek üzere olan güneydoğu’ya bile ses çıkaramıyor insanlar artık!

Her yeri; milletin bünyesini ve devlet aygıtını, senin her refleksi felç eden korkun ve gölgen kapladı, çöktü milletin üstüne.

Çıkarlara, rantlara, yalakalıklara, ispiyonculuklara dayalı yalancı maddi cennetinin veya tehditkâr uslubunla, fakirlikle, korkutmayla, kayyım atamalı hukuksuz gasp ve türlü türlü haramîliklerle bezediğin yalancı cehenneminin korku tünellerinde geçiyor hayatımız; her gün farklı bir hafakanla uyanıyor gözler sabaha!

İngilizce incubus derler karabasana; Latince incubāre den gelir üzerine yatmak anlamında. Kuluçkaya yatmak anlamındaki incubate de bu kökten gelir. Tıpkı önce irâdelerimizin, adâletin ve devlet aygıtının üzerine yatıp onları felç ettiğin ve sonra da âdîlik, çirkeflik ve haramîlik tohumuyla döllediğin yumurtaların üzerinde kuluçkaya yattığın gibi; adına ‘’Yeni Türkiye!’’ dediğin rant civcivleriyle dolu faşizm kümesi hülyâsıyla…

İngilizce’deki anlamıyla ağırlık, kâbus, gece terörü, uyku terörü, uyku felci de denir karabasana. Hattâ, Batı folklorü bağlamında; uyuyan insanların üzerine çöken veya bu yolla kadınlara cinsel istismarda bulunan düşsel şeytanî ruh da denir ona.

Baskıcı, bunaltıcı, zulmedici, zâlim anlamları da yüklenir Karabasana.

Tıpkı senin yaptığın ve hissettirdiğin gibi! Her geceye senin tâcizlerinle dalıyor, kurumları gece basan yalaka polislerinin gaz bombalarıyla uyanıyor, çaldığın geleceğimizin ah-u efganıyla inliyoruz yatağımızda hareketsizce… duygular lâl olmuş bir vaziyette!

Bunaltmadığın, zulmetmediğin, hakâret etmediğin kesim kalmadı yıllardır. Zâlim olarak geçeceksin tarih sayfalarına. Söylediğin her yalan çarpılıyor suratına. Hattâ sen üzerimizden çekip gitmeden tek tek yaptıkların yalanlıyor seni. Her yalan bir başka yalanı takip etmek zorunda kalıyor çünkü.

Hırsınla yok ediyorsun inşâ edilmiş herşeyi; ülkenin kazanımlarını ve geleceğini. Yalancının mumu yatsıya kadar yanar derler ya, senin ki o kadar bile dayanmayacak. Zîrâ hırs ve öfke meş’alesi ile canlı tutmaya çalışıyorsun o mumu. O ise sadece o mumu daha hızlı eritmeye yarıyor! Bunu gören etrafındaki yalaka fareler tek tek başladılar gemiden atlamaya! Panik yaptın ve daha çok hatâ yapıyorsun! Debeleniyorsun üzerimizde. İyi bir iş yaptığını sanıyor ahmak avânelerin. Oysa sen can çekişmektesin! Can çekişirken bilinçsizce attığın son üç-beş tekmeye de sabrediyoruz sadece. Senin saray soytarılarının sahte zafer çığlıklarını dinlemiyoruz bile! Tek duyduğumuz kemiklerinizin korkudan titreyiş sesi! Bastıramıyor o sesi, yapay böğürmeleriniz!

Sosyolojiyle savaşarak kaybettin! Kendinle savaşarak bitiriyorsun kendini! Zîrâ keskin sirke küpüne zarar verir ancak! Uyarılmıştın oysa vakti zamanında…

Gün gelecek! Bugün zulmettiğin insanlar edeplerinden sadece ‘’yazık etti kendine!’’ diyecekler. Bir rüyamda, etrafımdaki insanlar zafer gösterileri yaparken; benim bir kaldırım taşına oturup sizler için hıçkırarak ağlayarak ‘’bunun için âhiretinizi mahvetmeye değer miydi?’’ demem gibi meselâ!

Ama bil ki kandırıp üzerine çöktüğün insanlar en büyük küfürleri edecekler sana. Hattâ bugün etrafında olan çıkarcı yalaka ve şaklabanların ihânetleriyle sarsılacaksın o küçük hücrende! Soğuk titretir insanı, korku da hafakanla titretir, panik ataklar olarak gelir; ama ihânet, vicdanını bile depremlere uğratır, yerini öfke ve kin enkazına çevirir ve adamın benliğini yer bitirir!

Hiç sosyoloji bilmesem bile rüyalarımda bitmiştin sen zâten daha sürecin en başlarında! Bayırın sonuna kadar şefkatle peşinden gelen o Zât, geri gel demişti sana hani; öfkeyle yoluna devam edip arkana bile bakmamıştın… Gayretullah’ın gök kapıları açılmıştı sonra yüzüne… O zamandan biliyordum geri dönüşü olmayan bir yola girdiğini!

Yine başka bir rüyada senin yüzün öfkeden kıpkırmızı kesilmişti de vücudun nöbet geçirircesine titremeye başladığında insanlar kaçışmaya başlamışlardı. Başka bir boyutta oluşan gerçek bir depremden kaçışıyorlardı…

Yine başka bir rüyada saldırmıştın üzerime öfkeli kalabalıklara hitap ettikten sonra; yazdığım bir yazıdan dolayı. ‘Rabbi yessir…’ duasını okumamla üzerime kapaklanmıştın ölü vücudunla. Bir tüy gibi uçuvermişti öfkeyle kabaran ruhun, sâde bir dua üflemesiyle…

Başka bir rüyada; insanları büyük bir stada doldurmuş, planlı, büyük, kanlı bir felâketin içerisine atmak üzereydin. Melekler müdahale edecek ve bir âfet getireceklerdi senin yüzünden o stattaki halkın üzerine. Hattâ ‘’melekler o iş için indiler!’’ ifâdesini duydum bir yerlerden de bir dostumu vazgeçirmeye çalışıyordum o stada girmekten. Zâten maddî afete gerek de yok! İmanların kaybı en büyük âfettir zîrâ!

Sonra, ‘’bir Pazar günü ölecek!’’ dediler senin için bir başka rüyada. Beklemekteyim sabırla!


Yıllarca çekilen fakirlikler, hukuksuzluklar, darbeler ve haksızlıklar altında inim inim inleyen câhil halk, senin söylediğin ‘mutlu yarınlar’ ninnileriyle dalmıştı uykuya, sana güvenerek.

Oysa sen bir karabasan gibi çöktün üzerimize… Felç ettin idrâklerimizi. Sadece ülkenin kaynaklarını değil; hayallerimizi de çaldın, bize zulmettin! Kayyım denilen haramîlerle çöktün üzerimize!

Hayır! Sen aslında kendine zulmettin, âyette de dendiği gibi.

Bizler bir şekilde uyanırız sabâha ve yeniden başlarız her şeye; bir şekilde tutunuruz hayâta.

El ele vererek Çanakkale felâketlerinden kurtulmayı başarmış bir millet, başına gelmiş bu ikinci büyük felâketten de kurtulur Allah’ın izniyle.

Eğitim, adâlet, güven, ekonomi, istikrar, devlet itibârı, toprak bütünlüğü, emniyet… Herşey çöküyor bir bir!... Enkazını toplamak ve ülkeyi sıfırdan yeniden dizayn etmek bize düşecek yine… Hazırım, bekliyorum!

Her şeye rağmen sen sadece baskıcı bir gölge, bir karabasan olarak çekilip gideceksin üzerimizden. Geleceğimize tecâvüz edemeyeceksin! Bir süreliğine felç ettiğin irâdemiz, şahlanacak gölgen kaybolduğunda. Cemre düştü artık toprağa! Bizler bahâra uyanırız da senin sahte ampül ışığın eriyip gidecek nurumuzun bağrında…

Yıllar önce benim de üzerime birkaç kez karabasan çöktüğü olmuştu! Teslîm olmak karakterimde olmadığı için yumruk atmaya çalışmıştım ona; hareket edemiyordum ama. Bir ayetel kürsi ile kaçacak delik aradığında anlamıştım; aslında karabasanların ne kadar da zayıf ve çâresiz olduklarını… Belki de o yüzden sâde bir dua ile yıkılıvermiştin rüyamda da!

Bir karabasan gibi çöktün üzerimize…

Üzerimizden çekilip gideceğin kutlu ân için yalvarıyoruz Rabbimize.

Selâmetle uyandır bu milleti ya Râb!

Ferdun, Hayyun, Kayyumun, Hakemun, Adlun, Kuddus!

Ve rüyamdaki gibi derim: Rabbi yessir, velatu assir, Rabbi temmim bil hayr ve bihi!

İletişim:
Tüm yazılar için blog: http://akliselim.blogspot.com
Twitter: https://twitter.com/ugur_tezcan


2 Mart 2016 Çarşamba

CEMAAT’İN KAZANIMLARI: ARŞİV VERSİYONU

Bu yazı 2 Mart 2016 tarihinde Yeniyön.tv de yayınlanan köşe yazısıdır.


Bir süredir yazmakta olduğumuz 12 bölümlük ‘’Cemaat Neden ve Nasıl Kazanıyor?’’ başlıklı yazı dizimiz nihâyete erdi. Hâlâ canlı olarak yaşadığımız; kısır görünen ama aslında velûd (doğurgan) olan ve her ânı yeni sürprizlere gebe bir süreçten geçiyoruz. Bu nedenle de bu yazı dizisinin konuyu tüm boyutları ile kapsaması zor. Yeri geldikçe ve hakîkatler kendini gösterdikçe bizler de acizane yazmaya gayret ve devâm edeceğiz.

17-25 Aralık ve takibeden sürecin Hizmet Hareketinin ve Türkiye’nin geleceğine dönük kazanımlarına değinmeye çalıştım. Gelen olumlu tepkiler dışında elbette sürecin sorumlusu kesimlerin illüzyonlarının kurbanları olmuş bazı troller tarafından tepkiler de gelmedi değil. Tüm küfürlü sözleri sahiplerine geri teslim etsekte, birkaç kişinin; ‘’hayâl gördüğüm’’, ‘’rüyada olduğum’’, ‘’Mars’ta yaşadığım’’ şeklinde ifâdeleri oldu. Bunlar her ne kadar basit tepkiler olarak görülse de bir ruh hâlini deşifre ettiği için göz ardı edilmemeli.

Hattâ bu düşüncelere bir tane de ben ekleyerek izah edeyim. Konu kapsamında yazdığım hususlar hep geleceğe dâir yorumlar ve analizler olduğundan bazıları bunları pekâlâ ‘temennîler’ şeklinde de görebilirdi. Geleceğe dâir analizlerin kaderidir: Temennîler ile öngörü arasında çok ince bir çizgi vardır. Her an iki taraf arasında gel gitler yaşayabilirsiniz. O yüzden de böyle yazılar yazmanın hem sorumluluğu hem de zorluğu fazladır.

Ben bu yazı disizinde hayallerimi ve temennîlerimi değil sosyolojik ve îmâni temellere dayanan; hattâ tarihin değişik laboratuvarlarında farklı Yezidler ve Firavunlar ile gönül insanları arasında yaşanmış zulüm deneylerinin neticelerinden de ilhamlar alarak birtakım öngörülerde bulunmaya çalıştım. Zaten ‘’sosyoloji ile savaşılmaz’’ tezinin ilham kaynağı da aynı köke dayanır.

Resmetmeye çalıştığım ileriye dönük kazanımların, artısı ve eksisiyle, büyük oranda inşallah gerçekleşeceğine inanıyorum, çokları gibi. Hizmet Hareketi adına kozadan kelebeğe geçişin hazırlık çekimlerini izliyoruz hep birlikte. Onun kazanımları, toplumun bazı kesimlerinde varolan önyargıların aksine, Türkiye’nin de kazancı olacaktır. Halihazırda yeni İttihatçı hareket olarak başımıza musallat olmuş olan AK Parti, önceki talihsiz örnekten çok daha büyük acemiliklerle ülkenin kaderini tehlikeye atıyor. Bu anlamda ondan kurtuluş bile başlı başına bir kazanım olacaktır Türkiye için.

Kaderî planda yazılan şeyler belli kazaların etkisiyle farklı şekillerde cereyân edebilirler. Hareket, süreçten alması gereken dersleri iyi alır ve yapması gerekenler adına sistematik hareket edebilir ve mânevî derinliğini artırabilirse bir lütfu İlâhî olarak hem kendisi hem de Türkiye adına bizim yazdıklarımızın çok daha fevkinde kazanımlar elde edebilir.

Bu tür ilâhî ikramlar elinize tutuşturulan cevherler gibidir. Okyanusta bekleyen bir geminin yelkenlerini şişiren rüzgar gibidir. Nereye gidip, hangi rotayı izleyeceğiniz sizin kaabiliyet ve niyetinize bırakılmıştır.
Hizmet Hareketi de toplumu bir araya getirme ve bir sinerji oluşturarak onu geleceğe taşıma adına sorumluluklar üstlenecektir. Bu dizide bu bağlamda çizmeye çalıştığım parametreler inşallah gerçekleşecektir.

Bu cevher ve rüzgar Hareketin eline verilecektir. Temennî veya hayâl değil bu. Sorulması gereken soru elinize cevher verilip verilmemesi değil; o cevher ile ne yapacağınız; onu nasıl değerlendireceğinizdir. Asıl imtihan o zaman başlar. Ben bu konuda da Hareket adına oldukça ümitliyim.

Toplumun diğer iyi niyetli, vatanperver kesimleri, tıpkı Zülkarneyn’e verilen destek gibi; enerjisiyle, işbirliğiyle, samimiyetiyle, yapıcı ve iyi niyetli eleştirileriyle Hareket’e destek verirse Türkiye sıçrama rampasına çıkar ve kazanımlar üstsel (eksponensiyel) olarak artar. Böylece AK Parti ve Erdoğan’ın devlet sisteminde neden oldukları ve olacakları hasarlar, toplumsal çöküş ve düşmanlık noktasında yaşanan âfetler daha kısa sürede ve daha bir kolaylıkla tedavi edilebilirler.

Ben gelecekten ümitliyim! Ya siz!

Cemaat Neden ve Nasıl Kazanıyor? yazı dizisine ulaşmak için linkler:

1.    http://www.yeniyon.tv/cemaat-neden-ve-nasil-kazaniyor-1/
2.    http://www.yeniyon.tv/cemaat-neden-ve-nasil-kazaniyor-2/
3.    http://www.yeniyon.tv/cemaat-neden-ve-nasil-kazaniyor-3/
4.    http://www.yeniyon.tv/cemaat-neden-ve-nasil-kazaniyor-4-2/
5.    http://www.yeniyon.tv/cemaat-neden-ve-nasil-kazaniyor_5/
6.    http://www.yeniyon.tv/cemaat-neden-ve-nasil-kazaniyor_6/
7.    http://www.yeniyon.tv/cemaat-neden-ve-nasil-kazaniyor-7/
8.    http://www.yeniyon.tv/cemaat-neden-ve-nasil-kazaniyor-8/
9.    http://www.yeniyon.tv/cemaat-neden-ve-nasil-kazaniyor-9/
10. http://www.yeniyon.tv/cemaat-neden-ve-nasil-kazaniyor-10/
11. http://www.yeniyon.tv/cemaat-neden-ve-nasil-kazaniyor-11/
12. http://www.yeniyon.tv/cemaat-neden-ve-nasil-kazaniyor-12/