19 Ekim 2016 Çarşamba

ERDOĞAN ve FEL BÜYÜSÜ

Bu yazı 19 Ekim 2016 tarihinde Yeniyonum.com (Baz Haber) de yayınlanan köşe yazısıdır.


Bu yazıda sizlere gerçek büyülerden ziyade; o kültden beslenen bir filmden bahsedeceğim. Oradan da günümüze bir pencere açacağız.

Duncan Jones yönetmenliğinde, meşhur World of Warcraft oyunundan ve mitolojisinden esinlenerek çevrilen aynı adlı filmden söz edeceğim sizlere.

Filmde Gul’dan adlı büyücü yeni bir vatan arayan Ork kabilelerini ikna etmiş ve son derece güçlü, karanlık ve yeşil bir büyü olarak tarif edilen Fel büyüsünü kullanarak dünyaya bir giriş kapısı (portal) açmıştır. Böylece orklar bu yeni gezegeni kolonileştirebilecekler ve yeni bir vatana sahip olacaklardır. Yalnız, bu büyünün farklı bir özelliği vardır. Gücünü canlı varlıkların yaşam enerjilerinden alır; yani onların ruhlarının çekilerek öldürülmelerini gerektirir. Bunun için de kolonileştirdikleri esir halk olan Draeneiler (sürülmüş halk), bir nevi, bu büyüye yakıt olarak kullanılırlar.

Filmde ilginç bir tema işlenir. Bu büyü, kısa süreli kazançlar ve görünürde yeni bir dünyaya geçiş imkanı sağlıyor olsa da, aslında son derece yıkıcı bir güce sahiptir. Filmdeki kahramanlardan biri bu büyüyü tanımlarken şunları söyler:

‘’Bu büyü, diğerlerine hiç benzemeyen bir büyü. Yaşamın kendisiyle beslenir. Büyüyü yapanı zehirler (kirletir). Dokunduğu her şeyi allak bullak eder. Yüce bir kudret bahşeder; ama korkunç bir bedel ödetir.’’

Evet! Büyüyü Orklara bir kurtarıcı güç olarak sunan Gul’dan gittikçe güçlenmiş ama güçlendikçe de şeytani bir güce hizmet eden bir varlığa dönüşmüştür. Orkları bu gücü kullanarak, yeni bir vatan vaadi ve daha güzel bir yaşam ümidi ile kendisine bağlamış, peşine takmıştır. Artık kendisine hizmet eden bir Ork ordusu vardır. Hayata tutunma içgüdüsü, geleceğini kurtarma endişesi ve korkularıyla hareket ederek, bu güçlü lidere kusursuz biat eden Orklar, normalde onurlu bir grup oldukları halde, artık Draenei’lerin canlı canlı ruhlarının çekilip öldürülmelerine bile ses çıkarmayan, yok olan kendi gezegenlerinin bile neden tükeniyor olduğunu sorgulamayan, çevrelerinde olup bitenleri kanıksamış bir topluluk haline gelmişlerdir. Zira; artık yapılan her uygulama, portalın açılması için bu lider tarafından uygun görülen, itaat edilmesi gereken bir uygulamadır.

Büyünün yıkıcı etkisini gören ve bunu sorgulayan tek Ork klan lideri Durotan’dır. Onun bakış açısından Fel büyüsünün gerçek yüzü filmde şu şekilde sorgulanmaktadır:

‘’Fel büyüsü sayesinde Gul’dan güç kazandıkça biz evimizi kaybettik. Ne zaman büyü kullansa toprak ölüyor. Kapıyı açmak için yeşil büyü can alıyor. Yaptığı büyü her şeye ölüm getiriyor. Onu kullananı yozlaştırıyor…’’

Büyünün Ork gezegeninde ilk olarak neden kullanılmaya başlandığına dair filmde iz yoktur. O konu War of Warcraft’ın mitolojisinde daha kapsamlı bir şekilde ele alınır ve Orkların, aslında Draeneileri yok etmeye çalışırken bu büyüyü kullanmaya başladıklarını ama büyü sayesinde tüm gezegenlerinin bir çorak gezegene (Wasteland) dönüştüğü anlatılmaktadır. Demek ki, Gul’dan gibi bir lider gücü ele geçirmek adına Orkları kandırmış ve ‘düşman’ olan halkların öldürülmesi adına Ork halkını bu büyünün kullanılması yönünde ikna etmiştir. Zamanla kendi toprakları da çöle dönen Orklar böylece gittikçe bu gücün daha çok esiri olmuş ve Gul’dan’ın itaatkar biatçıları olmak durumunda kalmışlardır. Yani güç tutkunu, sahtekar ama güçlü ve karizmatik bir lideri takip etmek suretiyle kendi gezegenlerinin sonunu getirmiş ve kendilerini tehlikeli bir maceranın içerisine atmışlardır. Bu noktadan sonra onlar artık onursal kodlarını da göz ardı eden, biatkar bir topluluk olmuşlardır.

İşin ilginç yanı, bu yeşil ve kara büyü sayesinde tek yozlaşan Gul’dan ve Ork liderleri değildir. Orklar tarafından istila edilmek üzere olan dünyayı korumakla görevli olan baş büyücü (alim-savaşçı) Muhafız Medivh de büyünün tesiri altına girmiştir. O da büyünün etkisiyle zamanla yozlaşır ve Gul’dan ve ardındaki şeytani güçle ittifak yapar. Filmin sonunda ölmek üzereyken de vicdan azabını şu cümlelerle dile getirir Muhafız Medivh:

‘’Korumak uğruna savaştığım her şeyi kendi ellerimle mahvettim.’’

Büyünün yozlaştırıcılığını sorgulayan tek lider olan Ork Durotan ve kabilesi elbette düşman ve hain ilan edilirler. Ancak Orklar’da birebir dövüş ile adalet sağlama kutsal sayıldığından Gul’dan, büyü kullanmadan Durotan ile ölümüne dövüşmek zorunda kalır. Yenileceğini anladığı noktada ise büyü kullanarak hile ile Durotan’ı öldürür. Zaten Durotan’ın kendini bu şekilde feda ederken ki amacı da bunu göstermektir. Son sözünde, ‘Sen de hiç onur yok!’ demek suretiyle onun onursuzluğunu göstermek istemiştir. Çünkü Ork kabileleri ‘onurlu lider’ kavramına kutsiyet atfetmektedirler. Gul’dan’ın bunu çiğnemesi onun güç için neleri göze alabileceğini, kutsal toplumsal değerleri bile nasıl gözardı edebileceğini göstermiştir.

Sanırım buradan günümüze dair nasıl bir pencere açacağımı artık anlamışsınızdır. Günümüzde yaşanan birçok problemin kaynağı buraya kadar resmettiğim içerikle ortak özellikler taşıyor. Bugün olduğu gibi geçmişte de güç adına zenginleşmek, kaynakları sömürmek isteyen çevreler, siyasetçiler, diktatörler, Firavunlar, Yezidler ve benzerleri hep yönettikleri halkların korkularından, geleceğe dair endişelerinden ve ümitlerinden beslenmişlerdir. ‘Bir Korku Analizi’ başlıklı yazı da bunlara işaret etmiştim.

Bunu sağlama adına da bir yandan sürekli olarak yeni düşmanlar üreterek onları bir korku çemberi içine hapsederken diğer yandan da hep ‘yeni bir dünya’, ‘yeni bir ülke’ vaatleri ile onları büyülerler; tıpkı Gul’dan’ın yaptığı gibi. Bu şekilde kontrol altına alınan halk tabakaları ulusalcılık, milliyetçilik, çıkarcılık gibi zehirlerle veya şimdilerde gördüğümüz gibi dini-İslami duyguların istismarı olan ‘yeşil’ büyülerle zehirleniyorlar. Böyle bir halk zamanla adalet, hakkaniyet ve vicdan ufuklarından, yani kendine ait değerlerden ve insanlık çizgisinden uzaklaşıyor ve o liderlerin hedef olarak gösterdiği herkese karşı bir kin, nefret ve öfke geliştiriyor. Zamanla da bu uğurda yapılan işkencelere, haksızlıklara, suistimallere, hırsızlıklara, tecavüzlere, saldırılara, öldürmelere ses çıkarmıyor; hatta bunları gerekli bile görüyor. Tıpkı kendi menfaatleri için Draenei halkının tutsak edilip büyüyü beslemek adına öldürülmelerini kanıksayan, bunu gerekli gören Ork halkı gibi… Onlar bu kısır döngüye hapsoldukça gittikçe güçlenen liderlere artık daha fazla bağlanmak zorunda kalıyorlar ve farketmeden aslında kendileri köleleşiyor ve geleceklerini ve vatanlarını bilinmez tehlikelerin içine atıyorlar; tıpkı cahil Ork toplumu gibi…

Bugünkü Türkiye’nin geldiği nokta da işte tamamen budur. Erdoğan ve AKP liderliğinin siyasi ve ekonomik rant uğruna gücü ele geçirip ‘devlet trenini rayından çıkaracağını’ (Ali Ünal) gören neredeyse tek veya en cesur hareket olan Hizmet Hareketi, tıpkı Ork lider Durotan gibi, büyünün yozlaştırıcılığını ve sadece güç tutkunu Gul’danlar oluşturacağını, bunun neticesinde de demokrasi rayından çıkılacağını, ülke güvenliğinin büyük bir tehlikeye gireceğini gördü ve bunu dile getirerek o yozlaşmış ‘kara’ ve ‘yeşil’ güce biat etmedi. Böylece hain ve düşman ilan edildi.

Gelecek endişesiyle, zaten eğitimsizlik, fakirlik, cehalet, bencillik ve fırsatçılık bataklığında yaşayan, yıllarca duyguları sömürülmüş, ahlaki refleksleri felç edilmiş, ümitleri (darbelerle) söndürülmüş, vicdanları köreltilmiş olan halk, önlerine konulan ve ümit vaadeden ‘Yeni Türkiye’ hayallerinin büyüsüne kapıldı.  Zaten sürekli bir şekilde düşmanlarla korkutulan, ‘’Türk’e Türk’ten başka dost yoktur!’’ diyerek beyinleri felç edilen yığınların, bu sefer Erdoğan tarafından önlerine sunulan yeni düşmanlara itiraz edecek hali yoktu.  Bu sefer de faiz lobilerinin, hainlerin, ajanların, dış güçlerin, üst akılların vs. varlığıyla korkutuldular. Oysa gerçekte olan; büyük bir yolsuzluk çukuruna batmış bir partinin ve lider ekibinin yaygara çıkarmak suretiyle yangından mal kaçırma gayretlerinden başka bir şey değildi.

Bu yanlışlıklara ortak olmayı ilkesel varlığına aykırı gören Hizmet Hareket’i, ‘onları bir savcı iki polisle tüm dünyada terörist ilan ettiririm!’ tehditleri yapanlara boyun eğmedi ve zalim insanların kendilerine saldıracağını bile bile zulme karşı dik durdu. An itibarıyla, Türkiye’de ki tüm kurum ve kuruluşlarına, özel mülkiyetler de dahil olmak üzere kanunsuz bie şekilde el konuldu, yüzbinlerce insan işinden atıldı, on binlercesi de hapishanelerde işkence ve tecavüzlere maruz bırakıldı.

Yani, sırf Erdoğan’ın bugün partili-Baasçı diktatörlük odaklı olduğu anlaşılan ‘’Yeni Türkiye’sinin’’ tesis edilebilmesi ve bu uğurda işlenen suçların, yolsuzlukların üzerlerinin örtülmesi adına yapılan zulümler Fel büyüleri ile örtülüyor. Havuz medyasından akıtılan çirkeflik ve yalan haberlerle toplum adeta büyüleniyor, sahte ve kurgulanmış darbelerin suçları da masumların üzerine atılmak suretiyle zulümler katlanarak devam ediyor. Böyle bir ortamda vicdanları köreltilen halk da, masum insanların malından, canından, özgürlüğünden, itibarından ve onurundan beslenen bu büyü, illüzyon sayesinde olanlara ses çıkarmıyor; böylece her gün insanlık ve Müslümanlık çizgisinden bir adım daha uzaklaşıyor. Üstelik sadece sessiz kalmakla da yetinmiyor ve bu haksızlıkları hak olarak görüyor ve böylece vahşi toplumlardan daha vahşi bir hale geliyor.

Bu nedenle diyorum ki; siyasi münafıklar en büyük illüzyonistlerdir… Kendilerini şeytani güçlere satıp, günahların esiri olurlar ve onların sağladığı güçleri bir büyü ve illüzyon malzemesi olarak kullanarak halkın gözünü boyarlar. Onların masumların kanından beslenen büyüleri zamanla ülkenin geleceğini de tüketip yok eder ama sundukları sahte çıkarların ve ördükleri yapay ümit duvarlarının etkisiyle halk bunu göremez; zamanla onların duygusal tutsakları olurlar. O hilelere susan ama gerçekte ülkeyi korumakla görevli olan askerler, ilim adamları, din adamları vs. de tıpkı Muhafız Medihv’in son pişmanlığı gibi; ‘’Korumak uğruna savaştığım her şeyi kendi ellerimle mahvettim’’ derler ama artık iş işten geçmiştir. Hitler’in peşine takılan Alman halkının, entelijansiyasının ve ordusunun; Firavun’un peşine takılan antik Mısır halkının ve hamanların yaptıkları gibi…

Güçlü bir imana sahip, ağzı dualı kişilerin gerçek büyülerden korunacağına inanılır. Oysa siyasi illüzyon büyülerinden korunabilmenin tek yolu; özellikle de münafık karakterli olanlarından, imani ve irfani olgunluktur. Bunun içinse; akıl, vicdan, insaf ve iz’andan beslenen bir iman ve o iman ateşinden beslenen bir muhakeme gücü, şuur, basiret ve firaset kaabiliyeti gerekir. Bunların meyvesi de cesur, bağımsız, hakkaniyetli, vicdanlı, insaflı ve bağımsız hareket edebilen insandır. Kimbilir belki de bunlar gerçek bir iman sahibi olabilmenin de şiarlarıdırlar.

İşte bu yüzden, bu kaabiliyetlerin hepsinde zirve olan Peygamberler ve onların izinden giden İbn-i Arabi, Gazali, İmam-ı Rabbani, Said Nursi ve günümüzde de Fethullah Gülen Hocaefendi gibi alimler, devrin zalimlerine, cahiliyet anlayışlarına, küfür ve ifsad çarklarına karşı cesurca mücadele edip, onlara rağmen, imanlı bir toplum ve insan inşası vazifesi görürler…

Hepsi de zulüm gören bu alimlerin, zalimlere boyun eğmeyerek acı çekerken ki bir amaçları da aslında tıpkı Durotan gibi, o Yezidlerin ve Süfyanların aslında ne kadar onursuz olabileceklerini halka göstermektir. Bu idraki; hala onurunu koruyabilen bir toplumda, bu mert tavır sağlayabilir. Eğer toplum o hususiyetini de kaybetmişse, onu artık sadece afetler, belalar ve krizler uyandırabilir…

İletişim:

Tüm yazılar için blog: http://akliselim.blogspot.com veya http://www.yeniyon.tv/author/ugur-tezcan/
Twitter: https://twitter.com/ugur_tezcan