3 Ağustos 2007 Cuma

Bay Kal' 2

Baykal'a Bay Kal' şeklinde hitap etmemin nedenini daha önce arzetmiştim. Seçim sonrası açıklamalarında hatalarında ısrar edeceği izlenimi verince; bu, Bay Kal' 2 yazısını kaleme almak vacip oldu. Bay Kal' ın seçim öncesi dönemde bazı CHP'lileri bile çileden çıkaran gerilim politikaları olduğunu hatırlıyorsunuz. Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde yaşadığımız aksaklıkların en önemli aktörlerinden birisi oldu Bay Kal'. Ancak CHP liderinin bu davranışları sonucunda, bir yandan CHP'deki muhalif cephe sesini yükseltmeye başlarken bir yandan da toplu istifalar yaşanmıştı CHP kanadında. Halkın, CHP'ye karşı olan artan tepkisi ise zaten malum. CHP lideri her ne kadar kabul etmese de CHP, son seçimden ağır bir yenilgi ile çıktı. Mecliste önemli sayıda koltuk kaybetti. İtibar kaybını ölçecek bir ölçek ise henüz yok. Tüm bunlara, geçen gün CHP ile yollarını ayıran DSP faktörünü de ilave etmek gerekir. Şu an elinde 99 vekili kaldı muhalefet partisinin. Önümüzdeki günlerde CHP liderini daha çetin sınavlar bekliyor. Baykalı tasfiye etmeye çalışan kanat sesini giderek daha da yükseltecek ve Bay Kal' ı koltuğundan edene dek te rahat durmayacakları ortada.

CHP lideri, seçim öncesi gerilim politikalarının takipçisi olacağının ilk işaretlerini işte böyle bir atmosferde verdi geçen gün. Bay Kal' ın ''uzlaşma olmazsa tekrar çatışma ve gerginlik dönemi başlar'' (Zaman, 3 Ağustos 2007) sözünden bahsediyorum. Hatırlarsanız daha önce  de ''uzlaşma olmazsa çatışma çıkar'' demişti Bay Kal'. AKP'nin Abdullah Gül'ü aday göstermiş olmasının (gerçek manada) herhangi bir çatışma ve gerginlik dönemi  çıkardığını hatırlamıyorum. Olan şey sadece; CHP ve ulusalcı kanadın tek taraflı rahatsızlık çıkarma politikası ve Genel Kurmayın İnternet sitesinde talihsiz bir açıklama yayınlanması. Bay Kal' ın ''tekrar ..... çıkar'' şeklindeki açıklaması ile neyi kastettiğini anlamak güç. Açık bir kelime oyunu olduğuna eminim. Çıkan bir gerilim var ise şayet, bu; bahsettiğim siyasi kanadın kendisini tek taraflı olarak germesidir. ''Çatışma'' ise hiç yaşanmadı. Zira, bir çatışma olması karşı tarafın da aktif olarak tepki vermesini gerektirir. Oysa biz sadece tek taraflı bir mızıkçılık örneği izledik o dönemde. Bay Kal' ın şimdiden işaretlerini verdiği yaklaşım, önümüzdeki dönemlerde de benzer bir CHP ve hatta 'ulusalcı mızıkçılık' oyunu izleyeceğimizi gösteriyor.

Bakın yukarıda alıntıladığım cümlesinin ardından neler söylüyor Bay Kal': ''Kurumlar arasında huzursuzluk çıkar, toplum tedirginliklere sürüklenir. Kimseyi üzmek, tedirgin etmek istemiyorum. Ama herkesi akla ve mantığa çağırıyorum.'' Bu cümleyi ilk okuduğumda şunu düşündüm. 'Söz', tıpkı bir su gibi. Bildiğiniz gibi su, içerisinde bulunduğu kabın şeklini alabilen, hacmini içinde yer ettiği kabın belirlediği enteresan bir nimet. Hayatın ise temel taşı ve varlığımızın özü. 'Söz' denilince aklıma hep suyun gelmesi işte bundan. Tıpkı su gibi söz de; Allah'ın insanlara verdiği en esaslı bir nimet. İnsan olmanın, insanlığımızı ihya edebilmemizin en güzel bir göstergesi ve bir vasıtası. Ama ne yazık ki; 'söz' de içinde bulunduğu beyin-kalp-dil kabının şeklini alıyor. Hatta, suyu nasıl temiz bir kabın içine koyarsanız temiz, kirli bir kabın içine koyarsanız kirli olabiliyorsa; işte söz de, içinde bulunduğu kişinin kalbine göre saflığını koruyor ya da kaybediyor. İşte Bay Kal'ın sözlerini okurken bu duygular aktı içimden. Bu duyguyu Demirel'i dinlediğim zamanlarda da hissederim nedense.

Sözleri tekrar alıntılayım: ''Kurumlar arasında huzursuzluk çıkar, toplum tedirginliklere sürüklenir. Kimseyi üzmek, tedirgin etmek istemiyorum. Ama herkesi akla ve mantığa çağırıyorum.'' Salt başına, genel 'konteksinden' anlam-bütünlüğünden çıkardığınızda ne kadar da doğru sözler bunlar. Fakat bu sözler, içerisine yerleştirdiğiniz 'genel anlam ilişkisi' kabına konduğunda kullanana göre iyi ya da kötü bir kullanım aracına dönüşebiliyor. Yukarıdaki ifadeleri Bay Kal' kullandığında şu anlama geliyor bu ifadeler: Benimle, benim istediğim şekilde uzlaşacaksın. Ben ve CHP bu ülkenin söz sahipleriyiz. Atatürk'ü tek anlayan kişi biziz. Ordu bizim görüşümüzün ve temsil ettiğimiz laiklik anlayışının baş destekleyicisidir. Halk biziz, halkın bilmediğini biz biliriz. Onun ne istemesi gerektiğini de biz biliriz. O yüzden bizim isteğimiz halkın isteğidir. Cumhurbaşkanlığı makamı da bizimdir. O yüzden benimle uzlaşmadan aday belirlenemez. Uzlaşmadan kastım da benim istediğim gibi bir adayın seçilmesidir. Yoksa, benim anlayışımın temsil edildiği kurumlarla, bu ülkenin gerçek sahipleri ile çatışırsın. Hani, tedirgin etmek istemem ama aklını başına alsan iyi olur. Yoksa huysuzluk çıkarırım.

İşte ben, Bay Kal' ın sözlerini böyle okuyorum. Aynı sözler benim beyin-kalp-dil kabımdan çıksa idi şunları kastederlerdi:  Ey Bay Kal' ve CHP zihniyeti; halkın yüzde ellisinin oyunu alabilmiş bir partinin istediği adayı çıkarma hakkı vardır. Sizinle görüş alışverişi yapabilir, belki yapmalıdırda; ancak 'uzlaşmak' zorunda değildir. Zira gerçek demokrasi bunu gerektirir. CHP bir gün, 'laiklik' dediği kadar 'demokrasi' demeyi de öğrenirse belki ondan biraz nasip almaya başlar. Evet, CHP bu mızıkçı, inatçı ve uzlaşmadan uzak tavrından vazgeçmezse; orduyu ve Cumhurbaşkanlığı kurumunu kendi tek taraflı çatışma ortamının bir tarafı olmaya zorlamazsa ülkede hiç bir gerilim ortamı oluşmaz. Kurumlar arasında çatışma da çıkmaz. Aksi halde hepimiz tedirgin oluruz. Tedirgin olmakta da haklıyız. Çünkü, İnönü'den itibaren CHP'nin, sandıkta kaybettiğini darbe çığırtkanlığı ile almaya çalıştığını biliyoruz. Asıl halk olarak bizler, Bay Kal'ı ve CHP'yi ''akla ve mantığa'' çağırıyoruz.

İşte benzer ifadeler ama iki ayrı kullanım şekli. Gördüğünüz gibi söz nasıl da işinde bulunduğu kabın şeklini alıp, onun temiz ya da kirli olmasına göre (yani amaç ve niyete göre) saflığını koruyor ya da kaybediyor. Aslında şunu da ilave etmeden geçemeyeceğim. Ben, Bay Kal' ın bu sözlerinde geçen seferki gibi samimi olduğunu sanmıyorum. Bence CHP lideri, partisi içinde artan ve gittikçe de güçlenen muhalif sesleri kısmak, konuyu Cumhurbaşkanlığı ve AKP çizgisine kaydırarak zaman kazanmak istiyor. Konuyu başka bir alana saptırarak insanların algılarını etkileme çabasında anlayacağınız. Bu taktiği, gene Cumhurbaşkanlığı seçimleri vesilesi ile daha önce de izlemiştik. Hatırlarsınız; devletin bazı birimlerinin Demirel'in etrafındaki birkaç kişinin yolsuzluk ağına el attığı günlerde idi. Yeni Şafak'tan Taha Kıvanç yazmıştı. O günlerde Demirel'in evinde bu kişiler bir toplantı yaptılar. Ardından, Demirel soluğu İstanbul'da CNN-Türk'te aldı. Katıldığı bir söyleşide ilk defa olarak ''Cumhurbaşkanının eşi türbanlı mı olacak'' tartışmasını başlatmıştı Demirel. Ne dersiniz; sizce bu benzerliğin nedeni ne olabilir. Siz olsanız, Bay Kal'ın akıl hocası Demirel heralde diye mi düşünürdünüz; yoksa, meseleyi benim 'söz-su' teorimle mi açıklardınız.

Bay Kal', ulusalcılarla el birliği yapıp partiyi iyice faşist bir çizgiye çekmeye devam ediyor. Yakında Sosyalist Enternasyonelden bile kovulmaları ihtimali var. Ben neyi beklediklerini anlayabilmiş de değilim zaten. Kimbilir, belki de seçim sonrası oluşacak yeni tablonun ardından Bay Kal' ın ve CHP'nin tavırlarını izleyip ona göre tavır belirleyeceklerdir. 3 Ağustos 2007