27 Ağustos 2007 Pazartesi

İki Paşa - İki Özet


Dün sabah kütüphaneye gidip, ''2007 yılı ve son hamleler'' başlıklı yazıyı yazıp, ardından İnternet sayfamda yayınladıktan sonra eve döndüm. Güzel bir mercimek çorbasını iç ettikten sonra, içeriğinin en hızlı şekilde yenilendiğini bildiğim Zaman gazetesinin sayfasına ve gündüz bakma fırsatı bulamadığım Platform dergisinin sayfasına bir göz atayım dedim. Bir de ne göreyim!: Bir kaç saat önce sayfama koyduğum yazıda dile getirmek istediğim düşünceleri yansıtan iki güzel özet önümde duruyor. Her iki haberde de sözleri alıntılanan kişiler Paşa. O yüzden, bu yazının başlığını ''İki Paşa - İki Özet'' olarak belirlemeyi uygun gördüm. Yazılarımda her fırsatta, birbiri ile mücadele halinde olan iki fikri çatışmadan bahsediyorum.  Bu taraflardan biri, ''aklıselim'' etrafında birleşenlerce temsil ediliyor. Diğer taraf ise, ''oligarşik'' bir zihniyet etrafında birleşenler tarafından. Alıntılarla devam edelim...

Paşalardan birisi Hava Kuvvetleri Komutanlığı'ndan emekli olan Orgeneral Faruk Cömert. Bu Paşamız, görev teslimi sırasında yaptığı konuşmada Türkiye'nin çok önemli bir potansiyele sahip olduğuna işaret ederek, bakın ardından neler söylüyor: ''Bu potansiyel güç harekete geçirilebilirse, kısa zamanda dünyanın en güçlü ülkeleri tarafından dahi sözü dinlenen bir ülke olmamız mümkündür. Bu konuda bizler için en büyük engel, tüm farklılıklarımızı vatan sevgisi potasında bir türlü eritmemek ve birbirimizi yeteri kadar anlamaya çalışmamaktır.../Demokratik olgunluğumuzu pekiştirdiğimizde, birbirimizden kuşku duymak yerine birbirimizi daha iyi anlamaya çalıştığımızda, sorunlarımızı açık yüreklilikle konuşarak, düşüncelerimizin farklılığından kaynaklanan dinamizmi harekete geçirebildiğimizde, terörün son bulması ve yaşam standardımızın yükseltilmesi de dahil, ülkemizin bütün problemlerinin üstünden gelmemiz hiç de zor olmayacaktır'' (Zaman, 23 Ağustos 2007). İşte, aklıselim sahibi insanlardan beklenen olgun ve birleştirici tavıra en güzel örnek. Paşamızı tebrik ediyorum; bu sağduyulu açıklaması için. Ordunun içinde böyle aklıselim sahibi komutanlarımızın olduğunu; ama şimdilik seslerinin diğerleri kadar yüksek çıkmadığını daha önce söylemiştim. Hemen bir kaç gün sonra, bir Paşamızdan bu ifadeleri duymak beni fazlasıyla memnun etti. Hep söylüyoruz: Birbirimize karşı duyduğuımuz kuşkular birbirimizi yeterince tanımamaktan kaynaklanıyor. Oysa, Paşamızın dediği gibi, ''birbirimizi daha iyi anlamaya çalıştığımızda, sorunlarımızı açık yüreklilikle konuşarak, düşüncelerimizin farklılığından kaynaklanan dinamizmi harekete geçirebildiğimizde'' herşey yoluna girmeye başlayacak bu ülkede. Şimdilik, insanımızı türlü türlü desiselerle fikri bir illüzyonun tesiri altına almış olan ''oligarşik'' azınlıkların sesi daha gür çıkıyor. Medya üzerinden yaydıkları öfke, düşmanlık ve ''rejim tehlikesi'' dalgaları ile, milletin zihnine 'öteki' bilincini yerleştirip, onları birbirinden iyice farklı kutuplara iteliyorlar. Fakat bu hep böyle gitmez. Bir gün mutlaka 'aklıselim' galip gelecektir. O nedenle bu İnternet sitesinin ismi 'aklıselim' olarak seçildi.

Şimdi de diğer bir emekli Paşamızın halet-i ruhiyesine göz atalım. Zihinlerinizi, 'aklıselim' diyarından 'okumuş cehalet' diyarına yolculuğa çıkaracağım için üzgünüm. Bu Paşamızın adı Tümgeneral O. Doğu Silahçıoğlu. Halen Cumhuriyet gazetesinde yazan, o eski 28 Şubatçı paşalarımızdan biri. Başbakan Erdoğan ile Hürriyet'ten Bekir Coşkun arasında yaşanan ''Gül benim Cumhurbaşkanım olmayacak'' polemiği ile bağlantılı olarak bakın neler diyor Silahçıoğlu: (Alıntılar Platform Dergisinden nakildir, 23 Ağustos 2007).

''Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili olarak eleştiriler ortaya koyan düşünce sahiplerini karşısına aldı!.. Bu konuda "Cumhuriyet Değerleri" ni hedef alacak ve onları reddedecek kadar ısrarlı davrandı!.. Eleştiri sahiplerine yönelik; "İstediğin cumhurbaşkanını seçeceğin ülkeye git!.." şeklinde bir ifade kullanarak tüm toplumda şaşkınlık yarattı!.. Başbakan; çağdaş demokrasi ve özgürlük anlayışında yeri olmayan ve de özgür düşünceyle bağdaşmayan, yalnızca demokrasi dışı yönetimlerde örneğine rastlanabilecek bağnaz bir anlayışla, kendi ülkesinde kendi yurttaşlarına meydan okudu!.. Ve nihayet işi tehdit savurmaya kadar götürdü!..'' 

Bekir Coşkun'un yazısını ben de okudum. O yazıda Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile akalı hiçbir 'sistemli eleştiri' amacı yoktu. Yazı gayet agresif bir tavır içerisinde sadece, ''Gül benim Cumhurbaşkanım olmayacak'' temasını işliyor ve aynı cümle ile sona eriyordu. O nedenle Silahçıoğlu'nun, Coşkun'u savunma psikolojisi içerisinde hareket ederek, ''Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili olarak eleştiriler ortaya koyan düşünce sahipleri'' şeklinde bir genelleme yapması yerinde değil. O yazı sadece Coşkun'un edep sınırlarını gösteriyordu o kadar.

Alıntının diğer bölümlerini okurken kendimi gülümserken buldum. Neymiş; Başbakan'ın ''Kabul etmiyorsan git...'' şeklindeki sözü meğerse ''Cumhuriyet Değerlerini hedef alma ve reddetme'' anlamına geliyormuş. Keşke Paşamız böyle önemli bir konuyu muğlak bir cümle ile geçiştirmeseydi. İzah etseydi de; ulusumuz (millet kelimesini özellikle kullanmıyor bu kesim) bu değerlerin neler olduğunu ve Başbakan'ın bu değerleri nasıl reddettiğini öğrenmiş olsaydı. Merak etmeyin. İzah edebileceğini sanmıyorum. Bir kaç madde sıralasada savını ispat edemez. Biliyorum, çünkü bu ifadenin altı boş. Bir sonraki cümleden iz sürmeye devam edelim. Meğer Başbakan ''çağdaş demokrasi ve özgürlük anlayışında yeri olmayan ve de özgür düşünceyle bağdaşmayan, yalnızca demokrasi dışı yönetimlerde örneğine rastlanabilecek bağnaz bir anlayışla, kendi ülkesinde kendi yurttaşlarına meydan okumuş.'' Bu ifadeyi okuyunca gülümsemelerim gülme krizine dönüştü. Bu insanlar kendilerini bu derece kandırabiliyorlar mı çok merak ediyorum?  Yahu,  söyleye söyleye dilimizde tüy bitti. Ortada halkımızın (yani ulusumuzun) oyları ile gayet demokratik yollarla hem de ikinci kere seçilmiş bir parti ve onun belirlediği bir Cumhurbaşkanı adayı var. Sizlerden yükselen tek ses bunu hazmedemeyiş olmanızın sesi değil mi? Halkı bu tercihinden dolayı ''aptal'' olarak aşağılayan, ''ordu ne der'' yaygaları çıkaran, ''rejim sorunu çıkar'' diyen sizler değil misiniz? ''Demokrasi ve özgürlük anlayışında yeri olmayan ve de özgür düşünce ile bağdaşmayan'' asıl bu anlayış değil midir?

Birazdan bahsedeceğim alıntılarda göreceksiniz. Bu gelişmeyi demokrasi adına hazmedemeyince, bu sefer AK Partiyi vatanı; ABD ve AB çıkarlarına hizmet etmekle nasıl suçluyor aynı çevreler. Ne diyor bakalım: ''Bugünün kimi siyasileri, Türkiye Cumhuriyeti'ni haritada yeri bilinmeyen; adı doğru dürüst söylenemeyen; kabile şeflerinin başkan ya da başbakan olabildiği ülkeler gibi görebilirler!.. Aynı kişiler, Ortadoğu'da ABD ve AB'nin çıkarlarını korumak için görevlendirilecek bir Türkiye'nin kendi siyasal emelleri açısından daha da uygun olacağını değerlendirebilirler!.. Ve o nedenle Türkiye'nin böyle bir konum kazanmasını isteyebilirler!..'' Yahu, AKP'nin varsa böyle bir niyeti, bunu Türkiye'nin yarısı anlamıyor da sadece ''ulusalcı'' çevre ve CHP mi anlıyor? Yoksa halkı ''aptal''lıkla suçlarken bunu da mı kastediyorsunuz? İfadelerdeki ''demokrasi vurgusu!'' ile devam edelim: Bu vurgunun 28 Şubat'çı bir paşadan gelmesi ne kadar manidar değil mi? O zamanın seçilmiş koalisyon hükümetini ve bir partimizi post-modern darbe ile alaşağı eden, hukuk sistemimizde yeri olmadığı halde ulusumuzun bazı fertlerini  'fişleyen' sizler değil miydiniz?  Onlar mı bağışıyordu sizin ''çağdaş demokrasi'' anlayışınızla? Hem,  Demokrasi demokrasidir. Çağdaşı, çağdaş olmayanı olmaz. Yoksa, 28 Şubat dönemlerinde birileri demokrasi vurgusu yaparken, siz de; ''Türkiye'nin şartları başka'' derken kendi tanımladığınız bu ''çağdaş'' demokrasi anlayışından mı bahsediyordunuz? Sonra, halkın yöneticilerini seçtiği, seçebildiği bir ülkede yaşıyoruz. Hal böyle iken hala çıkıp ta; ''kabile şeflerinin başkan ya da başbakan olabildiği ülkeler'' benzetmesi yapıp, ulusumuzu bazı Arap ülkelerine benzetmeya çalışmakla ne elde edeceksiniz? AKP'yi öyle niyeti varmış gibi göstermeye çalışmakla elinize ne geçecek laiklik hassasiyeti olan insanlarımızı kandırmaktan başka. Bu, sandıkta oy kullanan 35 milyon insanımıza hakaret etmek değil midir? Meğer Paşamızın işaret ettiği kesim, ''2002 yılından beri gerçeklerin farkında'' imiş ve ''ülkede sergilenen kirli oyunları ve sarfedilen örtülü gayretleri görmekte'' imiş. Silahçıoğlu hiç merak etmesin. Halkın da, gittikçe artan bir şekilde farkına vardığı bazı şeyler var!... Silahçıoğlu'ndan öğrendiğimize göre aynı kesim ''son seçimlerde alınmış olan sonuca rağmen yine de yılgınlığa düşmemiş... Hâlâ direnç göstermeye devam ediyormuş''... ve ''Ulusun ve ülkenin geleceğini iç ve dış kaynaklı yıkıcı güçlere teslim etmemekte kararlı'' imiş. Silahçıoğlu'nun işaret ettiği ''kesim'' şunu anlamalı artık. Ortada ulusumuzu tehdit eden ''iç kaynaklı'' bir tehdit var ise, bunun adresi ''dindar kesim'' değildir. Asıl sorun bizi birbirimize düşman eden, bir araya gelmemizi engelleyen, yukarıda Cömert Paşamızın da işaret ettiği anlayışa ters hareket eden kesimlerdir. Ayrıca, son dönemlerde güvenlik birimlerimizin ortaya çıkardıkları ''vatansever!'' ve ''kuvvacı!'' çeteler asıl iç tehdit değiller midir? Halkımız asıl bu anlayışa hizmet ettiğini düşündüğü kişilere ve kesimlere şüphe ile bakmaya başlamamış mıdır?. ''Dış kaynaklar'' ise hepimizin ortak sorunu değil midir? Öyleyse bu yalnış adres göstermeler niye?..

Silahçıoğlu'ndan öğrendiğimize göre, Başbakan'ın; ''bir başka ülkenin yolunu göstermek'' şeklinde sergilediği ''talihsizlik'' örneği, ''bir başka ülkede daha yaşanmamış.'' Bu doğru değil elbette. Hem başka bir ülkeye gitmeye de gerek yok. Kendi ülkemize bakalım: Silahçıoğlu'nun bahsettiği ''çağdaş'' çevreler değil miydi ''Laikliği sevmiyorsanız Arabistan'a, İran'a gidin'' diyenler? Hem de dindarlara, sevip sevmediklerini bile sormayıp, sevmedikleri çıkarımını kendileri yapanlar?... Daha önce de söyledim: Bu ülkede dindar çevrelerin laiklikle bir sorunları yoktur. Aksine; belli bir kesimin kendi kafasına göre yorumlayıp uyguladığı, benim 'hastalıklı laikçilik anlayışı' şeklinde tarif ettiğim anlayışın karşısındadırlar. Bununla da bitmiyor. Aynı ''çağdaş'' çevreler değil miydi; ''Türbanlılar Arabistan'a gitsin'' diyen? Demirel değil miydi; ''İstemiyorlarsa Arabistan'a gitsinler'' diyen? Silahçıoğlu'nun yazısında savunduğu Bekir Coşkun değil miydi; ''Develere binip Arabistan'a gidin'' diyen? Demek ki neymiş: aynı talihsizlikler daha önce de yaşanmış, hem de bu ülkede... Herhalde bu ülkede kalma hakkını elde etmenin tek şartı; bu kişilerin kendi tanımladıkları ''laiklik'' anlayışına teslim olmak... Onun dışında başka bir şeye tahammülleri yok çünkü. Aynı anlayışın hala devam ettiği Silahçıoğlu'nun yazısının son kısmında kendisini ele veriyor; ''Ey başbakan; sen istediğin yaşamı sürdürebileceğin bir ülkeye gidebilirsin!... burası benim ülkem!...'' derken. Sen, istediğin gibi, ''İslami temellere bağlı bir yaşam sürmek istiyorsan Arabistan'a git'' şeklinde bir imada bulunmuş anlayacağınız. Kimse kusura bakmasın. Kimsenin bir yere gittiği yok. Gitmemelide. Hepimiz bu ülkede birlik ve beraberlik içinde yaşamayı, birbirimizin yaşam biöimine saygı göstermeyi öğrenmek zorundayız.

Yazımı Silahçıoğlu'nun yazısını noktaladığı aynı cümle ile bitirmek istiyorum. Çünkü bu yazıdaki; iki paşaya ait iki farklı yaklaşımı analiz etme gayretimin tek amacı da oydu: ''Ara sıra birilerine kim olduğunu hatırlatmak gerekir!.." 25 Ağustos 2007