9 Ağustos 2007 Perşembe

Gül'ün Adaylığı Meselesi ve Ehl-i İşhas

Gül'ün Cumhurbaşkanlığı meselesi halıhazırda gündemdeki sıcaklığını hala koruyor. Yeni Cumhurbaşkanı seçilinceye kadar da tartışamalar süreceğe benzer. Mesele, toplumun her kesimi için son derece önemli bir hal aldı. Buna şüphesiz en önemli katkıyı, AKP'ye istediği adayı seçtirmemek için sürekli huzursuzluk çıkaran çevreler yapıyor. Bu iddiamın her zaman arkasındayım. AKP seçmeni ya da sempatizanı diyebileceğimiz yada bu grupta olmasa bile, Cumhurbaşkanının seçilmesi konusunda 'nötr' (tarafsız) tavır takınan büyük bir kesim, istemeden bu tartışmanın içerisine çekildi. Yukarıda zikrettiğim 'oligarşik' kesim, her zamanki gibi bir 'kaos' ve 'düşünce bulandırması' atmosferi oluşturarak halkın zihnini bulandırma ve AKP'nin hareket sahasını daraltma amacı ile konuyu sürekli kaşıyıp durdu. Hala da kaşımaya devam ediyor. Zira bu kesim, Cumhurbaşkanlığı makamına hep kaybedilmemesi gereken bir 'kale' gözüyle baktı. Diğer kaleleri ise YÖK, Yargı ve Medya. Buna bir iki ilave daha yapılabilir. Bu 'laikçi' (dikkat edin laik demiyorum) ve 'ulusalcı' elit! in en çok arzu ettikleri şey; kendi kliklerinden ve/veya düşünce tarzlarından birisinin bu makam(lar)da bulunması ve statükoyu devam ettirmesi. Dikkat edin, Sezer bu çaba ve gayretlerin en ateşli uygulayıcılarından birisi. Görevini bırakması gerektiği halde bırakmadı ve henüz görevinden ayrılmadan, yargı ve rektörlükler bazında çok hayati atamalar yaptı. Görev süreleri dolmakta olan bazı rektörler acilen istifa ettirilip! yerlerine yenileri ve ancak yaş haddinden emekli olabilen bazı yargıtay koltuklarına da yaşları çok düşük bazı adaylar atandı.

İşte bir yandan; her an kaybedilmesi muhtemel olan bu kalede gerekli son önlemler alınırken, diğer yandan bazı medya organları ise ayrı bir cephede, bu kesim adına önemli bir mücadele veriyor. O da; ne yapıp edip Cumhurbaşkanlığı aday seçimi sürecinde olabildiği kadar AKP'yi yıpratmak, Gül'ün adaylığını baltalamak ve mümkün olursa güçlü bir aday yerine pasif bir adayı AKP'ye seçtirmek. Böylece halk nezdinde onu zayıf düşürmek. Bu kesimin en önemli silahı ve propaganda aracı, her zamanki gibi medya ve 'kalemşör' diye nitelendirebileceğimiz bazı yazarlar. Bu sıraladığım amaçları içerisinde en önem verdikleri gayeleri; süreci her türlü yöntem ve metod kullanarak baltalamak ve AKP'nin halk nezdindeki değerini çöküntüye uğratmak. Bu süreçte, Gül'ün adaylığına karşı görünmek bir araç sadece, amaç değil. Asıl amaç; dediğim gibi, AKP'nin imajını sarsmak ve yapabilirlerse onun kendisini mağdur edilmiş hisseden halk ile kurduğu bağı koparmak. Şu konuda yanılmamak lazım. Bu bir taktik, adı üzerinde sadece bir yöntem; nihai hedef değil. Şuna gayet eminim: AKP, Gül dışında başkasını önerse idi bahsettiğim kesim, allem edip kallem edip gene huzursuzluk çıkaracak bir neden bulacaktı. Bu yöntemlerin esasını ise 'uzlaşma' kavramı olarak belirledikleri anlaşılıyor. Bu taktiği en çok dile getiren kişi ise Baykal. Daha önce ''Bay Kal' 2'' başlıklı yazımda da bahsettiğim gibi; Baykal'ın ve temsil ettiği kesimin ''uzlaşmadan'' kasıtları, kendilerinin istediği gibi bir adayın seçilmesi; yoksa, kendileri ile konunun nezaketen de olsa müzakere edilmesi değil. 'Nezaketen' ifadesini özellikle kullanıyorum; çünkü halkın yüzde ellisinin oylarını almış bir partinin istediği adayı seçme hakkı vardır. Siyasi tarihimizde zaten 'uzlaşma' talep edilmiş başka bir dönem de yok. Geçenlerde Ali Bulaç da (Zaman, 4 Ağustos 2007) aynı hakikate değindi ve CHP'nin 'uzlaşmadan' kastının ''toplanma yeter sayısı olan 367 şartı değil, birinci derecede eşi başı örtülü olmayan, ikinci dereceden AK Parti dışında olan'' bir aday olduğunu ifade etti. Anlayacağınız mezkur kesim, tek taraflı bir fedakarlık ve mutlak bir teslimiyet bekliyor AKP'den ve bunun da en doğal hakkı olduğunu düşünüyor. Tehlikeli olan da bu zaten. İşte bu psikolojik travmadan dolayı, bu oligarşinin asıl amacına dikkat çekmek istedim.

Devam edelim...

Bugünlerde özellikle Milliyet, Hürriyet ve onlara bağlı yayın organlarında, seçim öncesi dönemde yaptıklarına benzer yayınlar baş göstermeye başladı. Bu yayınların çoğu ciddi analizlerden mahrum, masa başında 'niyetlere' göre kaleme alınmış yazılar. Tamer Korkmaz'ın (Sonsaniye.net, 7 Ağustos 2007) ifadesiyle bu tür haberler sadece bir "tezvirattan'' ve kendi "temennilerini gerçekmiş gibi'' yazmalarından ibaret. Hele ''foto-analiz'' başlığı altında yayınlananlar tam akla ziyan. Bunların gelecekte iletişim fakültelerinde mutlaka tez konusu yapılıp irdelenmesi gerekiyor. Bu insanların ortalıkta 'aydın' sıfatıyla geziyor olmaları ülkem adına en büyük talihsizlik. Bu gazeteler konusuna bir ara döneceğim.

Bu malum medya ve onların arkasındaki oligarşi, seçim öncesi dönemde hep, ''AKP'de çatlak var'', ''Erdoğan-Gül-Arınç anlaşamıyorlar'', ''Aday belirleyemiyorlar'' vb. yazılar fabrike ettiler (masa başı üretim). Oysa bunların gerçekle hiç bir alakası yoktu. AKP liderlerinin arasında bir anlaşmazlık ve çatlak söz konusu değildi. Aksine, planlarını son ana kadar başarı ile saklamayı başarıyor olmaları, aralarındaki uyumu devam ettirebilmeleri, ve akıllı manevralar yapıyor olmaları bu çevreleri adeta çıldırtıyordu. Onların tek istedikleri, bir hata yakalamak ve onun üzerine gitmekti. Bulamayınca da kendileri 'kriz' üretme yoluna gittiler. İşte, az önce arzettiğim yayınlar bu yaklaşımın, 'kriz' üretme çabalarının bir neticesi idi. Mümtazer Türköne'nin açıkça ortaya koyduğu gibi; ''Medya iki türlü zorlanıyor. Seçim gününe kadar söylediği her şey yanlış çıkmış, bütün tahminlerinde yanılmış olanlar doğabilecek krizlerle yok olan itibarlarını kurtaracaklarını sanıyorlar. Meslekî formasyonunu 'kriz haberciliği' ile edinmiş olanlar ise 'kriz çıkartmak' ile 'kriz haberciliği yapmak' arasındaki çizgiyi kavramakta güçlük çekiyor.''

Bu yayınlar, genel halk nezdinde istedikleri sonucu vermemiş; hatta AKP'ye olan sempatiyi artırmış olsalarda, zaten AKP'den haz etmeyen ve genelde CHP seçmeni olan bir kesimi ise daha marjinal bir fikri kutuplaşmanın içine çekti. Bu yayınların kendilerine en büyük faydası; Türkiye'nin geleceğine yönelik ise en büyük zararı, işte bu noktada oldu. AKP seçimlerden yüzde elliye yakın bir başarı ile çıktığı halde, aynı medya bu tavrından hala vazgeçmiş değil. AKP'nin yeni döneminde hareket sahasını kısıtlamak, istediği adayı seçtirmemek, onu yıpratmak, sürekli baskı halinde tutarak hata yaptırmak, halk nezdindeki imajını sarsmak gibi hedeflere kilitlenmiş durumdalar. Hürriyet ve Milliyet bir kaç gündür ısrarla, Abdullah Gül'ü, 'adaylıkta ısrar eden', 'mızıkçı', 'illa ben diyen megaloman birisi' gibi göstermeye çalışıyor. Hatta o kadar ki, bu konuda 'Erdoğan'a bile kafa tutmaya başlamış' havası estiriliyor. Sadece bu yayınları okuyan ve kanan bir insanın çok kısa bir süre sonra, ''Ya Gül amma ısrar ettin be, yeter olmuyor işte bırak başkası olsun, amma naz yaptın ha'' dememesi içten bile değil. Milliyet'in (8 Ağustos 2007) ''foto-analizinden'' aldığım şu ''analize'' bakın: ''AKP'nin 1 numaralı ismi Erdoğan ile 2 numarası Gül ilk kez böylesine farklı mesajlar veriyor (seçimden önce yazdıkları ayrılıkları unutmuşlar burada). Bu süreç AKP'de kriz yaratacak bir potansiyel taşıyor (şu analizdeki derinliğe bakın!). Erdoğan'ın bu noktada yüksek profilli bir cumhurbaşkanı tercih etmediği ve Gül'ün kendisine danışmadan 'Adaylığım devam ediyor' mesajı vermesinden rahatsız olduğu görüşü hakim.'' Bu ''hakim görüşün'' kaynağı ne, kimden sorup öğrenmişler belli değil. Gazeteciliğin en temel esaslarından birisi kaynağa dayalı habercilik yapmaktır. Lakin, amaç kendi niyetlerini olmuş gibi göstermek olduğu için olsa gerek, bir aklı evvel masa başına oturmuş ve sihirli cam küresinden hakikatleri sezip yazmış. Bu tarz bir habercilik anlayışı içerisinde bahsettiğim haberleri yazanları, geçenlerde Tamer Korkmaz (Zaman, 7 Ağustos 2007) enfes bir şekilde tanımladı: ''Abdullah Gül'ü 'adaylıkta ısrar eden bir siyasetçi olarak' kamuoyuna lanse etmeye çabalayan kimi meslektaşlarımız halkı yanıltmakla vazifeli 'iliştirilmiş' karakterlerdir!.'' Bu konuyu burada kesiyorum.

İşte tüm nu hususlar bir arada değerlendirildiğinde, AKP'ye bu noktada çok önemli bir vazife düşüyor. Bu baltalama süreci devam ederken, AKP yönetimi karşı atağa geçmeli ve bu yayınlara cevap vermek yerine yeni dönemde yapmayı planladığı ekonomik ve sosyal hamlelere dikkat çekmeli. Bunu başarmak içinde uyum içinde çalışan bir meclis ve ''yüksek profilli'' bir Cumhurbaşkanı adayının gerekliliğine vurgu yapmalı. Zaten aday konusudaki mevcut sessizliği başarılı bir adım. Bu taktiği seçim öncesinde de başarılı bir şekilde uyguladı AKP yönetimi. Köksal Toptanı çok yüksek bir oy ile Meclis Başkanlığına seçtirmesi gayet etkili oldu; meclisteki uyumun temellerinin atılması açısından. Bundan sonra, Bülent Arınç'a da önemli bir bakanlık vermeli ve onu arka plana itmek isteyen çevrelere sert ve tutarlı bir yanıt vermeliler. Abdullah Gül'ün adaylığından ise asla taviz vermemelidir. Vermemeliler... Çünkü, bunun adı kesinlikle ''AKP ınadı'' olmaz; aksine ''taviz'' olur. Hem de sonuçları AKP'ye çok pahalıya mal olabilecek bir taviz. Ali Bulaç Bey de yazdı: ''AK Parti'yi hasara uğratacak en önemli faktörlerden biri, Bülent Arınç'ın düşük profilli bir yere çekilmesinden sonra, Abdullah Gül'ün adaylıktan vazgeçirilmesi olacaktır'' (Ali Bulaç, Zaman 4 Ağustos 2007). Böyle bir tavizin ardından, şüphesiz, ''AK Parti kendi içinde huzursuzluğa düşecek, tabanın tepkisini çekecek... öfke okları Tayyip Erdoğan'a çevrilecek'' (Ali Bulaç, aynı yazısı). Bu meselenin bir yönü. Diğer tarafta ise şöyle bir gelişme yaşanacak: AK partinin uzun süredir başarı ile sürdürdüğü ve milletin de bunu ödüllendirdiği istikrarlı duruşunda ve tavrında gedik açılınca, karşı taraf boş durmayacak. Kendisine gelen güvenle birlikte, medya aracılığı ile, her türlü tezvirata ve saldırıya devam edecekler. Bir yandan; ''İşte bölündüler'', ''Kriz daha da büyüyecek'', ''AKP bölünecek mi?'' türünden yayınlara devam ederken, bir yandan da; yeni adaya dikkatleri çekip ''AKP, düşük profilli kukla bir Cumhurbaşkanı adayı seçecek'' nevinden haberler yapacaklar. Bu hengamede CHP (hatta belki MHP bile) ortaya atılıp ''pasif, kukla Cumhurbaşkanı seçtirmeyiz'' yaygaraları koparacaklar. Anlayacağınız AKP'yi, bağışlayın, aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık durumuna sokup kilitleyecekler. İşte hem bu nedenlerden ötürü hem de milletin Gül adına tercihte bulunmuş olmasından dolayı AKP, Gül'ün adaylığından asla ve asla taviz vermemeli, onu seçtirmek için her şeyi yapmalıdır. Bu güç elinde var. ''Ordu ne der?'' haberleri sadece korkutmaya yönelik ve bir safsatadan ibaret. AKP bu tuzağa düşmemeli ve aday belirleme sürecini, sükünet içerisinde, dikkatleri (boyalı basına rağmen) ekonomik ve sosyal konulara çekerek basiret ve cesaretle noktalamalı.

Başlıktaki 'ehl-i işhas' tabirini 'fesatçılık yapanlar' , 'tedirgin ve rahatsız edenler' anlamında kullandım. Umarım buraya kadar yazılanlar bu seçimimde isabet olup olmadığını göstermeye yeterli olur. 9 Ağustos 2007